Meryem Mirzakhani

İranlı kadın matematikçi Meryem Mirzakhani'nin vefatı bu alanda çalışma yapanları derinden etkiledi. Daha yakın zamanlarda Fields madalyasını alan ilk kadın matematikçi diye haberi yapılan Meryem Mirzakhani, kısa hayatının ardından dünyaya veda etmiştir. (Bkz. Fields Madalyası ve Meryem Mirzakhani) Mirzakhani, yaşamında matematiğin anlamı hakikaten bir film senaryosuna konu olacak cinsten anlamlıydı. Matematik çalışmaları ile bu dünyada manadar bir yer edinmeye çalışan Mirzakhani, bilim dünyasında yeterince tanınmış mıydı bilemiyoruz. Kadın olması hasebiyle belki de medyada ilgi gören biriydi Mirzakhani. Belki de İranlı olması Doğudan bir bilim insanı çıkmış olması Batı insanlarını bu kadar heyecanlandırmıştır. Daha önce de Mirzakhani'nin hayatı ve aldığı ödül ile ilgili bir yazıyı blogda paylaşmıştık. İlginin sebebinin şimdilik bilmiyoruz. Biz Meryem Mirzakhani'nin matematiksel yönü üzerinde düşünüp konu ile ilgili yazılmış bir köşe yazısına bakalım. Biz öğretmenlerin de bu biyografi üzerinde düşünüp, matematik ilgisi zayıf öğrencilerimize küçük anlamlı bir dokunuşla nasıl büyük dehalar ortaya çıkarabileceğimizi ve bilim dünyasına nasıl katkılar sunabileceğimizi farketmemiz yerinde olacaktır. 

"Üniversitede 151 ve 152 kodları ile okutulan matematik dersinin kitabı ‘calculus’ benim için bir kâbustu ama matematikçilere duyduğum hayranlığın da en büyük kaynağıydı. Bu yüzden matematikçilerin yaşam öykülerini okumaya bayılırım. Bu konudaki filmleri tekrar tekrar izlerim. ‘Oyun Teorisi’ ile ekonomi alanında Nobel Ödülü alan ünlü matematikçi John Nash’in hayatını anlatan ‘Beautiful Mind’ filmi mesela. Bir insan beyninin taşıdığı dehaya oynadığı oyunlar ile o dehanın verdiği mücadeleyi muhteşem yansıtıyordu. 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de Bletchley Park’ta Alman haberleşme kodlarını çözen matematikçileri anlatan ‘Enigma’ filmi de favorimdir. Bir de ‘Imitation Game: Enigma’ filmi... Bletchley Park’taki matematikçilerden Alan Turing’in yaşamına odaklanıyor. Benim favorilerimden biri Hindistan’da yoksul bir çocukken keşfedilen ve dünyanın sayılı matematikçilerinden biri haline gelen Srinivasa Ramanujan’ı anlatan 2015 yapımı ‘The Man Knows Everything About Infinity’ filmi. Türkiye’de ‘Sonsuzluk Teorisi’ olarak gösterilmişti. Öyle görünüyor ki yakında bu matematikçi biyografisi filmlerine yeni biri eklenecek: Meryem Mirzakhani

"15 Temmuz gündemi içinde bazı gazetelerde bir sütuna 10 santim haber oldu Meryem Mirzahani. Ne yazık ki 40 yaşında göğüs kanserine yenik düşerek öldüğü haberiydi bu... En son ABD’deki ünlü Stanford Üniversitesi’nde matematik profesörü olarak görev yapıyordu. Yaşam öyküsünü Quanta Magazine adlı bilim dergisinde okudum. İran’da 1977’de doğmuş, ilkokulu, ortaokulu ve liseyi, hatta üniversiteyi İran’da okumuş. İlkokuldan sonra gittiği ‘üstün yetenekliler okulu’nun ilk yılında matematik öğretmeninin motivasyonunu kıran tepkileri nedeniyle matematikten uzaklaşmış. Okumaya ve yazmaya yönelmiş. Okulun ilk haftasında tanıştığı ve yaşamı boyunca arkadaş olduğu (halihazırda St. Luis’teki Washington Üniversitesi’nde matematik profesörü olan) Roya Beheshti ile bütün boş vakitlerini kitapçılarda geçirmiş. Bulduğu, satın alabildiği her kitabı okumuş. Bir sonraki yıl matematik öğretmeni değişmiş ve yeni öğretmeni Mirzahani’yi teşvik etmiş. 1’den 100’e kadar olan ardışık sayıların pratik bir şekilde toplanmasını sağlayan ünlü Gauss kuralı da Meryem’in matematiğe bakışını değiştirmiş. Geometri ile yatıp kalkmaya, değişik yüzeylerin alanlarını hesaplamaya, teorileri ispatlamaya çalışmış. 1994’te arkadaşı Roya ile birlikte okul müdürünün kapısına dayanmış, “Biz Uluslararası Matematik Olimpiyatları’na (UMO) katılmak istiyoruz” demiş. Meryem’in bir söyleşisinde “Çok sağlam duruşlu biriydi” diye anlattığı okul müdürü başta tereddüt etmiş ama sonunda “Neden olmasın” diyerek iki öğrenci için UMO’ya başvurmuş. Meryem, 1994’te katıldığı olimpiyatlarda 6 testten 5’inden tam puan almış ve 41 puanla altın madalyayı hak etmiş. O yıl arkadaşı Roya ise 35 puan toplayarak gümüş madalyayı almış. Meryem bu başarısından sonra matematikle daha çok haşır neşir olmuş ve 1995 UMO’da testlerin tamamını hatasız yaparak 42 puan toplamış ve yine altın madalyayı İran’a götürmüştü.

