Net Fikir » yahudilik
Yahudilerin Cebrail'e Düşmanlığı
Peygamber Efendimiz (asm) Medine’ye hicret buyurduklarında, Fedek
Yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, münazara için bir
grupla geldi. Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra;
vahiy getiren meleği sorup “Cebrâil” cevabını alınca “O
bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz
Mikâil’dir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir. Eğer sana o gelseydi
iman ederdik.” Bu uzun kıssa üzerine "De ki: Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir. Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cebrâile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır." (Bakara, 2/97-98)
âyeti nazil olmuştur.
"De ki: Cebrâil’e düşman olan kimse şunu iyi bilsin ki önce gelen kitapları tasdik eden Kur’ân’ı, Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur." (Bakara Suresi-97)
Yahudiler şöyle demişti: Muhammed’e vahiy getiren melek Mîkâil olsaydı ona uyar ve iman ederdik, çünkü yağmuru ve rahmeti getiren Mîkâil’dir. Cebrâil ise felâket, savaş ve meşakkatler getiren bir düşmanımızdır, bu sebeple onunla ilişkili olan Muhammed’e tâbi olmayız. Yahudilerle Cebrâil arasında -iddialarına göre-mevcut olan düşmanlığın başka bir izahı daha var. Yahudiler şöyle demiştir: Cebrâil vahyi ve risâleti İsrâiloğulları’na götürmekle görevlendirilmişti, fakat o, bize olan düşmanlık ve kini yüzünden onu İsmâiloğulları’na indirmiştir. Bu sebeple kendileriyle onun arasında düşmanlık ilân etmişlerdir. Allah Teâlâ da bu iddialarının asılsız olduğunu açıklama bağlamında şöyle buyurmuştur: Kur’ân’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur. Yahudilerin ileri sürdüğü gibi değil; onun indirdiği felâket ve meşakkatleri de kendi tarafından değil O’nun emriyle indirir. Aslında Yahudilerin Cebrâil’e düşmanlık göstermelerinin temel sebebi azîz ve celîl olan Allah’a içten içe düşmanlık beslemeleriydi, ne var ki bu düşmanlığı açıkça dile getirmeye cüret gösterememişlerdi. Anlaşılmış oluyor ki bu tavır Allah düşmanlığının üstü kapalı bir ifadesidir. Bu husûs aşırı Şiîler’in (Revâfız) Resûlullah (s.a.) hakkında reva gördükleri dil uzatmanın iç yüzüne de ışık tutmaktadır. [Tevilat'ül Kur'an]
Alâeddin es-Semerkandî şöyle der: “Yahudiler bu anlayışlarında Revâfız’ın Gurâbiyye zümresine benzemektedir. Onlar da Cebrâil aleyhisselâma dil uzatmışlardır. Ona vahyi Hz. Ali’ye (r.a.) getirmesi emredildiği halde yanılarak Muhammed’e getirmişti. Çünkü Ali bir karganın diğerine benzemesi gibi Muhammed’e benziyordu. Gurâbiyye bu sebeple Cebrâil’e kin tutmuş, ona ve Resûlullah’a dil uzatmışlardı. Aslında bunun temel sebebi içlerinde besledikleri Allah düşmanlığı ve rubûbiyyet karşıtlığıdır” (Semerkandî, Şerhu’t-Te’vîlât, vr. 35a).
Ayetin tefsirinden de anlaşıldığı üzere Yahudilerin Cebrail'e düşmanlığı ile Şia'nın Cebrail'e düşmanlığı benzerdir. Bu durum, her iki zümrenin de batıl bir inanç sistemi üzerinde ortak olduğunun kanıtıdır. Bu ayetin tefsirinin yorumuna bakılarak, Şia'nın (Rafizi ve Alevilerin...) İslam toplumunun içinde vücut bulması ve kendilerine has bir inanç sistemi geliştirmesinde Yahudilerin tesirinin olabileceği akla yatkın bir görüştür. Bu görüşe dayanarak Şia (Rafizi ve Alevi...) inançlarının Hilafet döneminden sonra gittikçe yayılması, güç ve iktidar sahibi olmaları gibi etkenlerin Yahudilerin destek ve çabaları ile mümkün hale geldiği söylenebilir.
