Net Fikir » islam dünyasında bilim çalışmaları
Abdülmelik eş-Şîrâzî
Abdülmelik eş-Şîrâzî, tahmini verilere göre 12. yüzyılda yaşamış bir İslam matematikçisi ve astronomudur. Doğum yeri muhtemelen Şîraz’dır. Hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Helenistik matematikçiler ve özellikle Apollonios üzerine çalışmış, onların eserlerini Arapça’ya özetleyerek çevirmiştir. Antik Yunan matematikçisi Apollonios, “Elips” ve “hiperbol” terimlerini ilk defa ilim dilinde kullanan kişi olarak kabul edilir.
Abdülmelik eş-Şîrâzî'nin en önemli eseri: “Taṣaffuḥu’l-maḫrûṭât adlı eserdir. “Taṣaffuḥu’l-maḫrûṭât (Koni Kesilmeleri) eseri, ” MÖ. 3 yüzyıllarda yaşamış ünlü matematikçi Apollonios’un "Kônika" adlı eserinin özlü bir Arapça çevirisidir. Bu çalışmada, Koni incelemelerini yapmış olup, Ebû Hilâl ve Sâbit b. Kurra gibi önceki İslam alimlerinin eserlerinden faydalanmıştır. “Taṣaffuḥu’l-maḫrûṭât eseri Latince'ye tercüme edilerek, 1669’da Kiel’de basılmıştır.
Abdülmelik eş-Şîrâzî, ayrıca Batlamyus’un "Almagest" adlı eserini de özetlemiştir, ancak bu eser günümüze ulaşmamıştır. Batlamyus’un "Almagest eserine yaptığı bu özet, Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin "Dürretü’t-Tâc" adlı eserine kaynak olmuştur. Orijinal Apollonios'un Kônika eserinin yalnızca yarısı günümüze ulaşabildiğinden, Şîrâzî’nin bu esere dair hazırladığı koni inceleme özeti, bu klasik eserin korunmasına katkı sağlamıştır. Eserin el yazmaları İstanbul’daki çeşitli kütüphanelerde (opkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed, nr. 3463), Süleymaniye (Yenicami, nr.
803; Cârullah Efendi, nr. 1507), Nuruosmaniye (nr. 2972),) ve Leiden ile Oxford’daki koleksiyonlarda bulunmaktadır. Abdülmelik eş-Şîrâzî, antik matematik mirasının İslam dünyasında yaşatılmasına ve Avrupa’ya aktarılmasına önemli katkılar sunmuştur.
Saatin tarihsel gelişim süreci
Saat, zamanı ölçmeye yarayan alettir. Saat, iki değişik zaman arasındaki farkın, insanlar tarafından oluşturulan ölçüler dahilinde ölçülmesini sağlayan alettir. Mısırlılar, Güneş'in her gün belirli bir düzende doğup battığını keşfetmiştir. Bundan yararlanarak güneş saatini icat etmeyi başardılar. Bu güneş saat çeşidinde, dik duran bir cismin güneşin geliş açısına göre oluşturduğu gölge boyuna bakılarak saat hesaplanıyordu. Ancak güneş saati, geceleri güneş olmadığından çalışmıyordu. Bunun üzerine Antik Mısırlılar, kum saati ve su saatini icat ettiler. Su ve kum saatlerinin temel prensibi, suyun/kumun düzenli bir şekilde bir kaba veya bir kaptan dışarı akması üzerine kuruludur. Bu saat çeşitlerinin güneş saatinden sonra, muhtemelen MÖ 16. yüzyılda yine Mısırlılar veya Babilliler tarafından kullanılmaya başlandığı kabul edilir. Hint ve Çin coğrafyalarında da güneş saatleriyle birlikte su ve kum saatleri de erken dönemlerde kullanılmıştır.
Zamanı göstermek için altıncı yüzyıldan itibaren, Çin’de bir başka saat çeşidi olarak "işaretli mumlar" da zamanı göstermek için kullanılmıştır. Astronomik ve astrolojik saat yapımı da, Çin’de M.S. 200 ila 1300 yılları arasında geliştirilmiştir. Erken dönemde Çinli astronomlar, astronomik olayları gösteren çeşitli mekanizmaları kullanmıştır. Gök bilimci Su Sung ve ortakları 1088 yılında ayrıntılı bir su saati inşa ettiler. İslam Dünyasında saat hususunda, Mısır ve Çin uygarlıklarının kendilerinden önceki dönemlere ait ilerlemelerinin geliştirilerek kullanıldığı, tarihi vesikalarda tespit edilmiştir. Abbasi halifesi Harun Reşid (763-809) zamanında, Kudüs'te Hristiyan hacılara iyi davranılması konusunda istekte bulunan Büyük Karl'a gönderdiği çeşitli hediyeler arasında bulunan bir saat, o zamanın Avrupa'sında büyük ilgi uyandırmıştır. Harun Reşid'in hediyesi bu saatin çanı çalınca, kralın huzurundakiler, içine şeytan girmiş diye korkarak kaçıştıkları rivayet edilmiştir.[1] Frenkler’i şaşkına çeviren bu saat karşısında hayrete düşen Kral'ın yanındakiler, sihirli sandıkları saati kırmaya çalışmalarına rağmen İmparator orada olanları engellemiştir. [2]
Cebir ilminin kurucusu kabul edilen matematikçi Muhammed b. Musâ el-Harezmî (ö. 232/847) namaz vakitlerini belirlemeye yarayan pergel gibi zamanı gösteren bir alet yaptığı da kaynaklarda zikredilmiştir. İsmâil b. Rezzâz el-Cezerî’nin (1136-1206) "Kitâb fî Maʿrifeti’l-ḥiyeli’l-hendesiyye" adlı eserinde ele alınan günümüzdeki çalar saatlere benzer uyarıcı bir su saatinden bahsedilmiştir. El-Cezeri'nin eseri 'nin Kitâbü’l-Ḥiyel’de çok ilginç dört adet mum saati tanıtılmaktadır. Yemen’deki Resûlîler Hanedanı’nın sultanı el-Melikü’l-Eşref Ömer b. Yusuf (694-696/1295-1296)'un “Muinu’t-Tullâb alâ Ameli’l-Usturlab” eserinde Kahire’nin enlem derecesi için imal ettiği güneş saati çizimi de, ilk dönem saatlerine İslam dünyasının örnekleri olarak gösterilebilir.[3] Mısır ve Çin coğrafyalarında ilk örneklerine rastlanılan bu tür saatlerin, Ortaçağ İslâm dünyasında da sıklıkla kullanıldığı bu misallerden anlaşılmaktadır.
Mekanik saatler, eski su saatlerinin yerini almış ve ilk saat mekanizması 1275 yılında icat edilmiştir. 1300’lerin başında, İtalya’da üç adet mekanik saat inşa edild Bir saat mekanizmasının ilk çizimi 1364 yılında Jacopo di Dondi tarafından yapılmıştır. 14. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar geniş mekanik saatler birkaç kentin kulelerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Alman kilit ustası Peter Henlien, tarihte bilinen ilk kurmalı saati 1524 yılında üretmiştir. 16. yüzyılda, daha önce saat yapımında kullanılan demir yerine, prinç, bronz ve gümüş kullanılmaya başlandı. 1540 yılında reformcu John Calvin'in insanları takı kullanmaktan men etmesiyle dönemim kuyumcuları geçimini sağlamak için başka bir zanaat öğrenmek zorunda kalmışlar ve bu nedenle İsviçre saat endüstrisi doğmuştur. Galileo, sarkaçlı saat hareketini 1582 tarihinde Huygens'ten daha önce incelemiş olmasına rağmen sarkaç saat tasarımı patentini alamamıştır. Christiaan Huygens, 1656’da “doğal” bir salınım periyoduna sahip bir mekanizma tarafından düzenlenen ilk sarkaçlı saati yapmıştır. Huygens’in sarkaçlı saatinde günde 1 dakikadan daha az bir hata veriyordu ve daha sonraki düzeltmeler sayesinde saatin hatalarını günde 10 saniyeye düştü. 1770 yılında ise ilk kez kendi kendine sarmalı mekanizma Abraham-Louis Perrelet tarafından icat edildi.
İslâm âleminde mekanik saatlerle ilgilenen ilk kişi 1579 yılında İstanbul Rasathânesi’ni kuran, Takıyyüddin er-Râsıd’dır. Takıyyüddin saatçilik üzerine "el-Kevâkibü’d-dürriyye fî vażʿi’l-benkâmâti’d-devriyye" isimli bir kitap yazmıştır. Ayrıca onun "Âlât-ı Raṣadiyye" adlı gökbilim aletleriyle ilgili kitabında da bir astronomik saatin nasıl gerçekleştirileceği anlatılır. [4] 18. yüzyılın sonlarından itibaren sayıları gittikçe artan büyük İstanbul camilerinin yanlarındaki muvakkithânelere namaz saatlerini belirlemede yardımcı olması için büyük boy sarkaçlı saatler konulmuştur. Osmanlılar’da II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) gündeme gelen saat kulelerinin yapımındaki Avrupa'ya nazaran bu gecikmenin sebebi, zaman kavramının namaz vakitlerine sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanmaktadır.
İlk kol saati, 1812 yılında Napoli Kraliçesi için üretilmişti. Ancak kol saatlerin ilk ortaya çıkış tarihi 1570’li yıllara kadar dayansa da, o zamanlar kol saati olarak tanımlanmamıştır. 1884 yılına kadar Greenwich’teki bir konferansta küresel zaman ölçümü konusunda anlaşmaya varıldı ve Greenwich Ortalama Saati’ni uluslararası standart olarak kabul edildi. Zamanın ölçümü ve bunun hesaplanması için kullanılan araçların gelişimi sürekli devam etmektedir. En son seviyede bulunan atom saatleri henüz kişisel kullanım için uygun görülmemekle birlikte teknolojinin gelişimi sayesinde kullandığımız kol saatleri veya akıllı cihazlar atom saatleri ile iletişime geçerek en doğru zamanı gösterebilmektedir.
Helenistik dönemde (m.ö. 330-30) günümüzde olduğu gibi gün yirmi dört eşit saate bölünmeye başlanmıştır. Ancak Helenistik dönemdeki zaman algısı günümüz dünyasından farklı olarak, günün öğleyin zeval vakti veya gece yarısı başlatılması ile (zevâlî, alafranga) akşam güneş batarken başlatılması (gurûbî / ezânî, alaturka) gibi iki farklı uygulamaya yol açmıştır. İslam Dünyasında buna benzer biçimde günümüzdeki anlayıştan farklı olarak Hicrî kamerî takvimde, aylar hilâl doğarken yani güneş ufukta batarken başlar. Yeni ayla birlikte yeni bir gün başlar ve güneşin alçalarak üst kenarının ufuk çizgisine teğet hale geldiği anda; saat 12.00 yahut 00.00 olduğu kabul edilir. Dolayısıyla başlayan gece geçmiş güne değil, bu yeni güne ait sayılır. Bu sebeple hicrî takvimdeki mübarek sayılan cuma geceleri milâdî takvimin perşembe, kandil ve bayram geceleri de yine bir gün öncenin gecesine rastlar. Bu şekildeki Hicri Takvim ve saat uygulaması; Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkiye'de, Avrupa ile saat ve tarih uyuşmazlığı gerekçe edilerek, Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Nezâreti’nin yayımladığı Nisan 1912 tarihli tâmimle alafranga ve alaturka saat sistemlerinin bir arada kullanılmasının ortaya çıkardığı sorunlar dile getirildikten sonra, tüm resmî dairelerde alafranga saatin kullanılması, 26 Aralık 1925 tarih ve 697 sayılı kanun ile zorunlu kılınmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gün gece yarısından başlar ve saatler 0.00’dan 24.00’e kadar sayılır”; 2. maddesinde, “İzmit civarından geçen, Greenwich’e göre 30. derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esastır.” maddesi ile bu kanun yürürlüğe girmiştir.
KAYNAKÇA:
[1] Hitti, 298; Muhammed Hudari, Tarih, I/133; G. Labon, Hadâretü’l-Arab, çev.: Adil Zuaytır, Kahire 1948, 215; G. Sarton, Introduction of the History of Science, London 1962, c. I, s. 527.
[2] Muhammed Hudari, c. I, s. 133
[3] Fuat Sezgin, c. III, s. 85.
[4] Atilla Bir- Mustafa Kaçar, “Saat”, DİA, İstanbul 2008, c. XXXV, s. 323.
İslam Bilim Tarihçisi Fuat Sezgin
Prof. Dr. Fuat Sezgin (24 Ekim 1924 – 30 Haziran 2018), İslam bilim ve teknoloji tarihi alanında yaptığı araştırmalarla dünyanın önde gelen bilim insanlarından biri olmuştur. Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924’te Bitlis’te doğmuştur. 1947 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Filolojisi’nden “Bedî’ İlminin Tekâmülü ve İstanbul’da Bulunan Bedîiyyat Yazmalar Kataloğu” başlıklı lisans bitirme teziyle mezun olmuştur. Aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde, İslami bilimler ve oryantalistik alanında önemli bir yere sahip olan Alman oryantalist Hellmut Ritter’in yanında öğrenim görmüştür. Doktora tez çalışmasını, Arap dili ve tefsir ilimleri âlimi Ebû Ubeyde Ma‘mer İbn el-Müsenna et-Teymî’nin (ö. 210/824-5) “Mecâzü’l-Kur’ân” adlı tefsiri üzerine yapmıştır. Tezde, Kur’ân-ı Kerîm’de gerçek anlamı dışında kullanılan mecazî ifadeleri konu edilmiştir. 1950 yılında tamamlanan bu çalışma, Kur’an’da mecazın bilinçli ve sistemli bir şekilde kullanıldığını ortaya koymuştur. Ayrıca, erken dönem İslami ilimlerdeki dilsel ve edebî analizlerin gelişmişliğine de ışık tutmuştur. Tezinin kabulüyle birlikte akademik çalışmalarına yoğun biçimde devam etmiş; Arap dili, tefsir, hadis ve bilim tarihi alanlarında pek çok eser kaleme almıştır. Kısa sürede alanında saygın bir akademisyen hâline gelmiştir.
1950 yılında, doktoraya devam ettiği İstanbul Üniversitesi’nden ayrılarak Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistanlık görevine başlamıştır. Burada, Prof. Muhammet Tayyib Okiç’in başında bulunduğu Dogmatik İlimler Kürsüsü’nde (Temel İslam Bilimleri Bölümü) ilk asistanlardan biri olmuştur. Bu görevini 1953 yılına kadar sürdürmüştür. Aynı dönemde askerlik hizmetini yedek subay olarak ifa etmiştir. Asistanlık yıllarında, doktora tezinde incelediği Mecâzü’l-Kur’ân’ı yayımlamak amacıyla bir süre Kahire’de bulunmuştur. 1953 yılında, İstanbul Üniversitesi’ne dönmek üzere Ankara’daki görevinden ayrılmıştır. 28 Şubat 1953 tarihinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesindeki Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde, Prof. Zeki Velidi Togan’ın başkanlığında asistan olarak göreve başlamıştır. Bu dönemde araştırmalarını sürdürürken, Buhârî’nin hadis kitabındaki bazı bölümlerin Mecâzü’l-Kur’ân’dan alındığını fark etmiştir. Buhârî’nin yazılı kaynaklardan yararlandığını ortaya koymuş; böylece, hadis derlemelerinin yalnızca sözlü geleneğe dayandığını savunan oryantalist tezleri geçersiz kılmıştır.
Prof. Dr. Hellmut Ritter’in danışmanlığında hazırladığı “Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar” adlı doçentlik tezini Fuat Sezgin 1956 yılında yayımlamıştır. Bu çalışmasında, Buhari’nin
derlediği hadislerin sözlü değil, erken dönem İslam kaynaklarına ve
hatta 7. yüzyıla kadar uzanan yazılı metinlere dayandığını öne
sürmüştür. Bu tez, hâlâ Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde
tartışılmaya devam etmektedir. 1954 yılında, İstanbul Üniversitesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde doçent olmuştur. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılan ve “147’ler”
olarak bilinen akademisyenler arasında yer almıştır. Bir valizle yurt
dışına çıkmak zorunda kalmış; Almanya’ya giderek akademik çalışmalarına
burada devam etmiştir. Aynı alanda çalışan bazı oryantalistlerin
kıskançlıklarıyla karşılaşmış ancak karşılaştığı tüm zorluklara rağmen
bilimsel çalışmalarından vazgeçmemiştir. Bu dönemde yaşadığı sıkıntılara dair, “Ben şuna inanmıştım artık: Tüm musibetler karşısında sadece Allah’a inanacaksın, başka hiçbir şeye değil.” sözlerini söylemiştir. Fuat Sezgin, Süryanice, İbranice, Latince, Arapça ve Almanca dâhil 27 dili çok iyi derecede biliyordu. Prof. Dr. Fuat Sezgin, Arapça yazma eserler literatürüne dair kapsamlı bir çalışma olan en öenmli eseri Arap-İslam Bilim Tarihi
adlı eserinde; Kur’an ilimleri, hadis ilimleri, tarih, fıkıh, kelam,
tasavvuf, şiir, tıp, farmakoloji, zooloji, veterinerlik, simya, kimya,
botanik, ziraat, matematik, astronomi, astroloji, meteoroloji ve bu
alanlarla ilişkili konular; dil bilgisi, matematiksel coğrafya, İslam’da
kartografya (haritacılık) ve İslam felsefe tarihi gibi birçok konuyu
ele almıştır. Almanya’da kurduğu Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü için bilimsel araç ve gereçlerin birebir benzerlerini yaptırarak, bu modellerin 25 Mayıs 2008 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak açılan İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi'nde sergilenmesini sağlamıştır.
Prof.
Dr. Fuat Sezgin, 30 Haziran 2018 tarihinde İstanbul’da 93 yaşında vefat
etmiştir. Cenazesi, Fatih Camii’nde kılınan namazın ardından, Gülhane
Parkı içerisindeki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'nin önünde
ayrılan alana defnedilmiştir. Allah rahmet eylesin, çalışmalarını mizanına koysun.
Tancalı İbn Battuta ve Seyehatnâmesi
"Ortaçağın en büyük seyyahı ve Rıhletü İbn Battûta diye bilinen seyahatnâmenin sahibi. Uzun adı; Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. İbrahim Levâtî Tancî. 17 Recep 703/25 Şubat 1304’te Fas’ın Tanca şehrinde doğdu; 770/1368’de Tâmesna-Merrâkeş kadısı iken vefat etti. Ailesi, Berberî asıllı Levâte kabilesinden olup Berka’dan Tanca’ya göçenlerdendir. Edebiyat, fıkıh gibi dönemin popüler ilimlerinde sivrilmediği için sadece üç çağdaşı ondan bahseder. Ancak seyahatnâmesi sayesinde dünya tarihinin en çok tanınan gezginlerinden olmuştur.
Kendi çağdaşları arasında sadece Lisânüddîn İbnü’l-Hatîb, İbn Hacer ve İbn Haldûn ondan bahseder. Abdülhayy Hasenî ve Makkarî de Rıhle’den alıntılarda bulunan tarihçilerdendir. Fas’ta, Sa’dîler döneminde Osmanlı başşehrine sefir olarak (1589-1591) gönderilen Temgrûtî eserinde bazı doğu şehirlerini anlatırken İbn Battûta’ya atıfta bulunmuş, ünlü sözlükçü Zebîdî, ansiklopedik sözlüğü Tâcü’l-Arûs’da seyyahımızı tanıtırken “Tı” harfinin Battûta şeklinde şeddeli okunması gerektiğini bildirmiş ve Beylûnî’nin çıkardığı muhtasara değinmiştir. Muhammed b. Fethullah b. Mahmud Beylûnî (ö: 1085/1674), gerek Avrupa’da gerekse İslâm dünyasında Rıhle’nin tanınmasında önemli bir duraktır; onun sunduğu Münteka, yani özetin Doğu kütüphanelerinde çeşitli nüshalarına ulaşılmış, Avrupa’da ilk İbn Battûta çevirilerine de onun özetiyle başlanmıştır. Dolayısıyla Defrémery-Sanguinetti neşrinden önce Rıhle’nin Doğu İslâm âleminde hiç bilinmediğini savunmak abartılı bir iddiadır.
Fotokopisi Faslı diplomasi tarihi uzmanı A. Tâzî tarafından neşredilen bir mektubundan da anlaşıldığı üzere meşhur biyografi uzmanı edebiyatçı İbnü’l-Hatîb aslında İbn Battûta’yı çok iyi tanımaktadır; ancak ya onu ciddiye almadığından yahut kıskanç davrandığından dolayı ünlü eseri İhâta’da ona pek yer ayırmamış, birkaç cümlecik malûmatı da hocası Ebu’l-Berekât Bilfîkî’den naklederek vermiştir. İbn Hacer Askalânî de İhâta’yı kaynak göstererek bir-iki cümleyle geçiştirmiş İbn Haldun ise gerçekleşmesi imkânsız görülen olayları hemen inkâr etmenin yanlışlığı konusunda Vezir İbn Vudrâr Haşemî’nin uyarısını naklederken İbn Battûta’dan bahsetmiştir. Bu kaynaklardaki kısa değinilerden anlaşılacağı üzere İbn Battûta, dinî ilimlerde biraz ilerlemiş lâkin herhangi bir alanda derinleşememiş bir genç olarak başlar seyahatlerine. Yıllar sonra Merinî hükümdarı Ebû İnân Fâris döneminde (749-759/1348-1354) yurduna döndüğünde gezdiği uzak ülkelerden, gördüğü garip olaylardan bahsedince sözleri alayla karşılanmış ve pek çok şeyi uydurduğu sanılmıştır. Örneğin Ebu’l-Berekât Bilfîkî, Gırnata’da görüştüğü gezginin her şeyi çok abarttığını savunmuştur. Kuşkusuz; bilge siyasetçi Vezir İbn Vudrâr olmasaydı İbn Haldun da alaycılar kervanına katılacaktı. Seyyahın yola çıkarken derin bir kültüre sahip olmadığı savunulsa bile, gerek seyahat esnasında aldığı icâzetler ve her sahada öğrendiği yeni bilgiler; gerekse önceki yazarların anlattıklarını güncelleştirme çabası bize şunu göstermektedir ki; yurduna döndüğünde artık deneyimli bir bilgin ve seçkin bir danışman olarak Merinî sultanının meclisinde yerini almıştır. Elimize ulaşamasa da İbn Sûde bize İbn Battûta’nın el-Vasît fî Ahbâri Men Halle Timentıt başlığıyla ikinci bir kitabı olduğunu bildirmektedir.
Harezmi ve ikinci Derece Denklemler
Doğum ve ölüm tarihleri kesin olmamakla birlikte El Harezmi (Ebu Abdullah Muhammed bin Musa) Hazar denizinin
doğusundaki Harizm'de (Özbekistan) genel görüşe göre 783 yılında dünyaya geldiği kabul edilmektedir. Meşhur bilim
tarihçisi George Alfred Leon Sarton (1884 -1956) "Introduction to the History of Science"
ve "E.T. Bell "The Development of Mathematics" eserlerinde, Harizmî'nin
850'de vefat ettiğini kaydetmiştir. Tüm dünyaya ismini, (El Harezmi) – isminin Latince telaffuzu ile - “algoritma” olarak zikrettiren bu Müslüman Türk alimi, cebir ilminin kurucusu olarak kabul edilir. Zaten cebir kelimesi de Harezmi’nin (El Kitab’ül Muhtasar Fi Hisab’il Cebri ve’l Mukabele ) “Cebir ve denklem hesabı üzerine özet kitap” adlı eserinden gelir.
Harezmi, cebir denklemlerinin çözümünde kare ve diktörgen şekillerden yararlanır. Denklem çözümlerinde bu geometrik şekilleri kullandığından, denklemlerde hep artı işaretli terimler göz önünde tutulur. Kare bilinmeyeni, dikdörtgen ise bilinmeyenin sabit bir katını temsil eder. Denklem çözümleri daima pozitif değerler içindir. El-Harezmi, ikinci dereceden denklemlerin çözülmesi için geometrik modellerden de yararlanmıştır.
El Harezmi, ikinci derece denklemlerin çözümünü çok sade, anlaşılır ve sistematik biçimde yazmıştır. Çözümleri adım adım sistemli bir sıra ile vermiş olması, ‘algoritma’ yöntemlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Günümüz dünyasının vazgeçilmez parçası olan algoritma ve bilgisayarların programlama dilleri, Harezmi’nin algoritmik yöntemleri esas alınarak oluşturulmuştur.
Günümüzde kullanılan ikinci derece denklemlerin kök bulma formülü de Harezmi'nin dikdörtgensel çözüm metodundan türemiştir. Diskriminant değerine ilk işaretler de Harezm'in denklem çözümlerinde görülmüştür.
Harezmi, cebir denklemlerinin çözümünde kare ve diktörgen şekillerden yararlanır. Denklem çözümlerinde bu geometrik şekilleri kullandığından, denklemlerde hep artı işaretli terimler göz önünde tutulur. Kare bilinmeyeni, dikdörtgen ise bilinmeyenin sabit bir katını temsil eder. Denklem çözümleri daima pozitif değerler içindir. El-Harezmi, ikinci dereceden denklemlerin çözülmesi için geometrik modellerden de yararlanmıştır.
El Harezmi, ikinci derece denklemlerin çözümünü çok sade, anlaşılır ve sistematik biçimde yazmıştır. Çözümleri adım adım sistemli bir sıra ile vermiş olması, ‘algoritma’ yöntemlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Günümüz dünyasının vazgeçilmez parçası olan algoritma ve bilgisayarların programlama dilleri, Harezmi’nin algoritmik yöntemleri esas alınarak oluşturulmuştur.
Günümüzde kullanılan ikinci derece denklemlerin kök bulma formülü de Harezmi'nin dikdörtgensel çözüm metodundan türemiştir. Diskriminant değerine ilk işaretler de Harezm'in denklem çözümlerinde görülmüştür.
El-Harezmi en genel hali ile ax^2+bx+c=0 şeklinde verilen bir ikinci dereceden denklemin köklerinin çözümünü bulmuştur. Uzun uğraşlar sonrasında, denklemi geometrik bir modelleme ile oluşturup çözüm kümesini bulmayı sağlamıştır. Tabi bu geometrik modellemede çözüm kümesi bulunurken negatif sayılar ihmal edilmiştir. Harezmi denklem çözümünde şu adımları izlemiştir.
Denklem, en genel halinde a, b ve c katsayıları ve x bilinmeyeni içeren ax^2+bx+c=0 şeklinde cebirsel bir ifade olarak yazılabilir. Denklemdeki x^2'li terimi, bir kenarı x’e eşit olan bir kare olarak modellemiştir. Bilinmeyen karesi yani x^2 geometrik olarak kare ile temsil edilebilir. El-Harezmi önce denklemin her iki tarafını denklemin başkatsayısı olan "a" ile bölerek ilk terimin bir kenarı x olan kare haline dönüşmesini sağlamıştır. Bu şekilde kare ve dikdörtgenlerden yararlanarak 2.derece bir denklemin köklerini bulmuştur.
Kaynakça:
Prof. Dr. Şen, Z. 2006. Batmayan Güneşlerimiz. Sayfa 26.
Göker, Lütfi 1997. Matematik tarihi ve Türk-İslam matematikçilerinin yeri. Düşünce Eserleri Dizisi. Milli Eğitim bakanlığı Yayınları, sayfa 476.
Kerim Erim (1894-1952)
Kerim Erim (1894-1952) doktora derecesini 1919'da Almanya’nın Erlangen kentindeki Frederich-Alexanders Üniversitesi’nden aldı. Türkiye'de yüksek matematik öğretiminin yaygınlaşmasında ve çağdaş matematiğin yerleşmesinde etkin rol oynadı; mekaniğin matematik esaslara dayandırılmasına öncülük etti. Ülkemizde bir matematik doktorası yöneten ilk bilim adamı oldu. Devlet sanatçısı piyanist Gülsin Onay’ın dedesidir. 1894 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. İlköğrenimini Halep’te tamamladıktan sonra kısmen evde, kısmen Hendese-i Mülkiye’nin ilk sınıflarında ders görerek ortaöğrenimini tamamladı; yükseköğrenimine İstanbul’daki Yüksek Mühendis Mektebi’nde devam etti. Yüksek Mühendis Mektebi’ni 1914 yılında tamamladıktan sonra matematiğe duyduğu büyük ilgi nedeniyle Berlin Üniversitesi’nde daha ileri matematik öğrenimi görmek üzere Almanya’ya gitti. 1919’da Frederich-Alexanders Üniversitesi’nde cebir konusunda doktora derecesini alarak İstanbul’a döndü[4]. Mezunu olduğu Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri verdi. 1929’da doçentliğe yükseldi.