BAKARA SURESİ'nden Yahudilere:
İsrailoğullarının Müslümanları yaşadıkları topraklardan kovabilmek maksadıyla her yıl bir bahane ile başlattıkları savaş ve zulüm görüntüleri, aslında Yahudilerin geçmişten günümüze kadar değişmeden sürdürdükleri karakterlerinin bir göstergesidir. Müslümanların acizliklerinden, çaresizliklerinden, suskunluklarından, tepkisizliklerinden ve dünyaya meyl etmiş olmalarının verdiği rehavetten yararlanarak her yıl özellikle Ramazan ayında zulümlerini bir bahane ile başlatıp sürdürmeleri üzerine Kuran'ı Kerim'den bugünleri anlatırcasına bizleri düşündüren ayetleri paylaşalım:
Tahrif edilen Tevrat ve İncil
İnsanın Yaratıcı'sını, yani Allah'ı tanıması, ancak O'nun bu konuda insana bir bilgi ulaştırmasıyla mümkün olabilir. Bu bilgiye ulaşmak için—ki insan için olabilecek en önemli bilgi budur—etrafına bakan insan, dört ilahi kitapla karşılaşır. ve bu kitaplar Hz.Allahın insanlara gönderdiği kutsal kitaplardır. Bu kitaplar Zebur, İncil, Tevrat ve Kuran-ı Kerim'dir. Bu kitaplardan Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim hüküm bildiren kitablardır. Bu hüküm bildiren kitablardan da sadece Kuran-ı Kerim hiçbir tahrifata uğramamış Hz Allah tarafından tarihin her zamanında korunmuş muhafaza edilmiş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Diğer ilahi kitaplar ise zaman zaman insanların istekleri doğrultusunda değişikliğe uğramış ilahi kelam olma özelliğini yitirerek tahrif olmuşlardır.
Bu tahrif olan kitapların en büyüğü süphesiz ki Yahudiler tarafından her zamanda bozulmalara neden olmuş olan Tevrat Kitabıdır. İncil Kitabı da Hristiyanlar tarafından değiştirilmiş ve kişilerin heva ve heveslerine göre yeniden düzenlenmiş böylece ilahi kelam olma özelliğini yitirmiştir. Zebur kitabı da insanlar tarafından değiştirilerek, yok edilmiş ve kaybolmuştur. Bu ilahi kitaplar daha sonraları Kitabı Mukaddes adı altında Tevrat,İncil ve Zeburdan oluşan bir üçlü kitab olarak insan eliyle oluşturularak birleştirilmiştir. Bütün bunlara karşı Kuran-ı Kerim, tarihin hiç bir devrinde bozulmaya uğramamış ve günümüze kadar aynen gelebilmiştir.
(Kuran-ı Kerim ile ilgili daha ayrıntılı yazıyı (Bkz. Kur'an-ı Kerim) okuyabilirsiniz.)
Hıristiyan ve Yahudiler tarafından zamanla tahrif edilen, değiştirilen bazı bölümleri yok edilen, eksiltilen veya manası bozulan Tevrat, İncil ve Zebur hakkında bir takım bilgileri aktarmaya çalışalım.
TEVRAT
Aslında Tevrat ve İncil'i birbirinden kopuk iki ayrı kitap olarak değil de, birbirlerinin devamı olarak görmek daha doğru olur. Çünkü İncil'i kabul eden Hıristiyanların tümüne yakını, aynı zamanda Tevrat'ı da tabul etmektedirler. Bu nedenle bu iki kitap Hıristiyanlar tarafından tek bir kitap olarak kabul edilirler ve "Kitab-ı Mukaddes" olarak adlandırılırlar. Kitab-ı Mukaddes iki temel bölümden oluşur:
Eski Ahit ve Yeni Ahit.
Tevrat dediğimiz kitap, aslında Eski Ahit'tir. Daha da doğrusu, Eski Ahit'in bir bölümüdür. Eski Ahit 39 kitapçıktan oluşur. Bunların ilk beş tanesinin Hz. Musa'ya vahyedilen Tevrat olduğu kabul edilir. Diğer kitapçıkların önemli bir bölümü İsrailoğulları'nın Musa'dan sonraki tarihlerini anlatır. Hz. Davud'a verilmiş olan Zebur, "Mezmurlar" adıyla bu 39 kitaptan birini oluşturur. Bunların dışında Hz. Eyüp, Hz. Süleyman gibi peygamberlerin işlerini anlatan kitaplar ve gelecekten haber veren "kehanet" kitapları vardır. Bu tablo da göstermektedir ki, Eski Ahit çok uzun bir tarihsel süreç içinde oluşmuş bir kitaptır. Hz. Musa zamanında vahyedildiği kabul edilen ilk beş kitaptan sonra neredeyse bin yıl boyunca Eski Ahit'in yazımı devam etmiştir. Bu kitapların birer vahiy olduklarını kabul etmek ise, öncelikle içerek açısından mümkün değildir.