İstanbul Yüksek Mühendis mektebi’ni bitirdikten (1914) sonra Berlin Üniversitesi’nde Albert Einstein’in yanında doktorasını yaptı (1919) Türkiye’ye dönünce, bitirdiği okulda öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı Üniversite reformunu hazırlayan kurulda yer aldı Yeni kurulan İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde analiz profesörü ve dekan olduğu gibi Yüksek Mühendis Mektebi’nde de ders vermeye devam etti Yüksek Mühendis Mektebi İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülünce buradan ayrıldı ve yalnızca İstanbul Üniversitesi’nde çalışmaya devam etti Daha sonra burada ordinaryüs profesör oldu 1948 yılında Fen Fakültesi Dekanlığı’na getirildi
1940-1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Matematik Enstitüsü’nün başkanlığını yaptı Türkiye’de yüksek matematik öğretiminin yaygınlaşmasında ve çağdaş matematiğin yerleşmesinde etkin rol oynadı Mekaniğin matematik esaslara dayandırılmasına da öncülük etti Matematik ve fizik bilimlerinin felsefe ile olan ilişkileri üzerinde de çalışmalarda bulunan Erim’in Almanca ve Türkçe yapıtları bulunmaktadır Bunlardan bazıları şunlardır:
Nazari Hesap (1931), Mihanik (1934), Diferansiyel ve İntegral Hesap (1945), Über die Traghe-its-formen eines modulsystems (Bir modül sisteminin süredurum biçimleri üstüne – 1928)
Kerim Erim, dünyada mekanikle ilgili bilim adamlarını bir araya getirmek üzere dört sene bir düzenlenen Uluslararası Sırfi ve Tatbiki Mekanik Kongresi’nin sekizincisinin 1952’de İstanbul’da gerçekleşmesi için büyük emek verdi. Ne var ki bu çalışma sırasında tutulduğu hastalık nedeniyle kongrenin açılışına katılamadı; ancak son celsede kapanış nutkunu okuyabildi. Nekahat için Avrupa’ya gidip döndükten sonra 29 Aralık 1952’de hayatını kaybetti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği’ndedir.
1940-1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Matematik Enstitüsü’nün başkanlığını yaptı Türkiye’de yüksek matematik öğretiminin yaygınlaşmasında ve çağdaş matematiğin yerleşmesinde etkin rol oynadı Mekaniğin matematik esaslara dayandırılmasına da öncülük etti Matematik ve fizik bilimlerinin felsefe ile olan ilişkileri üzerinde de çalışmalarda bulunan Erim’in Almanca ve Türkçe yapıtları bulunmaktadır Bunlardan bazıları şunlardır:
Nazari Hesap (1931), Mihanik (1934), Diferansiyel ve İntegral Hesap (1945), Über die Traghe-its-formen eines modulsystems (Bir modül sisteminin süredurum biçimleri üstüne – 1928)
Kerim Erim, dünyada mekanikle ilgili bilim adamlarını bir araya getirmek üzere dört sene bir düzenlenen Uluslararası Sırfi ve Tatbiki Mekanik Kongresi’nin sekizincisinin 1952’de İstanbul’da gerçekleşmesi için büyük emek verdi. Ne var ki bu çalışma sırasında tutulduğu hastalık nedeniyle kongrenin açılışına katılamadı; ancak son celsede kapanış nutkunu okuyabildi. Nekahat için Avrupa’ya gidip döndükten sonra 29 Aralık 1952’de hayatını kaybetti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği’ndedir.
Hüseyin Tevfik Paşa (Lineer Cebir)
Hüseyin Tevfik Paşa, (1832-1901) Vidin’de doğmuş, genç yaşta İstanbul’a gelmiş ve Askerî Okul’da okumuştur Burada, matematik derslerindeki yeteneğiyle Cambridge Üniversitesi’nden mezun olmuş olan matematik hocası Tahir Paşa’nın dikkatini çekmiş ve Tahir Paşa kendisine özel dersler vermiştir Tahsilini bitirdikten sonra Harbiye’ye cebir hocası olarak atanmış, Tahir Paşa ölünce onun matematik dersleri de Hüseyin Tevfik Paşa’ya kalmıştırHarbiye’deki hocalığı devam ederken, Tophâne Tecrübe ve Muayene Komisyonu’na da getirilmiştir 1868′de Paris’teki Mekteb-î Osmanî’ye müdür muavini olarak gönderilmiş ve aynı zamanda balistik ve tüfek imalatı üzerine incelemelerde bulunmakla görevlendirilmiştir Bu arada matematik bilgisini geliştirmek için üniversiteye de devam etmiş ve Paris’te kaldığı iki yıl boyunca bazı makaleler yayımlamış ve bilimsel toplantılara katılmıştır
Hüseyin Tevfik Paşa, 1872′de Amerika’daki bazı silah fabrikalarına ısmarlanan tüfeklerin imalatını ve şartnâmeye uyulup uyulmadığını kontrol etme göreviyle Amerika’ya gönderilmiştir 1878 yılına kadar Amerika’da kalmış ve bu süre içinde matematikle uğraşmıştır; Lineer Cebir adlı İngilizce kitabını bu sırada yazmış ve Argand’ın kompleks sayılarla ilgili teorisinde ileri sürdüğü çarpımı üç boyutlu uzaya uygulamanın bir yolunu bulmuştur
Hüseyin Tevfik Paşa, lineer cebir hakkında yazdığı eserinin önsözünde şöyle söylemektedir: “Bu kitapta incelenen lineer cebir, dünyanın Sir William Hamilton’a borçlu olduğu quaterniyonlara çok benzer Lineer cebir, quaterniyonların bütün potansiyellerine sahiptir ve güçlüğü daha azdır. Quaterniyonlar üniversitelerde öğretilmektedir ve kabul görmüş bir bilgidir Lineer cebirin de aynı kabülü görüp görmeyeceğini, hattâ quaterniyonların yerini alıp almayacağını şimdiden bilemiyorum.” Kendi sisteminin üstünlüğünü ise şöyle ifade etmiştir: “Quaterniyonların çarpımı, isim olarak bile düzlem geometride ele alındığında, bizi üç boyutlu uzayda çalışmaya zorlamaktadır; halbuki lineer cebirde yalnızca iki boyut ele alındığı zaman bir üçüncü boyutu düşünme durumunda değiliz.”
Hüseyin Tevfik Paşa’nın bu eseri tercüme değildir ve konuya özgün katkı yapması açısından çok önemlidir.
Tevfik Paşa’nın başka pek çok görevleri olmuş, Fransa ve Amerika’da kaldığı sıralarda Fransızca ve İngilizce’yi, bu dillerde kitap yazabilecek kadar iyi öğrenmiştir Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Yusuf Ziya Paşa ile birlikte Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye’nin ve Dârüşşafaka’nın kurucularındandır. Burada matematik dersleri vermiş, yine bu sıralarda arkadaşlarıyla çıkarttığı Mebâhis-i İlmiyye adlı aylık dergiye makaleler yazmıştır Bu dergide yayımladığı makaleleri arasında “Mahsûsât ve Gayr-ı Mahsûsât” isimli felsefî bir yazısı, ayrıca türev ve fonksiyonlar üzerine yazıları bulunur.
Hüseyin Tevfik Paşa, daima devlet memuriyetiyle görevli olmasına rağmen, matematik bilimlerle ilgilenmeye zaman ayırabilmiş, zengin bir kütüphane oluşturmuş, çevresindeki Sâlih Zekî gibi yetenekli gençlere, vakit ayırmış, periyodik yayınlarla entellektüel bir ortamın oluşmasına gayret sarf etmiştir.
Hüseyin Tevfik Paşa'nın Lineer Cebir hakkında yazdığı kitap, İTÜ VAKFI yayınları tarafından, tıpkı basım yapılarak tekrar yayın hayatına kazandırılmıştır. (Bkz. Hüseyin Tevfik Paşa-Lineer Cebir)
Hüseyin Tevfik Paşa’nın Eserleri
1- Zeyl-i usul-i Cebir
2- Cebr-i Âlâ
3- Fenn-i Makina
4- Mebahis-i İlmiye Mecuasmda yazdığı makaleler (Hesab-ı Müsenna = Dual Aritmetique)
5- Tahir Paşa’nın Usul-i Cebir adlı eserine yazdığı ek türevler,Taylor ve Mc’Lauren bahisleri içerir.
6- Usul-i llm-i Hesap
7- Astronomi
8- Mahsusat ve Gayrı Mahsusat (Felsefeye ait bir eserdir)
9- Linear Algebra
Molla Lütfi ve Matematik
(ö.1495) 15. yüzyılda Fatih
Sultan Mehmet ve II. Beyazıd dönemlerinde yaşamış meşhur matematikçilerdendir.
Sinan Paşa’nın ve Ali Kuşçu’nun talebesi olmuş Ali Kuşçu’dan öğrendiği
matematik bilgilerini Sinan Paşa’ya aktarmıştır. Böylece Sinan Paşa onun vasıtasıyla
matematik öğrenmiştir. Sinan Paşa’nın tavsiyesiyle Fatih Molla Lütfi’yi özel
kütüphanesinin müdürlüğüne getirmiştir. Molla Lütfi bu sayede pek çok değerli
kitaptan değişik bilimleri öğrenme fırsatına sahip olmuştur. Sinan Paşa Fatih
tarafından Sivrihisar’a sürülünce Molla Lütfi de hocası ile birlikte gitmiş
Sultan II. Beyazıd’ın tahta çıkmasının ardından hocasıyla birlikte İstanbul’a
dönmüştür. Önce Bursa’daki Yıldırım Beyazıd Medresesi’nde sonra Filibe’de ve
Edirne’de medrese hocalığı yapmıştır.
Molla Lütfi çevresindeki devlet
erkanına ve bilginlere latife yaparak onları eleştirdiğinden çoğu kimse
tarafından sevilmezdi. Fatih Sultan Mehmet’le bile iki arkadaş gibi
şakalaşırdı. Kendisini çekemeyen bazı kimselerin dinsizlik suçlamaları
nedeniyle kovuşturmaya uğradı ve Sultan Beyazıd döneminde idam edildi.
Molla Lütfi’nin çoğu Arapça olan
eserleri 17. yüzyıla kadar elden düşmemiştir. Taz’ifü’l-Mezbah (Sunak Taşının
İki Katının Bulunması Hakkında) adlı kitabı iki bölümden oluşur. Birinci
bölümde kare ve küp tarifleri çizgilerin ve yüzeylerin çarpımı ve iki kat
yapılması gibi geometri konuları ele alınmıştır. İkinci bölümde ise meşhur "Delos problemi" incelenmiştir. Molla Lütfi’ninbu problemi İzmir’li Theon’un
eserinden öğrendiği anlaşılmaktadır. İzmir’li Theon İskenderiye kütüphanesinin
müdürü Eratosthenes’e atıfla Delos adasında büyük bir veba salgını çıkınca
ahalinin Apollon rahibine müracaat ederek bu salgının geçmesi için ne yapmak
gerektiğini sorduklarında rahibin tapınaktaki sunak taşını iki katına
çıkarmalarını tavsiye ettiğini böylece kolaylıkla çözülemeyecek bir matematik
problemi ortaya çıkmış olduğunu yazar. Mimarlar bu işi başaramayınca Platon’un
yardımını isterler. Platon rahibin sunak taşına ihtiyacı olduğundan değil
Yunanlılara matematiği ihmal ettiklerini ve küçümsediklerini söyleme maksadında
olduğunu bildirdikten sonra problemlerin orta orantı ile çözüleceğini ifade
etmiştir.
Molla Lütfi işte bu hikayeye dayanarak eserini yazmıştır. Kitabında
küpün iki kat yapılmasının yanına başka bir küp ilave etmek demek olmayıp onu
sekiz defa büyütmek demek olduğunu açıklar. Molla Lütfi Mevzuatü’l Ulüm
(Bilimlerin Konuları) adlı eserinde de yüz kadar bilimi tasnif etmiştir.
Yahya en-Nakkaş et-Tuleytuli (Ez-Zerkale)
İbn Zerkale (ö. 493-1100) Endülüslü astronom ve matematikçidir. Ebû İshâk İbrâhîm b. Yahya en-Nakkâş et-Tuleytûlî el-Kurtubî. Hayatı hakkında çok az şey bilinmektedir. XI. yüzyılın ilk çeyreğinde muhtemelen Tuleytula'da (Toledo) doğmuştur. İbnü'z-Zerkâle künyesinin bazı kaynaklarda Zerkâlî şeklinde geçmesinden aslında bir lakap olduğu ve muhtemelen "zerkâ" (mavi gözlü) sıfatından Ortaçağ Latincesi'ndeki "-ellus/-el" küçültme ekiyle türetildiği belirtilmektedir. Latin kaynaklarında adı Azarquiel, Arzachel, Azarchel, Arzakal ve Elzarkal şeklinde geçer. Batılı ilim adamlarının çoğu onu yahudi kimliğiyle tanıtmaktaysa da Fransız ilimler tarihçisi Pierre Duhem, "Le systeme du monde, histoire des doctrines cosmologiques de Platon â Copernic" adlı eserinde müslüman olduğunu ispat etmiştir .
Sanatkâr bir aileden gelen İbnü'z-Zerkâle'nin el sanatlarında gösterdiği maharet, Tuleytula Kadısı Sâid el-Endelüsî'nin hizmetine girmesine vesile olmuş, yaptığı gözlem aletleriyle kısa sürede dikkatleri üzerine çekince kendisine astronomi alanında yetişmesi için imkân tanınarak çeşitli kitaplar sağlanmıştır. 454 (1062) yılında Tuleytula Emîri Yahya b. İsmail el-Me'mûn tarafından kurulan astronomik gözlem heyetinin üyeliğine, daha sonra da başkanlığına getirildi. Tuleytula'nın büyük hayranlık uyandıran su saatlerini imal etmesiyle ün kazandı; Moses ben Ezra (ö. 1135 |?|) bu saatler için yazdığı manzumeye onun adıyla başlamıştır. İbnü'z-Zerkâle'nin saatleri oldukça kesin bir ay takvimini esas alıyordu ve bir ölçüde Avrupa'da XVII. yüzyılda yaygın olan saatlere öncülük etmiştir.
İbnü'z-Zerkâle, Kastilya-Leon Kralı VI. Alfonso'nun 1078'de Tuleytula'yı zaptetmesinin ardından Kurtuba'ya yerleşmiş ve çalışmalarını burada sürdürerek Regulus yıldızının boylamını ve gezegenlerin en yüksek noktalarını belirlemiştir. Bazı müellifler, onun son gözlemlerini 480'de (1087) gerçekleştirmiş olmasından hareketle o yıl vefat ettiğini ileri sürmüşlerse de İbnü'l-Ebbâr, ay ve gün belirterek 8 Zilhicce 493 (14 Ekim 1100) tarihinde Kurtuba'da (Cordoba) öldüğünü bildirmektedir. Yetiştirdiği öğrecilerin en önde geleni Muhammed b. İbrahim b. Yahya es-Seyyid'dir; ancak onun asıl etkisini, daha sonraki astronomlar kuşağından İbnü'l-Kemmâd et-Tûnisî, Bitrûcî, İbnü'l-Hâim, İbn İshak, Ebü'l-Hasan Ali, İbnü'l-Bennâ el-Merrâküşî ve Abraham İbn Ezra üzerinde görmek mümkündür.
Eserleri.
1. Tuleytula Zîci. Arapça aslı kayıptır. Biri Gerardo de Cremone, diğeri muhtemelen Sevillalı Juan tarafından yapılmış Latince tercümeleri günümüze ulaşmıştır. Eser Sâid el-Endelüsî'nin gözetiminde başlatılan, İbnü'z-Zerkâle'nin de içinde ve daha sonra başında yer aldığı astronomik gözlem çalışmalarının sonuçlarına dayanmaktadır. XII. yüzyıl boyunca bütün Avrupa'da kullanılan Marsilya Cetvelleri ona dayanarak düzenlenmiştir.
2. el-Kanûn. Müellifin, Proklos'un öğrencisi Ammonios'a nisbet edilen 800 yılının hemen öncesine ait malzemelere dayalı bir almanağı ıslah etmek suretiyle meydana getirdiği eserdir. Hipparkhos ve Batlamyus'tan da faydalanılan kitapta, gerek gezegenlere ait değerlerin gerekse trigonometrik fonksiyonların tesbitinde çeşitli kaynak ve yöntemler uzlaştırılmaktadır.
3. Suma referente al movimiento del sol. Literatürde İspanyollar'ın verdiği isimle tanınan eser kayıptır. Kitabın konusu güneş apojesinin hareketi üzerinedir. İbnü'z-Zerkâle bu eserinde, yıldızlara nisbetle güneş apojesinin (medâr-ı şemsin evc noktası) hareketini güneşin tâdil merkezinin yüzyıllık bir değişimi olarak açıklar ki bu keşif onun astronomi ilmine yaptığı en önemli katkıdır. Bu çalışmasıyla yirmi beş yıllık rasatlardan faydalanarak güneş apojesinin öz hareketinin, batıdan doğuya doğru yılda 12.04 saniyelik bir değişim gösterdiğini bulmuştur ki bu değer bugünkü ölçülere göre 11.8 saniyedir. Ondan yaklaşık iki asır önce Sabit b. Kurre, bu düzensizliğin rasatların duyarlı olmayışından kaynaklanmadığını, bunun kanunlara bağlı bir değişime tâbi olduğunu sezmiş, fakat bir açıklama getirememişti. Öte yandan İbnü'z-Zerkâle, ekliptiğin eğimi rasatları ile daha önceleri bulunmuş değerleri mukayese ederek bu eğimin 23° 33' ile 23° 53' arasında salındığı sonucuna varmış, bununla beraber yanlış olarak ekinoks (gece ile gündüz eşitliği) noktasının titrediğini kabul etmiştir. Batlamyus astronomisinde güneşin eve noktası sabit ve tâdil merkezi de değişmez olduğundan bu durumu göz önünde tutarak güneş için yeni bir teori önermiş ve bununla tâdil merkezindeki düzensizliği ortadan kaldırmıştır. Bu teoriye göre medâr-ı şems merkezi küçük bir daire üzerinde hareket ediyordu ve şüphesiz bu görüş Batlamyus'un mekanik sistemine tersti. Zira böylece yırtılma (hark) ve bitişmeyi (iltiyâm) kabul etmeyen Batlamyus'un billûrî felekleri dahilinde bir yırtılmayı kabul etmek gerekiyordu. İbnü'z-Zerkâle bu teorisiyle Batlamyus astronomisine büyük bir darbe vurmuş oldu.
4. Tratado relativo al movimiento de las estrellas fijas. Yalnızca Samuel ben Yehuda'nın İbrânîce çevirisiyle günümüze ulaşan ve literatürde İspanyollar'ın verdiği isimle tanınan eser sabit yıldızlar feleğine ait hareketin, arzın merkezini bir daire veya episikl üzerindeki hareketli bir noktayla birleştiren doğru çizginin hareketiyle belirlendiği tezini matematik yoluyla ispata çalışmaktadır. Önce Sabit b. Kurre'nin ortaya attığı bu teze titreme (trepidation) teorisi denilmektedir.
5. Kitâbü'l-'Amel bi's-safîhati'z-Zerkâliyye el-mü'adde li-âmili'l-âfâk (Kitâbü'l-'Amel bi'ş-şafîhati'z-zîciyyeti'l-mevzû'a li-takviyeti'l-kevâkib). Batı dünyasında "azafea" olarak bilinen "es-safîha" adlı astronomi aleti hakkındadır. İbnü'z-Zerkâle, ekvator dairesiyle ekliptik dairesinin stereografik izdüşümlerini bir tür usturlap olan bu aletle birleştirmiştir.
6. Tratado de la lâmina de los siete planetas. 1081 yılında yazılıp İbn Abbâd el-Mu'temid'e ithaf edilen eserin önemi Merkür'ün yörüngesinin eliptik olduğu iddiasını taşımasıdır.
7. Kitâbü't-Tedbîr. Astroloji üzerinedir.
8. Kitâbü'l-Medhal ilâ 'ilmi'n-nücûm.
(T.D.V. İslam Ans. 21/243-245)
https://islamansiklopedisi.org.tr/ibnuz-zerkale
İbn Saffar
Kurtuba'ya bağlı Gafik'te doğdu ve büyük dedesine nisbeten İbnü's-Saffar künyesiyle meşhur oldu. Kaynaklarda bazan kardeşi usturlap yapıcısı Muhammed ile karıştınldığı görülür. Doğum tarihi bilinmiyorsa da hocalarının ölüm tarihlerinden hareketle 360 (971) yılı civarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Tahsilini Kurtuba'da yaptı. dini ilimleri muhtemelen Kadı İbn Müferric ei-Ümevi'den okudu; çünkü ondan ve başka muhaddislerden hadis dinleyip rivayet ettiği bilinmektedir. Daha sonra Endülüs'te bilimin öncüsü sayılan astronom ve matematikçi Mecriti'nin öğrencisi oldu. Hammudiler'in siyasi karışıklık çıkarması üzerine kuvvetli bir ihtimalle Emir Mücahid ei-Amiri'nin daveti üzerine Daniye'ye (Denia) gitti ve oraya yerleşip riyazl ilimler öğretimini başlattı;birçok öğrenci yetiştirdikten sonra 426 (1035) yılı sonlarında vefat etti. Daha çok eğitim ve öğretim alanındaki çalışmalarıyla tanınmış ve arkasından sadece astronomi konusunda iki eser bırakmıştır. Said el-Endelüs'i onun dil, edebiyat. fıkıh. kelam, tarih ve riyaziye alanında tanınmış birer alim olan öğrencilerinden İbn Sergüt. Ebü'l-Asbağ el-Vasıti. İbn Şehr erRuayni, Yahya b. Hişam el-Kureş'i el-Eftas ve İbnü'l-Attar el-Kurtubi'nin adlarını vermektedir (Tabakatü 'l-ümem, s. 1 73-1 7 4); öğrencilerinden biri de kendisini , şeyhleri arasında zikreden muhaddis Ebu Ömer İbn Mehdi'dir (İbn Beşküval, I, 42).
Eserleri. 1. ez-Zicü'l-mu]]taşar. Sindhind (Siddhanta) metoduyla hazırlanmış astronomik tabloların özeti mahiyetindedir: fakat günümüze intikal etmemiş olup bir nüshası Paris'te bulunan İbranice tercümesiyle tanınmaktadır (Sezgin. VI. 250) Sâid el-Endelüsî onun dil, edebiyat, fıkıh, kelâm, tarih ve riyaziye alanında tanınmış birer âlim olan öğrencilerinden İbn Bergüt, Ebü'l-Asbağ el-Vâsıtî, İbn Şehr er-Ruaynî, Yahya b. Hişâm el-Kureşî el-Eftas ve İbnü'l-Attâr el-Kurtubî'nin adlarını vermektedir; öğrencilerinden biri de kendisini şeyhleri arasında zikreden muhaddis Ebû Ömer İbn Mehdî'dir.
İbn Saffar'ın Eserleri.
1-ez-Zîcü'l-muhtasar. Sind-hind (Siddhânta) metoduyla hazırlanmış astronomik tabloların özeti mahiyetindedir; fakat günümüze intikal etmemiş olup bir nüshası Paris'te bulunan İbrânîce tercümesiyle tanınmaktadır.
2. el-Amel bi'l-usturlâb (Kitab fi 'Ameli'l-usturlâb, Risale fi'l-usturlâb ve zikri âlâtih ve eczâ'ih, Risâletü'l-usturlâb). Usturlabın yapısı, işlevleri ve kullanılışı hakkında küçük hacimli düzenli bir çalışmadır. Ancak Abdullah b. Muhammed b. Sa'd et-Tücîbî'nin de belirttiği gibi müstensihler elinde değişikliğe uğramış ve ortaya bab sayıları farklı çeşitli nüshaları çıkmıştır. Eser, kırk iki bab ihtiva eden Madrid ve Berlin nüshaları esas alınarak J. Millas Valicrosa tarafından Kitâbü'l-'Amel bi'l-usturlâb ve zikru âlâtih ve eczâ'ih adıyla yayımlanmıştır.
1-ez-Zîcü'l-muhtasar. Sind-hind (Siddhânta) metoduyla hazırlanmış astronomik tabloların özeti mahiyetindedir; fakat günümüze intikal etmemiş olup bir nüshası Paris'te bulunan İbrânîce tercümesiyle tanınmaktadır.
2. el-Amel bi'l-usturlâb (Kitab fi 'Ameli'l-usturlâb, Risale fi'l-usturlâb ve zikri âlâtih ve eczâ'ih, Risâletü'l-usturlâb). Usturlabın yapısı, işlevleri ve kullanılışı hakkında küçük hacimli düzenli bir çalışmadır. Ancak Abdullah b. Muhammed b. Sa'd et-Tücîbî'nin de belirttiği gibi müstensihler elinde değişikliğe uğramış ve ortaya bab sayıları farklı çeşitli nüshaları çıkmıştır. Eser, kırk iki bab ihtiva eden Madrid ve Berlin nüshaları esas alınarak J. Millas Valicrosa tarafından Kitâbü'l-'Amel bi'l-usturlâb ve zikru âlâtih ve eczâ'ih adıyla yayımlanmıştır.
Fuat Sezgin'in kütüphane kayıtlarını verdiği yazmalarına ilâveten Türkiye'de bulunan beş nüshasından İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki elli üç babdan oluşan ve başında yazarın adını Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Abdullah b. Ömer b. Saffâr şeklinde bildiren nüshanın mevcutların en eskisi ve eksiksizi olduğu anlaşılmaktadır.
Eserin Türkiye'deki diğer iki nüshasının içinde yer aldığı Sivas Ziya Bey Kütüphanesi'ndeki bir mecmuada altıncı sırada bulunan kitabın, müstensihlerin eseri değişikliğe uğrattıklarını söyleyen Abdullah b. Muhammed b. Sa'd b. Muhammed et-Tücîbî'nin Risale fi'l-usturlâb adıyla kitaba yaptığı bir ıslah çalışması olduğu görülmektedir.
Astronomi ve matematik bilgini Muhammed b. Ahmed b. Ebû Yahya el-Habbâk et-Tilimsânî, İbnü's-Saffâr'ın bu eserini özetleyerek manzum hâle getirmiştir. İbnü's-Saffâr'a ayrıca Kitâb fi'ledviyeti'l-müfrede adlı bir kitap nisbet edilmekteyse de bu eserin tabip Ebû Ca'fer Ahmed İbnü's-Saffâr'a ait olması daha kuvvetli bir ihtimaldir.
(T.D.V. İslam Ansiklopedisi, 21/193-194)
(T.D.V. İslam Ansiklopedisi, 21/193-194)
İbn Havvam (ö. 724-1324)
Ebû Alî İmâdüddîn (Cemâlüddîn) Abdullah b. Muhammed el-Havvâm b. Abdirrezzâk el-Harbüvî el-Bağdâdî. 643 (1245) yılında muhtemelen Bağdat'ta doğdu; İsfahanı, Hârizmî ve Şafiî nisbeleriyle de anılır. Nasîrüddîn-i Tûsî'den aklî ilimler okuduğu bilinmekteyse de kaynaklarda bunun nerede ve nasıl gerçekleştiğine dair bilgi yoktur. İbn Havvam'ın çok yönlü bir tahsil gördüğü "feylesûf, hakîm, hâsib, tabîb, edîb ve mütekellim" gibi unvanlarından anlaşılmaktadır. Tahsilini tamamladıktan sonra Bağdat'ta Dârü'z-zeheb Medresesi'nde Şafiî fıkhı okuttu; ayrıca bu müessesenin tıp bölümünü yönetti ve ribât şeyhliğini yaptı. Öğretim faaliyetleri sırasında Kemâleddin el-Fârisî ve tabip İzzeddin el-Erbilî gibi birçok öğrenci yetiştirdi; bu arada İlhanlı devlet adamları Alâeddin Atâ Melik ve Şemseddin Cüveynî kardeşlerin çocuklarına da hocalık yaptı. Daha sonra İsfahan'a giderek Şemseddin Cüveynî'nin oğlu Bahâeddîn Muhammed'in hizmetine girdi ve ona ithaf ettiği el-Fevâ'idü'l-Bahâ'îyye fi'l-kavâ'idi'l-hisâbiyye adlı eserini Şaban 675 (Ocak 1277) tarihinde kaleme aldı. Son olarak Muharrem 715'te (Nisan 1315) Bağdat'ta Sultaniye Medresesi'nde öğretim görevi üstlendiği kaydedilmektedir. İbnü'l-Havvâm, hâmisi vezir ve tarihçi Reşîdüddin Fazlullâh-ı Hemedânî'nin İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han tarafından öldürülmesinden (718/1318) sonra onun tefsirine yazdığı bir takrizden dolayı küfürle itham edildi, ancak mahkemede kelime-i şehâdet getirmesi üzerine serbest bırakıldı ve daha sonra Bağdat'ta vefat etti.