Yahudiler tarafından vahiy olarak kabul edilen kısım asıl olarak Hz. Musa'ya verildiği kabul edilen ilk beş kitaptır (Tekvin, Çıkış, Sayılar, Levililer, Tesniye). Ancak bu kitapların elimizdeki nüshaları, Hz. Musa'dan en az beş yüzyıl sonra kaleme alınmış nüshalardır. Bu uzun süreç boyunca metinlerde değişiklik ve tahrif yapıldığı ise açıkça görülmektedir. Metinlerin içinde çok bariz çelişkiler vardır. Konu ile ilgilenen araştırmacılar, bu beş kitabın, MÖ 9. yüzyılda kuzey ve güney olarak ikiye bölünen İsrail Krallığı'ndan doğan iki ayrı krallığın farklılaşan dini inançları ve din adamları arasındaki çatışmaya sahne olduğu kanatindedirler. Bir başka deyişle, bu beş kitabın bazı bölümleri "Yahoistler" olarak adlandırılan güneyli din adamları, bazı bölümleri de "Elohimciler" olarak adlandırılan kuzeyli din adamları tarafından yazılmıştır. Beşinci kitap olan Tesniye'de "Musa'nın ölümü ve gömülmesi"nin anlatılması, tahrifatın çok açık bir delilidir. Çünkü bu anlatımın Hz. Musa'ya vahyedilmiş olduğunu kabul etmek, elbette mantık dışıdır.
İNCİL
Elimizde bulunan "İncil"in, yani Yehi Ahit'in durumu, Eski Ahit'ten bile daha vahimdir. Çünkü Yeni Ahit'i oluşturan 27 kitabın hiç biri, Hz. İsa'nın elinden çıkmış, ya da ona vahyedilmiş bir söz niteliğinde değildir. İncil denilen bu kitapçıkların hepsi, bazı insanların Hz. İsa'nın hayat hikayesini anlatmak ya da onu tanıtmak için yazdıkları kitap ya da mektuplardan ibarettir. İncil'in hiç bir yerinde, doğrudan Allah'tan aktarılan bir söz yoktur. Yeni Ahit'in 27 kitabının en önemlileri, kuşkusuz "dört İncil" olarak da adlandırılan ilk dört kitaptır. Bu kitaplar Hz. İsa'nın yaşamını ve sözlerini aktarma iddiasındadırlar. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna adlı kişiler tarafından yazıldıkları kabul edilir. Kitapların aslında kimler tarafından yazıldığı belli değildir. Hıristiyanlar Matta ve Yuhanna'nın Hz. İsa'nın havarileri, Markos ve Luka'nın da havarilerin yardımcıları olduklarına inanırlar. Ancak araştırmacıların ortak görüşü aksi yöndedir, özellikle "Yuhanna İncili" denen kitabın Hz. İsa'nın havarisi olan Yuhhanna tarafından yazıldığı kabul edilmez. Abartılı derecede usta bir Yunanca ile yazılmış olan, hatta Platon ve Aristo'dan esinlemeler içeren bu İncil'in, hiç Yunanca bilmeyen Filistinli bir balıkçı olan Yuhanna tarafından kaleme alınmış olması imkansızdır.
Aslında dört İncil'in hepsi de Yunanca yazılmışlardır ve bu durum onların Hz. İsa'ya vahyedilmiş olan "asıl İncil" olamayacaklarını gösterir. Çünkü bir Yahudi olan ve Yahudilere tebliğ yapan Hz. İsa'nın İncili'nin de İbranice ya da Yahudiler arasındaki konuşma dili olan Aramice olması gerekmektedir. Nitekim bazı Batılı araştırmacılar Hz. İsa hayatta iken kaleme alınan ve onun sözlerinden oluşan bu tür bir "orjinal İncil" olduğunu kabul etmekte, Matta ve Luka'nın kendi İncillerini Yunanca kaleme alırlarken bu İbranice metinden "alıntılar" yaptıklarını söylemektedirler. "Kayıp İncil" (Lost Gospel) olarak anılan bu dokümanın özelliği ise, yine araştırmacıların kabulüne göre, Hz. İsa'yı bugünkü Hıristiyanların inandığı gibi "tanrı'nın oğlu" olarak değil, bir Yahudi peygamberi olarak göstermesidir.
Bu dört İncil'in bir başka özelliği ise, Hz. İsa'dan on yıllar sonra kaleme alınmış olmalarıdır. Hz. İsa'nın MS 30 yılı civarında göğe çekildiği kabul edilir. En erken yazılmış olan Markos İncili 65-70 yıllarında, Matta ve Luka İncilleri 70-80 yıllarında, Yuhanna İncili ise 100 yılı civarında kaleme alınmıştır.
Dört İncil'in bir diğer özelliği de çoğu konuda birbirleriyle çok açık bir biçimde çelişmeleridir. Çelişkiler çok belirgindirler ve tevil edilemez düzeydedirler. Hıristiyanlar bu durumu elden geldiğince göz ardı etmekte, ya da "İncil yazarlarının sahip oldukları farklı bakış açılarının Hz. İsa'yı farklı yönlerden görmemizi sağladığını" söylemektedirler. Ancak bu tevil zaten İncil'in çürütülmesi anlamına gelir; "İncil yazarlarının sahip oldukları farklı bakış açıları" işin içine karıştığına göre, ortada Allah'ın sözleri yoktur, insanların sözleri vardır.
Yeni Ahit'in bu dört İncil dışında kalan bölümleri ise yine Hz. İsa'yı tanıtmak için yazılmış mektuplardır. Çoğu, yaşamında hiç Hz. İsa'yı görmemiş, ancak onun yeryüzünden ayrılışından bir süre sonra "Hz. İsa bana çölde gözüktü" diyerek ortaya çıkmış ve Hz. İsa'nın gerçek havarileri ile şiddetli tartışmalara girişerek kendisini "İsa'nın en doğru havarisi" saymış olan Pavlus (St. Paul) tarafından kaleme alınmışlardır.
Bu arada Yeni Ahit'e sokulmamış olan pek çok alternatif "İncil"in ya da mektubun olduğunu da belirtmek gerekir. Kısaca "Apokrifa" olarak tanımlanan bu alternatif yazılar, Kilise'nin doktrinlerine uygun olmadıkları için Yeni Ahit'e eklenmemişlerdir. Yeni Ahit'in bugünkü şeklini alması ise, 4. yüzyılın başında Roma İmparatoru Konstantin'in çağrısıyla toplanan İznik Konseyi'nin kararları ile olmuştur. İznik Konseyi'nde kararlaştırılan bir başka Hıristiyan inancı ise Hz. İsa'nın "Tanrı" sıfatına sahip sayılmasıdır. Karar oy çokluğu ile alınmış, konsey sırasında bunu reddeden ve Hz. İsa'nın normal bir insan olduğunu savunan rahipler ise "sapkın" ilan edilerek baskı altına alınmışlardır.
ZEBUR
Yahudi kutsal kitabının (Tanah / Ahd-i Atîk) “Kutsal Yazılar” (Ketuvim) bölümü içinde yer alan, dua-hikmet kitabı özelliğine sahip Mezmûrlar kitabı, İbrânîce ismiyle “sefer tehillim” şiir biçiminde yazılmış 150 mezmûrdan ya da ilâhiden oluşur. Bu mezmûrlardan üçte ikisinin başlangıç cümlesinde kime ait oldukları belirtilmiştir. Bunların yetmiş üçü Hz. Dâvûd’a, ikisi Hz. Süleyman’a, biri Hz. Mûsâ’ya, yirmi dördü ibadet sırasında çalgı çalmakla görevli olan Levililer’e atfedilmiştir. Söz konusu başlangıç cümlelerinde çoğunlukla mezmûr, meselâ “Dâvûd’un mezmûru” “şarkı” (şir) ve Rabb’i övün mânasında “halleluyah” gibi ifadeler kullanılmakta, daha seyrek olarak dua (tefila) vb. İbrânîce kelimeler bulunmaktadır.
Genellikle müzik eşliğinde söylenen Tanrı’ya hamd, ağıt ve yakarış, iman ikrarı, dua ve öğüt cümlelerinin yer aldığı Mezmûrlar kitabı yahudi ve hıristiyan dua geleneğinin baş klasiği olma özelliğine sahiptir. Akademik çevrelerde ise mevcut haliyle mezmûrların, atfedildikleri şahıslara aidiyeti şüpheli olan, Kral Dâvûd dönemiyle sürgün sonrası dönem arasında (m.ö. X-V. yüzyıllar) oluşturulmuş kompoze bir metin olduğu, kutsal kitap kanonuna dahil edilmesinin daha geç bir dönemde gerçekleştiği görüşü hâkimdir.
Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(301)
geometri
(133)
ÖSYM Sınavları
(61)
trigonometri
(56)
üçgen
(49)
çember
(36)
sayılar
(32)
fonksiyon
(30)
türev
(26)
alan formülleri
(25)
analitik geometri
(23)
dörtgenler
(19)
denklem
(18)
limit
(18)
belirli integral
(14)
katı cisimler
(12)
istatistik
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(6)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)