Kaynaklarda güzel ahlâk sahibi, hoşgörülü, âdil ve bilgili bir kimse olarak tanıtılan İbnü'l-Havvâm, İlhanlı Devleti'nin ileri gelenleriyle kurduğu özel ilişkiler sonucunda varlıklı bir insan olmuş ve elindeki imkânları hayır işlerinde kullanmıştır. Dârü'z-zeheb Vakfı Mütevelli Heyeti'nin başkanlığını yürüttüğü, medrese binasının imarı, gelirlerinin düzenlenmesi ve yönetiminin ıslahı için çaba harcadığı bilinmektedir; ayrıca buraya birçok kitap bağışlamış ve öğrencilerine burs sağlamıştır. Öte yandan bir külliye yaptırarak bütün personelini tayin etmiş ve masrafların karşılanması için vakıf gelirleri bağlamıştır.
İbnü'l-Havvâm'ın İslâm ilimler tarihinde en çok iz bıraktığı alan matematiktir. Nitekim onun el-Fevâ'idü'l-Bahâ'iyye adlı matematiğe dair eseri, kendisinden sonra öğrencisi Kemâleddin el-Fârisî ve daha sonra İmâdüddin el-Kâşî gibi matematik âlimlerince şerhedilmiş ve etkisi Osmanlı matematiği üzerinde de devam etmiştir. İbnü'l-Havvâm bu eserinde, Gerasalı Nicomachos'tan İslâm dünyasına intikal eden Pisagorcu sayı kavramını esas almış ve hesap türleri içinde "hesâb-ı hevâî" üzerinde yoğunlaşmıştır. Cebir alanında ise Kerecî geleneğini sürdürdüğü görülmektedir. Ancak onun, eserini daha ziyade dönemindeki matematik birikimini, "hesâb-ı Hindî" hariç olmak üzere orta seviye ve hacimde yansıtan bir ders kitabı olarak tasarladığı kitabına yazdığı önsözden anlaşılmaktadır. Yine bu önsözde, eserde hesap kurallarına dair hem analitik hem geometrik ispatlara yer verileceği belirtilmekle birlikte geometrik ispata hiç temas edilmemiştir. Cebirle ilgili bölümde geometrik ispatların el-Bahâ'iyye'ye yazılacak bir şerhte ele alınacağı söylenmişse de İbnü'l-Havvâm'ın böyle bir şerh yazdığına dair günümüze herhangi bir bilgi ulaşmamıştır. İbnü'l-Havvâm'ın orijinal yönü, bu eserinin son bölümündeki otuz üç adet çözümsüz cebir problemini ele alırken ortaya çıkmaktadır. Bir matematikçinin çözemediği, fakat çözümsüz olduğunu da ispatlayamadığı problemlere öteki meslektaşlarına havale etmek üzere eserinde yer vermesi tesbit edilebildiği kadarıyla ilk defa İbnü'l-Havvâm'da görülmektedir. Benzeri bir yaklaşıma çok daha sonra Bahâeddin Âmilî'nin (ö. 1031/1622) Hulâşatü'l-hisâb adlı eserinde rastlanmaktadır.
Bu otuz üç cebir problemini İbnü'l-Havvâm'ın öğrencisi Kemâleddin el-Fârisî yazdığı şerhte aktarmış, ancak bunları çözmeye veya çözümsüz olduklarını ispat etmeye çalışmamıştır. İmâdüddin el-Kâşî de şerhinde problemlerin dördüncüsünü çözmeye teşebbüs etmiştir. İbnü'l-Havvâm'ın ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra Sultan II. Bayezid'e sunulan müellifi meçhul İrşâdü't-tullâb ilâ İlmi'l-hisâb adlı eserde de el-Bahâ'iyye'de bulunmamakla birlikte İbnü'l-Havvâm'a nisbet edilen bir çözümsüz problem yer almaktadır.
İbnü'l-Havvâm'ın eserine öğrencisi Kemâleddin el-Fârisî ve İmâdüddin el-Kâşî tarafından yazılan şerhler onun matematik alanındaki etkisini XVIII. yüzyıla kadar taşımıştır. Bu durum, esere ve her iki ünlü şerhine ait nüshaların yahut bu eserlere çeşitli dönemlerde yapılmış atıfların çokluğundan anlaşılmaktadır. Meselâ Semerkant matematik-astronomi okulunun kurucusu ve en önemli temsilcisi olan Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî'nin hem İbnü'l-Havvâm'ın eserini hem de iki şerhini incelediği bilinmektedir. Molla Lutfî de (ö. 900/1494-95) Risale fi's-seb'i'ş-şidâd'ında Fârisî şerhine atıfta bulunmaktadır. Bu şerhin Taşköprizâde'nin (ö. 968/1561) Miftâhu's-saâde adlı eserinde "İlmü hisâbi'l-hevât' bölümünde zikredilmesi, XVII. yüzyıl öncesi dönemde Osmanlı matematik eğitiminde İbnü'l-Havvâm'ın eserinin ve ona Fârisî'nin yazdığı şerhin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
İbnü'l-Havvâm'ın matematikteki etkisinin XVIII-XIX. yüzyıllarda Türkiye'de sürdüğüne dair işaretler mevcuttur. Meselâ Câbîzâde Halil Faiz (ö. 1124/1712), Cemşîd el-Kâşî'nin Miftâhu'l-hisâb adlı eserinin cebir bölümünün Türkçe tercümesinde Fârisî'nin şerhine atıfta bulunmaktadır. Yine Kuyucaklızâde Mehmed Atıf Efendi (ö. 1263/1847) II. Mahmud'a sunduğu, Bahâeddin Âmilî'nin Hulâsatü'l-hisâb adlı eserinin tercüme ve şerhinde Fârisî şerhinden iktibaslar yapmıştır. Ayrıca gerek el-Baha'iyye'nin gerekse iki ünlü şerhinin yazma nüshalarına İstanbul kütüphanelerinde daha yoğun şekilde rastlanması İbnü'l-Havvâm'ın Osmanlı matematiği üzerindeki etkisini göstermektedir.
İbn Havvam Eserleri:
1. Nakzu re'yi'n-nâsihîn ve ibtâlü temessükihim bi-âyâti'l-Kur'ân. Klasik ve modern kaynaklarda adı geçmeyen eserin bir nüshasının Şükrî Faysal adlı bir ilim adamının özel kütüphanesinde bulunduğunu yalnız Ziriklî kaydetmektedir.
2. Risâletü'l-ürâse. Tasavvufi bir çalışma olup kaynaklarda yine adından söz edilmeyen eser Hüseyin Ali Mahfuz tarafından on altı sayfa olarak yayımlanmıştır.
3. Makale fi İlmi'l-ahlâk. Felsefî ahlâk alanında yazılmış olan bu eser de kaynaklarda yer almamıştır. Tesbit edilebilen tek nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde kayıtlıdır.
4. Mukaddime fi't-tıb (Kitâbü't-Tezkireü's-Sa'diyye fi'l-kavânîni't-tıbbiyye, el-Külliyye). Eseri ilk defa Safedî, daha sonra da Brockelmann, Ahmed îsâ ve Ziriklî kaydetmiştir.
5. Fuşûl alâ fehmi'l-makaleti'l-'âşira min Kitabi Öklîdis. Fuat Sezgin tarafından Risale fî fehmi'l-Makâleti'l-âşira el-müteallika min Kitabi Öklîdis, D. A. King ve Ramazan Şeşen tarafından Şerhu'l-Makâleti'l-'âşira min Kitabi'l-Öklîdis olarak verilen eserin ismi. Süleymaniye Kütüphanesindeki nüshalarında yukarıda kaydedildiği şekilde olup Öklid'in Elementer'inin irrasyonel sayıların geometrik incelemesine dair X. makalesi için yapılmış bir açıklamadır.
6. er-Risâletü'ş-şemsiyye fi'l-kavâ'idi'l-hisâbiyye. Klasik kaynaklarda adı geçmeyen bu eserden ilk defa Brockelmann söz etmiş ve Paris Bibliotheque Nationale'de bir nüshasının kayıtlı bulunduğunu belirtmiştir. el-Fevaidü'l-Baha'iyye'nin farklı bir versiyonu ve ondan daha muhtasar olan bu eserin bir nüshası da Kastamonu İl Halk Kütüphanesi'ndedir.
7. el-Fevafidü'l-Bahâ'iyye fi'l-kavâidi'l-hisâbiyye. İb-nü'l-Havvâm'ın klasik kaynaklarda zikredilen tek eseridir. İlk defa Safedî'nin el-Kavâidü'l-Bahâ'iyye fi'l-hisâb şeklinde sözünü ettiği eserin dünya kütüphanelerinde yirmi beşten fazla nüshası mevcuttur. er-Risâletü'l-Bahâ'iyye adıyla tanınan eser, Bahâeddin Âmilî'nin aynı adla da anılan Hulâşatü'l-hisâb'ı ile zaman zaman karıştırılmıştır.
Bu otuz üç cebir problemini İbnü'l-Havvâm'ın öğrencisi Kemâleddin el-Fârisî yazdığı şerhte aktarmış, ancak bunları çözmeye veya çözümsüz olduklarını ispat etmeye çalışmamıştır. İmâdüddin el-Kâşî de şerhinde problemlerin dördüncüsünü çözmeye teşebbüs etmiştir. İbnü'l-Havvâm'ın ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra Sultan II. Bayezid'e sunulan müellifi meçhul İrşâdü't-tullâb ilâ İlmi'l-hisâb adlı eserde de el-Bahâ'iyye'de bulunmamakla birlikte İbnü'l-Havvâm'a nisbet edilen bir çözümsüz problem yer almaktadır.
İbnü'l-Havvâm'ın eserine öğrencisi Kemâleddin el-Fârisî ve İmâdüddin el-Kâşî tarafından yazılan şerhler onun matematik alanındaki etkisini XVIII. yüzyıla kadar taşımıştır. Bu durum, esere ve her iki ünlü şerhine ait nüshaların yahut bu eserlere çeşitli dönemlerde yapılmış atıfların çokluğundan anlaşılmaktadır. Meselâ Semerkant matematik-astronomi okulunun kurucusu ve en önemli temsilcisi olan Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî'nin hem İbnü'l-Havvâm'ın eserini hem de iki şerhini incelediği bilinmektedir. Molla Lutfî de (ö. 900/1494-95) Risale fi's-seb'i'ş-şidâd'ında Fârisî şerhine atıfta bulunmaktadır. Bu şerhin Taşköprizâde'nin (ö. 968/1561) Miftâhu's-saâde adlı eserinde "İlmü hisâbi'l-hevât' bölümünde zikredilmesi, XVII. yüzyıl öncesi dönemde Osmanlı matematik eğitiminde İbnü'l-Havvâm'ın eserinin ve ona Fârisî'nin yazdığı şerhin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
İbnü'l-Havvâm'ın matematikteki etkisinin XVIII-XIX. yüzyıllarda Türkiye'de sürdüğüne dair işaretler mevcuttur. Meselâ Câbîzâde Halil Faiz (ö. 1124/1712), Cemşîd el-Kâşî'nin Miftâhu'l-hisâb adlı eserinin cebir bölümünün Türkçe tercümesinde Fârisî'nin şerhine atıfta bulunmaktadır. Yine Kuyucaklızâde Mehmed Atıf Efendi (ö. 1263/1847) II. Mahmud'a sunduğu, Bahâeddin Âmilî'nin Hulâsatü'l-hisâb adlı eserinin tercüme ve şerhinde Fârisî şerhinden iktibaslar yapmıştır. Ayrıca gerek el-Baha'iyye'nin gerekse iki ünlü şerhinin yazma nüshalarına İstanbul kütüphanelerinde daha yoğun şekilde rastlanması İbnü'l-Havvâm'ın Osmanlı matematiği üzerindeki etkisini göstermektedir.
İbn Havvam Eserleri:
1. Nakzu re'yi'n-nâsihîn ve ibtâlü temessükihim bi-âyâti'l-Kur'ân. Klasik ve modern kaynaklarda adı geçmeyen eserin bir nüshasının Şükrî Faysal adlı bir ilim adamının özel kütüphanesinde bulunduğunu yalnız Ziriklî kaydetmektedir.
2. Risâletü'l-ürâse. Tasavvufi bir çalışma olup kaynaklarda yine adından söz edilmeyen eser Hüseyin Ali Mahfuz tarafından on altı sayfa olarak yayımlanmıştır.
3. Makale fi İlmi'l-ahlâk. Felsefî ahlâk alanında yazılmış olan bu eser de kaynaklarda yer almamıştır. Tesbit edilebilen tek nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde kayıtlıdır.
4. Mukaddime fi't-tıb (Kitâbü't-Tezkireü's-Sa'diyye fi'l-kavânîni't-tıbbiyye, el-Külliyye). Eseri ilk defa Safedî, daha sonra da Brockelmann, Ahmed îsâ ve Ziriklî kaydetmiştir.
5. Fuşûl alâ fehmi'l-makaleti'l-'âşira min Kitabi Öklîdis. Fuat Sezgin tarafından Risale fî fehmi'l-Makâleti'l-âşira el-müteallika min Kitabi Öklîdis, D. A. King ve Ramazan Şeşen tarafından Şerhu'l-Makâleti'l-'âşira min Kitabi'l-Öklîdis olarak verilen eserin ismi. Süleymaniye Kütüphanesindeki nüshalarında yukarıda kaydedildiği şekilde olup Öklid'in Elementer'inin irrasyonel sayıların geometrik incelemesine dair X. makalesi için yapılmış bir açıklamadır.
6. er-Risâletü'ş-şemsiyye fi'l-kavâ'idi'l-hisâbiyye. Klasik kaynaklarda adı geçmeyen bu eserden ilk defa Brockelmann söz etmiş ve Paris Bibliotheque Nationale'de bir nüshasının kayıtlı bulunduğunu belirtmiştir. el-Fevaidü'l-Baha'iyye'nin farklı bir versiyonu ve ondan daha muhtasar olan bu eserin bir nüshası da Kastamonu İl Halk Kütüphanesi'ndedir.
7. el-Fevafidü'l-Bahâ'iyye fi'l-kavâidi'l-hisâbiyye. İb-nü'l-Havvâm'ın klasik kaynaklarda zikredilen tek eseridir. İlk defa Safedî'nin el-Kavâidü'l-Bahâ'iyye fi'l-hisâb şeklinde sözünü ettiği eserin dünya kütüphanelerinde yirmi beşten fazla nüshası mevcuttur. er-Risâletü'l-Bahâ'iyye adıyla tanınan eser, Bahâeddin Âmilî'nin aynı adla da anılan Hulâşatü'l-hisâb'ı ile zaman zaman karıştırılmıştır.
(T.D.V. İslam Ansiklopedisi,21/76-78)
Ahmed el-Farazi el-Hasib el-Mecriti
"Ebü'l-Kâsım Mesleme Ahmed el-Farazî el-Mecrîtî (ö. 398/1007) Endülüslü matematikçi ve astronomi âlimidir." Tam adı
Ebû’l-Kâsım Mesleme b. Ahmed el-Farazî el-Hasîb el-Mecrîtî el-Kurtubî’dir. Mecrîtî’nin
hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Mec-rît'te (Madrid) doğdu. Erken yaşlarda Kur-tuba'ya (Cordoba) yerleşerek matematik âlimi Abdülgâfir b. Muhammed'den ders aldı. Büyük bir ihtimalle Halife 111. Abdur-rahman'ın gözetiminde oluşturulan eski kültürlere âşinâ âlimler topluluğuyla irtibatı vardı ve sarayda astronom olarak görev yapıyordu. Batlamyus'un el-Mecis-tî'si üzerinde çalıştı; Hârizmî'nin Zîc'ini inceleyerek bazı yerlerini değiştirdi. 369 (979) yılında astronomi gözlemlerinde bulundu. Resû'ilü İhvâni'ş-Şofâ'yı Endülüs'te tanıtan odur. Kurtuba'da vefat etti. Yetiştirdiği öğrencilerin önde gelenleri Ebü'l-Kâsım İbnü's-Saffâr, İbnü's-Semh, İbnü'l-Hayyât, Zehrâvî, Ebû Müslim İbn Haldun ve Amr b. Abdurrahman el-Kir-mânîdir. Ölüm tarihinin de h. 397/ m. 1007 yılı olduğu kabul
edilmektedir. Matematik (riyaziyat), astronomi (felekiyat),tıp ve felsefe gibi
çeşitli ilim dalarında eser vermesine rağmen,daha çok tılsım ve gizli bilimlere
olan ilgisiyle meşhur olmuştur .Ancak İbn Hazm kendisini bir “filozof” olarak
tanımlamaktadır.
Mecrîtî’nin,
bütün doğu memleketlerini dolaştığı ve İhvân-ıSâfâ ile olan dostluğundan
bahsedilmektedir. Hatta bu yakınlıktandolayı da İhvân risalelerinin kendisi
tarafından Endülüs’egetirildiği iddialarını burada tekrar hatırlatmamız
gerekir.Mecrîtî’nin en meşhur eseri, “Gâyetu’l- Hakîm ve Ehakku’n- Netîceteyni
bi’t-Takdîm”adlı eseridir. Bu eser, kozmoloji üzerineyazılmış hacimli bir eser
olup, çok sayıda Hermetik ve Yeni-Platoncu görüşleri ihtiva etmektedir. Dünyanın bir çok kütüphanesinde yazması bulunan eser, İspanya kralı Kastilya’lıAlfons’un
emriyle 1256 tarihinde İspanyolca’ya tercüme ettirilmiştir. Latince tercümesi
ise Picatrix adını taşımaktadır.
H.Ritter (ö.1916) söz konusu eseri, önce
Arapça olarak neşretmiş,daha sonra da Plessner (ö.1898) ile beraber Almanca’ya
tercümeetmiştir.İbn Haldun, Mecrîtî ve adı geçen eserinin önemini;”O, sihir ve
tılsıma dâir yazılan bütün eserleri kısalttı, düzeltti, bu bilgilerinterim ve
kanunlarını kendinin Gâyetu’l-Hakîm adlı eserindetopladı. Mecrîtî’den sonra hiç
bir bilgin tarafından bu bilgiler hakkında bir eser yazılmadı”şeklinde
anlatmaktadır . Mecrîtî’ye nispet edilen şu eserler de önemli Hermetik
metinlerdir: Rutbetü’l-Hekîm; er-Ravda
fi’s-San’ati’l-İlâhiyyeti’l-Kerîmeti’l-Mahtûme; el-Evzân fî ilmi’l-Mîzân;
Kitâbu fî ilmi’l-Ahcâr ve Tedbîruha; Mefâhirâtu’l-Ahcâr; Makâle
fi’l-Kimiyâ;Risâle fi’t-Tabaî; Risâle fi’l-Kimya"
"Matematik ve astronomi konusunda Endülüs'ün en seçkin
bilginlerinden olan ve Endülüs'ün Öklid'i (Euclides) diye anılan Mecrîtî bu
düzeye, Doğu İslâm ülkeleleri-ne yaptığı bir seyahat sırasında eline geçen
eserler üzerindeki çalışmaları sonucunda ulaşmış, Endülüs'teki astronomi ve matematik
ancak onun çalışmaları sayesinde müstakil birer ilim dalı haline gelmiştir.
Mecrîtî Mağrib'in ilmî geleneğinde kendinden sonraki bilginleri ciddi biçimde
etkileyen bir otorite olarak kabul edilmiştir; onun bu etkileyici otoritesi
Batı için de geçerlidir.
Eserleri. 1. Ebvâb lâ yestağnî men yerûmü camele'l-usturlâb (Risâletü't-usturlâb). Usturlabın teknik olarak yapımı ve kullanımına dair bilgilerin yanı sıra astronomi cetvellerinin de yer aldığı eser, Juan Vernet ve M. A. Çatala tarafından İspanyolca'ya çevrilerek bir değerlendirme yazısıyla birlikte neşredilmiştir.[631]
2. Tct'lîk'alû Batlamyûs fi lastîhi basîti'1-küre. Batlamyus'un halen kayıp olan Planîsphere adlı eserinin Tastîhu basîti'1-küre adlı tercümesine yapılmış bir şerhtir. Eserin Bibliotheque Nation-ale'de kayıtlı bir nüshası yanında [632]Latince ve İbrânîce çevirileri günümüze ulaşmıştı.[633]
3. Zîcü'l-Hârizmî'nm gözden geçirilmiş şekli. Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî'nin hazırladığı astronomi cetvellerinin gözden geçirilerek bazı düzeltmelerin yapıldığı eserde Yezdicerd takvimine göre oluşturulmuş cetveller hicri tarihe çevrilmiştir. Ayrıca bu çalışmada Arîn tül dairesi yerine kısmen Ku-tuba tûl dairesi konulmuş ve hicret sırasında yıldızların konumları yaklaşık olarak tesbit edilmiştir. Arapça aslı kaybolan eserin Bathlı Adelard tarafından yapılan Latince çevirisi Almanca'ya tercüme edilerek yayımlanmıştır (Kopenhagen 1914).
4. Risale îî şekli'l-mulakkab bi'l-kat-tâc. Astronomi konusundaki eserde Sabit b. Kurre'nin bazı görüşleri geliştirilmiştir.[634]
5. Mu'âmelât, Gelir vergisi, mal bildirimi ve resmî ödemelerle ilgili hesap ve ölçümlere dair olup aritmetik ve geometrinin birlikte kullanıldığı bir muhtevaya sahiptir.
6. İhtişâ-ru tcfdîli'l-kevâkib min Zîci'l-Bettânî. Bettânî'nin astronomi cetvellerinin gözden geçirilerek bazı düzeltmelerin yapıldığı bir eserdir. Klasik kaynakların haber verdiği son iki kitap günümüze ulaşmamıştır.
Bunların dışında Mecrîtî'ye aidiyeti tartışmalı olan bazı eserler bulunmaktadır.Genelde gizli ilimler, cefr, sihir ve simya konularındaki bu eserlerin ona ait olmadığı söylenebilir. Mecrîtî'nin biyografisini yazan Sâid el-Endelüsî, İbn Ebû Usaybia ve İbnü'l-Kıftî gibi müelliflerin onun bu alanlarla ilgili herhangi bir çalışmasını zikretmemeleri ve bu eserlerin bir kısmının Mecrîtî'nin vefatının ardından kaleme alındığının anlaşılması gibi sebepler bu kanaati doğrular niteliktedir. Ona atfedilen eserlerin başında.400 (1009) yılından sonra yazılan ve simyaya dair olan Rüt-betü'î'hakîm ile kozmoloji, astroloji, büyü, gizli ilim konularını içeren ve 1256"da X. Alfonso'nun emri üzerine Picalrix adıyla Latince'ye çevrilen Ğayelü'1-ha-kîm gelmektedir. Fuat Sezgin, bu iki eserin Ebû Mesleme Muhammed b. İbrahim el-Mecrîtî'ye ait olduğunu kaydeder.[635] Resffilü İhvâni'ş~Şa-fâ'nın sonunda yer alan Risâletü'S-Câ-mfa, Kitâbü'l-Ahcârve Sırrü'î-kimyâ gibi eserler de Mecrîtfye nisbet edilmektedir."
Bibliyografya :Sâid el-Endelüsî, Tabatfâlü'l-ümem (nşr Hayât Bûalvânl, Beyrut 1985, s. 168-169; ibnü'l-Kıftî. İhbârü'l-'ulema', s. 214; İbn Ebû Usaybia. 'Uyünû'l'cnbâ', s. 482-483; Suter. DieMathe-matiker, s. 76-77; Sarton, Introducüon,], 668-669; Sezgin, GAS, IV, 294-298; V, 170, 334-335; VI, 95, 142. 226-227;J.Vernet, "al-Majriti", DSB, IX, 39-40;a.mlf., al-Madjntr1, £75(İng.], V, 1109-1110; a.mlf. - M. A. Catalâ, "Las obras maiematicas de Maslama de Madrid", al-An-dalus, XXX, Madrid 1965, s. 15-45; Ali Abdullah ed-Deffâ". İshâmü culemâii'l-cArab ve't-müs-limîn /î 'ilmi'l-hayeuân, Beyrut 1406/1986, s. 369-383; Toufic Fahd, "Sciences naturclles et magie dans 'Gâyat al-Hakim' du pseudo-May-riti", Ciencias de la Naturaleza en al-Andaiııs, Textos y Estudios(ed. E. G. Sanchez). Granada 1990,1, 11-21; J. Samso. "Maslama al-Majnti and the Alphonsine Book on the Construcüon of tfıe Astcolable", Journal /ör the History of Arabic Science, İV/1, Aleppo 1980, s. 3-8; R. R. Guerrero, "Textos de al-Fârâbi una obra An-dalusi del siglo XI: 'Gayat al-Hakim1 de Abû Maslama al-Mayriü", ai-Qantara, XM/1, Madrid 1991, s. 3-17; M. Fierro, "Batinism in al-Anda-lus. Maslamab.Qâsım el-Qurtubi (d. 353/964], Author of the Rutbat al-Hakim and the Ghâ-yat al-Hakim (Picalrix)", SU, LXXXIV/2( 1996), s. 87-112; E. Wiedemann, "Mecritî", İA, Vll, 440-441; E. Calvo. "al-Majriti", Encyclopaedia of the History of Science, Technology and Me-dicine in /Yon-Wes(em Cultures (ed. H. Selin), Dordrecht 1997, s. 547. Ömer Mahir Alper
Eserleri. 1. Ebvâb lâ yestağnî men yerûmü camele'l-usturlâb (Risâletü't-usturlâb). Usturlabın teknik olarak yapımı ve kullanımına dair bilgilerin yanı sıra astronomi cetvellerinin de yer aldığı eser, Juan Vernet ve M. A. Çatala tarafından İspanyolca'ya çevrilerek bir değerlendirme yazısıyla birlikte neşredilmiştir.[631]
2. Tct'lîk'alû Batlamyûs fi lastîhi basîti'1-küre. Batlamyus'un halen kayıp olan Planîsphere adlı eserinin Tastîhu basîti'1-küre adlı tercümesine yapılmış bir şerhtir. Eserin Bibliotheque Nation-ale'de kayıtlı bir nüshası yanında [632]Latince ve İbrânîce çevirileri günümüze ulaşmıştı.[633]
3. Zîcü'l-Hârizmî'nm gözden geçirilmiş şekli. Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî'nin hazırladığı astronomi cetvellerinin gözden geçirilerek bazı düzeltmelerin yapıldığı eserde Yezdicerd takvimine göre oluşturulmuş cetveller hicri tarihe çevrilmiştir. Ayrıca bu çalışmada Arîn tül dairesi yerine kısmen Ku-tuba tûl dairesi konulmuş ve hicret sırasında yıldızların konumları yaklaşık olarak tesbit edilmiştir. Arapça aslı kaybolan eserin Bathlı Adelard tarafından yapılan Latince çevirisi Almanca'ya tercüme edilerek yayımlanmıştır (Kopenhagen 1914).
4. Risale îî şekli'l-mulakkab bi'l-kat-tâc. Astronomi konusundaki eserde Sabit b. Kurre'nin bazı görüşleri geliştirilmiştir.[634]
5. Mu'âmelât, Gelir vergisi, mal bildirimi ve resmî ödemelerle ilgili hesap ve ölçümlere dair olup aritmetik ve geometrinin birlikte kullanıldığı bir muhtevaya sahiptir.
6. İhtişâ-ru tcfdîli'l-kevâkib min Zîci'l-Bettânî. Bettânî'nin astronomi cetvellerinin gözden geçirilerek bazı düzeltmelerin yapıldığı bir eserdir. Klasik kaynakların haber verdiği son iki kitap günümüze ulaşmamıştır.
Bunların dışında Mecrîtî'ye aidiyeti tartışmalı olan bazı eserler bulunmaktadır.Genelde gizli ilimler, cefr, sihir ve simya konularındaki bu eserlerin ona ait olmadığı söylenebilir. Mecrîtî'nin biyografisini yazan Sâid el-Endelüsî, İbn Ebû Usaybia ve İbnü'l-Kıftî gibi müelliflerin onun bu alanlarla ilgili herhangi bir çalışmasını zikretmemeleri ve bu eserlerin bir kısmının Mecrîtî'nin vefatının ardından kaleme alındığının anlaşılması gibi sebepler bu kanaati doğrular niteliktedir. Ona atfedilen eserlerin başında.400 (1009) yılından sonra yazılan ve simyaya dair olan Rüt-betü'î'hakîm ile kozmoloji, astroloji, büyü, gizli ilim konularını içeren ve 1256"da X. Alfonso'nun emri üzerine Picalrix adıyla Latince'ye çevrilen Ğayelü'1-ha-kîm gelmektedir. Fuat Sezgin, bu iki eserin Ebû Mesleme Muhammed b. İbrahim el-Mecrîtî'ye ait olduğunu kaydeder.[635] Resffilü İhvâni'ş~Şa-fâ'nın sonunda yer alan Risâletü'S-Câ-mfa, Kitâbü'l-Ahcârve Sırrü'î-kimyâ gibi eserler de Mecrîtfye nisbet edilmektedir."
Bibliyografya :Sâid el-Endelüsî, Tabatfâlü'l-ümem (nşr Hayât Bûalvânl, Beyrut 1985, s. 168-169; ibnü'l-Kıftî. İhbârü'l-'ulema', s. 214; İbn Ebû Usaybia. 'Uyünû'l'cnbâ', s. 482-483; Suter. DieMathe-matiker, s. 76-77; Sarton, Introducüon,], 668-669; Sezgin, GAS, IV, 294-298; V, 170, 334-335; VI, 95, 142. 226-227;J.Vernet, "al-Majriti", DSB, IX, 39-40;a.mlf., al-Madjntr1, £75(İng.], V, 1109-1110; a.mlf. - M. A. Catalâ, "Las obras maiematicas de Maslama de Madrid", al-An-dalus, XXX, Madrid 1965, s. 15-45; Ali Abdullah ed-Deffâ". İshâmü culemâii'l-cArab ve't-müs-limîn /î 'ilmi'l-hayeuân, Beyrut 1406/1986, s. 369-383; Toufic Fahd, "Sciences naturclles et magie dans 'Gâyat al-Hakim' du pseudo-May-riti", Ciencias de la Naturaleza en al-Andaiııs, Textos y Estudios(ed. E. G. Sanchez). Granada 1990,1, 11-21; J. Samso. "Maslama al-Majnti and the Alphonsine Book on the Construcüon of tfıe Astcolable", Journal /ör the History of Arabic Science, İV/1, Aleppo 1980, s. 3-8; R. R. Guerrero, "Textos de al-Fârâbi una obra An-dalusi del siglo XI: 'Gayat al-Hakim1 de Abû Maslama al-Mayriü", ai-Qantara, XM/1, Madrid 1991, s. 3-17; M. Fierro, "Batinism in al-Anda-lus. Maslamab.Qâsım el-Qurtubi (d. 353/964], Author of the Rutbat al-Hakim and the Ghâ-yat al-Hakim (Picalrix)", SU, LXXXIV/2( 1996), s. 87-112; E. Wiedemann, "Mecritî", İA, Vll, 440-441; E. Calvo. "al-Majriti", Encyclopaedia of the History of Science, Technology and Me-dicine in /Yon-Wes(em Cultures (ed. H. Selin), Dordrecht 1997, s. 547. Ömer Mahir Alper
KAYNAKÇA:
Dr. İsmail
ERDOĞAN http://tr.scribd.com/doc/19551817/5/B-Mecriti-o-1007
E.
Wiedemann, “Mecritî”, İ.A.VII, Eskişehir, 1997, 440-441.
İbn Haldun,Mukaddime,
III, çev., Z. Kadiri Ugan, İstanbul,1990, 3.
Bağdatlı
İsmail Paşa, Hediyyetü’l- ‘Ârifîn, Esmâu’l-Müellifînve Âsâru’l-Musannıfîn, I,
haz. Kilisli Rifat Bilge- İ. Mahmud Kemal İnal,İst., 1951, 432; Wiedemann, 441
İbn Hazm,
Resâilü İbn Hazm el-Endülüsî , I, 155; IV, 37
Ebu Bekir Muhammed b. Hasan el-Kerhi
Hasan el-Kerhî (ö.y.1020). Arap metematik okulunda cebirsel hesap kuramının ilk temsilcisi olan matematik bilginidir. Yaşamı hakkında hemen hiç bilgi yoktur. Matematik üzerine iki eseri bugüne kadar geldi. El-kâfi fiil-hisab (Hesapta yeterlilik), El fahri (Öğünme). Cebiri geometriden ayırarak yeni bir cebirsel hesap kuramı geliştirdi. Bu kuramı geliştirmek için Yunan matematikçisi Diophantos’tan yaralandı. Böylece Arap matematik okulunda cebirsel hesap anlayışının ilk temsilcisi oldu.
Matematiğin yanı sıra kuyu açma, inşaat, çatı kemerlerinin oturtulması gibi mühendislik konularıylada ilgilenmiştir. Söylentiye göre ll. Yüzyılın başlarında Bağdat’tan ayrılarak Azerbaycan ile İran arasındaki dağlık bir yöreye yerleşmiş, matematik çalışmalarına son vermiştir. Paris, Oxford, Kahire’de nüshaları vardır. Fransızca bir özeti yayınlandı. Hint rakamlarını kullanmadı. Sayıları yazıyla gösterdi.
Batılılar'ın "Arap Diophantus'u" adını verdikleri Bağdatlı matematikçidir.
1010-1016 yıllarında yazdığı tahmin edilen El Fahri adlı cebir kitabında, cebirsel miktarlara ilişin rasyonel çözümler, kökler, birinci ve ikinci dereceden denklemler, belirsiz denklem sistemleri ve bunlara ait problemlerle, sayısal ve katsayılı bikuvadratik denklemler yer alır. El Kerhi bazı belirsiz üç bilinmeyenli denklemlerin tam çözümlerini vermiştir. Aynı tarihlerde yazdığı ve hesap üzerine olan El Kâfi Fi'l Hisap adlı eseri de meşhurdur.
Genç yaşta din ve fen ilimlerini öğrendi. Fıkıh ilmi, İslâm hukûku ve matematik alanlarında söz sâhibi oldu. Ömrünü Bağdat’ta geçiren Kerhî, kısa bir süre dağlık bölgelerde yaşamış ve bu esnâda geometri üzerinde çalışarak, cebiri bu ilimden ayırmaya çalışmıştır. matematik alanında cebir ilmine esaslı hizmetleri ile tanınan Kerhî, 1019 senesinde doğduğu yerde vefât etti.
Ünlü ilim târihçisi G. Sarton, eserinde Kerhî hakkında; “Avrupa, cebirdeki başarılarının çoğunu Kerhî’ye borçludur. Eserleri 19. asra kadar Avrupa üniversite ve bilim çevrelerinde kullanılan Kerhî; cebir ilminde selefi Harezmî ve Ebû Kâmil Şuca gibi âlimleri tâkib ederek, analitik metodları uygulamış ve bu sâhada kendine has keşiflerde bulunmuştur.” demektedir.
Geliştirdiği yeni cebir metodları sebebiyle, matematik düşünüşte derinlik ve orijinalite sâhibi olduğunu gösteren Kerhî, iki sayının küplerinin toplamının hiçbir zaman küp olamayacağını ortaya koydu. Bu teorem daha sonra Fransız fizikçi P. Fermat tarafından tekrar ortaya çıkarıldı.
Kerhî, diğer taraftan pozitif rasyonel sayıların teoremleri ve onların cebirsel ve geometrik ispatlarıyla meşhur olmuştur.Kerhî’nin kuadratik denklemlerin çözümünü hem aritmetik, hem de geometrik olarak ispat metodu, Diophantus’a benzetilir. Meşhur Pascal üçgeninin, Fransız düşünürü Pascal’a âit değil de, Kerhî’ye âit olduğu ve Pascal’dan dört asır önce onun tarafından kullanılıp uygulandığı, El-Bahr fil Cebr adlı eserde açıkça belirtilmektedir. Eser, Yahyâ bin el-Mağribî tarafından yazılmıştır. Müellif, Kerhî’den aldığı bu metodu eserinde şekillerle îzâh etmektedir. Pascal bu metodu, İslâm âlimlerinden, belki de doğrudan doğruya Kerhî’nin eserlerinden almıştır. Fakat o da, diğer Avrupalı bilginler gibi aldığı kaynağın adını ve sâhibini belirtmeyerek, kendine mâl etmiştir. Kerhî, bu üçgeni zekâyı geliştirmek ve ihtimâl hesapları yapmak için kullanmıştır. Daha sonra da Yahyâ ibn el-Mağribî, Tûsî ve Kâşî tarafından geliştirilerek, bugünkü modern binom teoreminin temelini teşkil etmiştir.
Eserleri:
Kerhî, matematik alanında pek fazla eser yazmıştır. Fakat bunların çoğu kaybolmuş, ancak az bir kısmı zamânımıza ulaşmıştır.
1) El-Bahr fil-Cebr ve Mukâbele: En önemli eseridir. Zamânın vezîri Fahr-ül-Melik’e ithâf ettiği eserin, nüshaları Oxford, Pâris ve Kâhire kütüphânelerinde bulunmaktadır. F. Woepcke tarafından yapılan Fransızca özeti 1852 senesinde yayınlanmıştır. Ömer Hayyâm’ın cebir alanında yazdığı eserden sonra, bu dalın en önemli eseridir. Eserin bir özelliği, sayıların ifâdesinde rakamlar yerine harflerin kullanılmasıdır.
2) El-Bedî fil-Hisâb: Bu eserde Oklid ve Nicomachus tarafından ele alınan sâbit noktalar incelenmiş ve cebirsel işlemlere önemli yer ayrılmıştır.
3) El-Kâfi fil-Hisâb: Eser, fonksiyonların kullanımı hakkında yazılmıştır. Ayrıca aritmetik, cebir ve geometrinin özetleri mevcuttur. Yazma tek nüshası Gotha’da bulunmaktadır. 1878-1880’de A. Heoheim tarafından Almancaya tercüme edilerek, üç fasikül hâlinde yayınlanmıştır.
4) İnbât-ül-Miyâh-ül-Hafiyye: Su getirme hidroliğine âit mükemmel bir eserdir. Kendi hayâtına âit notlar yanında, yeryüzü coğrafyası ile ilgili kavramlar da mevcuttur. Topoğrafya âletlerinden ve bunların prensiplerinden bahsetmektedir. Aynı zamanda kuyu ve hidrolik yapıların inşâsı ve hukûkî durumlarını da incelemektedir. Eser, 1845 senesinde Haydarâbâd’da basılmıştır.
5) Risâletun fî Ba’zetin-Nazariyyât fil-Hisâb vel-Cebr,
6) Risâletun fin-Nisbe,
7) Risâletun fî İstihrâc-il-Cüzûr fis-Simâ,
8) Risâletun fil-A’dâd-it-Tabî’iyye,
9) Risâletun fil-Cebr,
10) Risâletun fî Muâdelât-il-Cebriyye,
11) Risâletun fî Hisâbi Mesâhati Ba’z-is Sütûh bilinen diğer eserleridir.
Beni Musa (Ahmed, Muhammed ve Hasan)
Abbasî halîfesi Me’mûn devrinde yetişen üç büyük matematik ve fen âlimi.
İsimleri, Ahmed, Hasen ve Muhammed’dir. Halîfe Me’mûn’un sarayında astronomi ilmiyle uğraşan Mûsâ bin Şâkir’in oğullarıdır. Bağdâd’da doğup yetiştiler. Doğum târihleri bilinmemektedir. Sâdece Muhammed bin Mûsâ’nın, 873 (H.260) senesi Rebîul-evvel ayında vefât ettiği kaynaklarda zikredilmektedir. Mûsâ bin Şâkir genç yaşta vefât edince, Halîfe Me’mûn, oğullarının terbiye ve yetişmesini sağladı ve bütün imkânları te’min etmek fedâkârlığında bulundu. İshak bin İbrâhim adlı âlimi bu üç kardeşin yetiştirilmesine me’mûr etti. Çocuklarından sonra bu üç genci Bağdâd’daki Beyt-ül-Hikme’ye yâni ilim akademisine gönderdi. Burada, Yahyâ bin Mansûr’un yanında ilim öğrendiler ve matematik, mekanik, geometri, tıb, fizik ve diğer ilimlerde yüksek dereceye eriştiler.
Kardeşler arasında en büyükleri olan Muhammed, vaktinin çoğunu astronomi ve fen bilgilerine dâir araştırmalara verdi. Ayrıca kardeşi Ahmed’in çalıştığı saha olan vesâil-i mekânikiyye (mekanik aletler) ile de meşgul oluyordu. Muhammed bin Mûsâ, ilim dallarının çoğunda meşhûr olduğu için ona, Hâkim-i Benî Mûsâ lakabı verildi.
Alman araştırmacı Sigrid Hunke; Avrupa’ın Üzerine Doğan İslâm Güneşi isimli eserinde, Muhammed bin Mûsâ hakkında; “Muhammed, astronomi ve matematik sahasında büyük bir âlim olduğu gibi, hikmet ve mantık alanına da girmiş ve bu sahalar da eserler vermiştir. Metalurjiye önem vermiş ve kardeşi Ahmed’in faaliyet sahası olan mekanik mevzuunda da çalışmıştır” demektedir.
Kardeşler arasında en büyükleri olan Muhammed, vaktinin çoğunu astronomi ve fen bilgilerine dâir araştırmalara verdi. Ayrıca kardeşi Ahmed’in çalıştığı saha olan vesâil-i mekânikiyye (mekanik aletler) ile de meşgul oluyordu. Muhammed bin Mûsâ, ilim dallarının çoğunda meşhûr olduğu için ona, Hâkim-i Benî Mûsâ lakabı verildi.
Alman araştırmacı Sigrid Hunke; Avrupa’ın Üzerine Doğan İslâm Güneşi isimli eserinde, Muhammed bin Mûsâ hakkında; “Muhammed, astronomi ve matematik sahasında büyük bir âlim olduğu gibi, hikmet ve mantık alanına da girmiş ve bu sahalar da eserler vermiştir. Metalurjiye önem vermiş ve kardeşi Ahmed’in faaliyet sahası olan mekanik mevzuunda da çalışmıştır” demektedir.
Ahmed bin Mûsâ; mekanik olarak; çeşitli tartı âletleri yanında, yükleri çekmek ve kaldırmakta kullanılan bâzı âletler yaptı. Mekanik konuları üzerinde titizlikle durdu; bu hususta kardeşlerini ve bu sahada uğraşanları geçti. Ağabeyi Muhammed ile birlikte büyük bir bakır saat yaparak, muasırlarına örnek oldu.
Alman araştırmacı Sigrid Hunke, Ahmed bin Mûsâ hakkında da şöyle demektedir: “Ahmed bin Mûsâ; mekanik ve geometri dalında otorite idi. Meselâ üzerine ateş yaklaştırıldığında fitili otomatik olarak ortaya çıkan kandiller yapmıştı. Kandilin fitili ortaya çıkınca, yağ da hemen fitilin üzerine yanacak mikdarda fışkırıyordu. Rüzgâr esse bile, kandil sönmüyordu. Ayrıca, geliştirdiği zirâat ve sulama âleti, tarlada sulama yaparken, tâyin edilen sulama mikdârını aşınca hemen sinyal veriyordu...”
Ma’rûf Naci adlı Arab bilim târihçisi, El-Merâsıd-ül-Felekiyye bi Bağdad adlı eserinde; “Samarra rasadhânesinde, Muhammed ve Ahmed kardeşlerin yaptığı; az bir su ile dönen dâire biçiminde bir âlet görmüştüm. Yüzeyinde, yıldızların şekilleriyle, hayvanların resimleri görünüyordu. Gökteki yıldızlardan birisi kaybolunca, âlet üzerindeki görüntüsü de kayboluyordu. Görünmeyen bir yıldız doğunca da, âletin üzerindeki yatay çizgi üzerinde görüntüsü beliriyordu...” demektedir.
En küçük kardeş Hasen bin Mûsâ ise, bütün çalışmalarını geometri alanına çevirdi ve bu alanda çok başarılı oldu. Bu yüzden Halîfe Me’mûn’un yakın alâkasını kazandı. Hasen bin Mûsâ, aynı asırda olan âlimlerin çözemediği geometri problemlerini kolaylıkla çözebiliyordu. Eliptik eğriler üzerine yazdığı ünlü Kitâb-üş-Şekl-il-müdevver vel-müstatîl adlı eseri, eliptik geometri konusunda batı bilim dünyâsında asırlarca temel müracaat kaynağı oldu.
Ürdünlü ünlü bilim târihçisi Abdülhamîd Sabra, İslâm medeniyetinin üstünlüğü ve Rönesans’ın kaynakları hususunda müsteşriklerden biri tarafından yazılan bir eserde, bu üç ünlü kardeş ilim adamı hakkında şu ifâdeyi kullanıyor: “Açıkça görülüyor ki, bu bilgin kardeşler, ilmî anlayışta Allahü teâlânın lütfuna kavuşmuşlardı. Büyükleri Muhammed, geometri ve astronomide, ortancası Ahmed mekanikte, küçüğü Hasen de geometride derinleşip üstâd olmuştu. Hasen, Euclid’in geometri ile ilgili temel altı eserini okuduktan sonra, geriye kalan yedi kitabı okumadan ondaki geometrik hesapları halletmeye gücü yeter hâle gelmişti.”
Benî Mûsâ kardeşler, Halîfe Me’mûn’un emri ile, boylam üzerindeki bir dereceye tekabül eden mesafeyi ölçmek için, bir hey’et ile, Sincar mıntıkasına gittiler. Araştırmalarına başlayarak, bir kazığa uzun bir ip bağladılar ve kuzeye doğru çektiler. İpin bittiği yerde yükseklik aldılar. Güneye doğru da aynı işi yaptılar; ipin bittiği yerde yine yükseklik aldılar. İpin boyu ile yükseklik derecelerinin farkını hesapladılar. Dünyânın çevresini eşit parçalara bölerek, tül hattı (boylam) uzaklığını ölçerek, dünyânın çevresini yaklaşık 39.000 km. olarak buldular. Bu günkü modern âletlerle yapılan hesaplamalarda dünyânın çevresi 40.000 km. bulundu. Bu rakamlar arasındaki çok az fark, onların ilimlerinin büyüklüğünü göstermektedir.
Alman araştırmacı Sigrid Hunke, Ahmed bin Mûsâ hakkında da şöyle demektedir: “Ahmed bin Mûsâ; mekanik ve geometri dalında otorite idi. Meselâ üzerine ateş yaklaştırıldığında fitili otomatik olarak ortaya çıkan kandiller yapmıştı. Kandilin fitili ortaya çıkınca, yağ da hemen fitilin üzerine yanacak mikdarda fışkırıyordu. Rüzgâr esse bile, kandil sönmüyordu. Ayrıca, geliştirdiği zirâat ve sulama âleti, tarlada sulama yaparken, tâyin edilen sulama mikdârını aşınca hemen sinyal veriyordu...”
Ma’rûf Naci adlı Arab bilim târihçisi, El-Merâsıd-ül-Felekiyye bi Bağdad adlı eserinde; “Samarra rasadhânesinde, Muhammed ve Ahmed kardeşlerin yaptığı; az bir su ile dönen dâire biçiminde bir âlet görmüştüm. Yüzeyinde, yıldızların şekilleriyle, hayvanların resimleri görünüyordu. Gökteki yıldızlardan birisi kaybolunca, âlet üzerindeki görüntüsü de kayboluyordu. Görünmeyen bir yıldız doğunca da, âletin üzerindeki yatay çizgi üzerinde görüntüsü beliriyordu...” demektedir.
En küçük kardeş Hasen bin Mûsâ ise, bütün çalışmalarını geometri alanına çevirdi ve bu alanda çok başarılı oldu. Bu yüzden Halîfe Me’mûn’un yakın alâkasını kazandı. Hasen bin Mûsâ, aynı asırda olan âlimlerin çözemediği geometri problemlerini kolaylıkla çözebiliyordu. Eliptik eğriler üzerine yazdığı ünlü Kitâb-üş-Şekl-il-müdevver vel-müstatîl adlı eseri, eliptik geometri konusunda batı bilim dünyâsında asırlarca temel müracaat kaynağı oldu.
Ürdünlü ünlü bilim târihçisi Abdülhamîd Sabra, İslâm medeniyetinin üstünlüğü ve Rönesans’ın kaynakları hususunda müsteşriklerden biri tarafından yazılan bir eserde, bu üç ünlü kardeş ilim adamı hakkında şu ifâdeyi kullanıyor: “Açıkça görülüyor ki, bu bilgin kardeşler, ilmî anlayışta Allahü teâlânın lütfuna kavuşmuşlardı. Büyükleri Muhammed, geometri ve astronomide, ortancası Ahmed mekanikte, küçüğü Hasen de geometride derinleşip üstâd olmuştu. Hasen, Euclid’in geometri ile ilgili temel altı eserini okuduktan sonra, geriye kalan yedi kitabı okumadan ondaki geometrik hesapları halletmeye gücü yeter hâle gelmişti.”
Benî Mûsâ kardeşler, Halîfe Me’mûn’un emri ile, boylam üzerindeki bir dereceye tekabül eden mesafeyi ölçmek için, bir hey’et ile, Sincar mıntıkasına gittiler. Araştırmalarına başlayarak, bir kazığa uzun bir ip bağladılar ve kuzeye doğru çektiler. İpin bittiği yerde yükseklik aldılar. Güneye doğru da aynı işi yaptılar; ipin bittiği yerde yine yükseklik aldılar. İpin boyu ile yükseklik derecelerinin farkını hesapladılar. Dünyânın çevresini eşit parçalara bölerek, tül hattı (boylam) uzaklığını ölçerek, dünyânın çevresini yaklaşık 39.000 km. olarak buldular. Bu günkü modern âletlerle yapılan hesaplamalarda dünyânın çevresi 40.000 km. bulundu. Bu rakamlar arasındaki çok az fark, onların ilimlerinin büyüklüğünü göstermektedir.
Benî Mûsâ kardeşler, Bağdâd köprüsü civarında büyük bir rasathane yaptırdılar. Burada yaptıkları astronomik gözlem ve araştırmaları; sonra gelen İslâm âlimleri ve batı bilginleri için temel müracaat kaynağı oldu. Ayrıca evlerinde de rasathane vardı.
Benî Mûsâ kardeşlerin yazdığı eserler şunlardır: Kitâb-ül-Hiyel: Bu eser, makine konstruksiyon mühendisliğinin öncülüğünü yapan eser, sahasında ilktir. Eserde, üç kardeşin yaptığı mekanik âletlerin şekilleri ve nasıl çalıştıkları îzâh edilmektedir Sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, ayrıca, körük ve kaldırma düzenlerinden yüz mevzu anlatılmaktadır. Eserde anlatılan otomatik kontrol sistemleri, teknik yönden mükemmel olup, bugün bile pratikte kullanılmaktadır. Bahsedilen onsekiz otomatik kontrol sistemini, genel olarak üç ana konu etrafında toplamak mümkündür:
1- Su kaplarında seviye kontrolü, 2- Kandillerde yağ seviyesi kontrolü, 3- Yön kontrolü. Kullanılan metodlar yönünden düzenleri; hava kontrollü, valf kontrollü, vana kontrollü ve kanatçık kontrollü olarak sınıflandırılır. Benî Mûsâ kardeşlerin kullandığı valflar, teknik yönden çok gelişmişti.Modern sistem göz önüne alınarak eser incelendiğinde sistemlerin blok diyagramları ile ifâde edilebilen sifon, çift sifon, debi ile kontrol, şamandıralı valf, hazneli şamandıra ile kontrol edilen valf, valflı terâzi, hava kontrolü, iki konumlu terazi, kontrol vanası gibi motiflerden meydana geldiği görülmektedir. Ayrıca basınç kontrollü türbin, sifonlu valf, akıtmalı ve kademeli terazi gibi orijinal motifler de bulunmaktadır.Eserin bugün; Vatikan, Berlin ve Topkapı kütüphanelerinde olmak üzere, üç nüshası vardır. En eski nüsha, Topkapı Kütüphânesi’nde olup, 3474 numarada kayıtlıdır.
2- Kitâbü Benî Mûsâ fil-karastur: Terazi tekniği ile ilgilidir. 3- İlm-ul-eskal: Yüklerin büyüklük, bileşke ve tatbik noktalarını tesbit etme keyfiyetinden bahseden bir eserdir. 4- Kitâbu Mesâhat-il-Ekr, 5- Kitâbün-Yahtevî âlâ Tenkîhi mahrûtatı Apdarius, 6- Kitabün fîl-Âlât-il-Harbiyye, 7- Kitâbü şekl-il-müdevver vel-mustatîl: Eliptiklerle ilgili bir eserdir. 8-Kitâbü kıyâs-il-mesâhat-il-musattahati vel-müstedireti: Bu eser Avrupa’da, “Hendesede Üç Kardeş” diye bilinir. Latince’ye tercüme edilmiştir. 9- Kitâbü Hareket-il-Felek-il-ulâ, 10-Kitâbuş-şekl-il-Hendese, 11- Kitâb-ül-cüzî, 12- Kitâbün Âlâ mâiyyet-il-kelâm, 13- Kitâb-ul-Mahrûtat, 14- Kitâb-ül-müselles, 15- Kitâb-üt-tekâvim-il-menâzil-is-Seyyârât: Gezegenlerin uzaydaki faaliyetleri ile ilgili bir eserdir.
Bu âlim kardeşler, ömürlerini ilmî araştırmalara vakfetmişlerdi. Benî Mûsâ’nın yaptığı ilmî hesaplamalar dakik ve hassas bir yaklaşım arz ettiğinden, Batlemyus’u ve o asra kadar yapılan hesaplama usûllerini çok geride bırakmıştı.Onlardan yüzelli sene sonra Bîrûnî, şöyle demektedir: “Mûsâ oğullarının yaptıkları ilmî ve hassas hesaplamalar, son derece güvenilir durumdadır. Bu âlimler, ilmî araştırma metodunu te’sis ettiler. Zamanlarında yüksek seviyede bir ilme sahip bulunuyorlardı. Kendilerinden sonra gelen ilim adamlarına kalan şey, onların verdikleri rakamların doğruluğunu araştırmaktan başka bir şey değildi.”
Benî Mûsâ, gerçek anlamda ilmî bir atmosfer içinde yaşamışlar ve bu atmosferi güçlendirmişlerdir. Geometri dalında, Yunanlıların hiç sözünü etmediği yeni ve orijinal mes’eleleri ele almış ve çözmüşlerdir. Otomatik saatler, mekanik âletler, otomatik oyuncaklar, ev âlet ve edavâtı onların başta gelen buluşlarındandır. Batılılar, bu ve benzeri ilmî gerçekleri görmemezlikten gelmekte ve müslümanlara karşı; “Sâdece beşerî ilimler üzerinde durdular, nazarî ve tatbîkî ilimleri ihmâl ettiler” iftirâsında bulunmaktadırlar. Benî Mûsâ kardeşlerin başarıları ve diğer müslüman ilim adamlarının nazarî ve pratik ilimlerdeki buluşları, ilmî eserleri günden güne ortaya çıkmakta ve iftirâcıların sözlerini çürütmektedir.
Kaynakça:
http://www.hakdin.net/icerik/70/2399/beni-musa-ahmed-muhammed-ve-hasen-bin-musa.aspx
1) A’lâm-ül-fizyâ’ fil-İslâm; sh. 95
2) Ulûm-ul-Bahte; sh. 305
3) The Observatory in İslâm; sh. 92
4) Aufsatze der Arabischen Wissenshaftgeshichte
5) Die Söhne des Musa ben Schakir.
6) Über die Geometrie der Söhne des Musa ben Schakir.
7) Die Mathematiker und Astronomen der Araber; sh. 160
8) Geschichte der Arabischen Literatur; Sup-I, sh. 382
Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(301)
geometri
(133)
ÖSYM Sınavları
(61)
trigonometri
(56)
üçgen
(49)
çember
(36)
sayılar
(32)
fonksiyon
(30)
türev
(26)
alan formülleri
(25)
analitik geometri
(23)
dörtgenler
(19)
denklem
(18)
limit
(18)
belirli integral
(14)
katı cisimler
(12)
istatistik
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(6)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)