Üniversite sonrasında birçok dâhi gibi ABD’ye gitmiş Meryem. Harvard, Princeton ve Stanford’da çalışmış. Ancak hayatını değiştiren, tarihe geçmesini sağlayan olay 2014’te yaşanmış. O tarihte 37 yaşında olan Meryem, dört yılda bir toplanan Uluslararası Matematikçiler Birliği’nin ‘Fields Madalyası’ ile ödüllendirilmiş. 40 yaş altındaki matematikçilere verilen ödülü alan 54’üncü bilim insanı olan Meryem, daha önceki 53 kişinin aksine bu ödülü alan ilk kadın olmuş. Bu ödülü kazanmasına neden olan çalışmaları anlatmaya benim zekâm ve donanımım yetmez. Eminim ilgilenenler internet ortamında çok daha ayrıntılı makaleler bulabilir. Ancak şunu söyleyebilirim; doğru eğitim ve motivasyon sadece çocukların değil, toplumların geleceklerini şekillendirir. Bazen küçük bir dokunuş, kritik bir karar çok şeyi değiştirir. Tıpkı, okul müdürünün verdiği o kritik karar gibi.  
Deniz Zeyrek-17/07/2017
http://hurriyet.com.tr/yazarlar/deniz-zeyrek/cok-ders-cikarilacak-bir-deha-hikayesi-40522168

İslam'da Selâ

"Diyanet, geçen hafta yaşadığımız darbe girişimi sırasında bütün camilerde sabaha kadar selâ verdirdiği için bir kesim rahatsız oluyor...Bu yüzden birkaç yerde küçük hadiseler çıktı ama tepkilerin utanmazı İzmir’de yaşandı: Selâdan hoşlanmayan ikisi kadın biri erkek üç genç Narlıdere ilçesindeki Kutlu Yalmaç Camii’ni basıp belki babalarından da yaşlı olan müezzini tartakladılar ve sonra da gözaltına alındılar...Sosyal medyada yapılan yorumlarda bazı kişilerin tepelerinde uçan F-16’ların sesinden değil de selâdan rahatsız olduklarını herhalde farketmişsinizdir...


Üstelik “Diyanet selâ okunması talimatını hangi akla hizmet için verdi?” diyenler sadece bunlardan ibaret değildi, bazı gazetelerin internet sitelerinde de “Nereden çıktı bu selâ?” tarzında haberler vardı...Bir gazeteci olarak ifade etmem zor ve belki de ayıp olacak ama söylemeden edemeyeceğim: Basınımızın günümüzdeki en önemli özelliklerinin başında, Türkiye’nin Müslüman bir memleket olduğunun bir türlü farkına varamamış olması gelir!Camilerin cuma namazı cemaatine dar gelmesi yüzünden namazın asırlardır sokaklara taşması basınımızı sanki yeni bir hadise imişcesine şaşırtır, ezanın hoparlörle okunması bazı hassas kulakları rahatsız eder, hele Kurban Bayramı geldi mi bir “kan” ve “katliam” tartışmasıdır başlar...
| | | Devamı... 0 yorum

Cemaatler ve cemaatleşme Sorunu

Cemaat: TDV İslam ansiklopedisinde şu şekilde tanımlanır. “Toplamak, bir araya getirmek” anlamındaki cem‘ masdarından türeyen Arapça bir isim olup sözlükte “insan topluluğu” mânasına gelir. Fıkıh terimi olarak namazı imamla birlikte kılan topluluğu ifade etmek için kullanılır. İslâm dininde cemaat halinde ibadet teşvik edilmiş, hatta bazı ibadetler için cemaat şart koşulmuştur. Her gün kılınan beş vakit namaz, haftada bir kılınan cuma namazı, bayram namazları cemaatle eda edilen belli başlı ibadetlerdir. Cemaatle namaz, müslümanlar arasında mevcut mânevî bağın en önemli tezahürlerinden biridir. Namazların cemaatle kılınmasının hikmeti, müslümanların birbirleriyle görüşüp hallerinden haberdar olmalarını, bilgi alışverişinde bulunmalarını, aralarında disiplin, sevgi ve düzenin yerleşmesini ve ibadetlerini severek yapmalarını sağlama amacına yönelik olmalıdır. " 
Buradaki cemaat tanımı, namaz için gerekli olan şartların başında gelen tanımdır. Günümüz anlayışında ise cemaat denilince akla topluluklar, tarikatler ve bir fikir etrafında toplanmış olan oluşum ve teşkilatlar gelmektedir. Bir topluluğa intisab etmiş, aynı gayeye doğru yola çıkmış, kader birliği yapmış insanların herşeyden önce, İslam'ın koyduğu temel esaslara bağlı olarak hareket etmesi elzemdir.İntisab, bağ manasına gelir. İntisab edilen, bağlanılan yoldaki tüm gözlemler ve uygulamalar İslam'ın akaid ve inanç esaslarına tamamen uymalı ve Kuran-ı Kerim/Sünnet çizgisinden bir milim dahi sapma göstermemelidir. Şeyhin, mürşidin hal ve hareketlerinde, en küçük İslam'a aykırı bir davranış varsa, gidilen yolun sıhhati gözden geçirilmelidir. Hareketler ve davranışlar tevil edilmemeli, aklını kiraya vererek yorumlamaya çalışılmamalıdır. Tasavvuf kaideleri İslam şeriatine aykırı yorum içeremez. Eğer böyle bir durum söz konusu olursa o tarikat ve yol İslam dışı addedilir ve oradan hemen uzaklaşmak gerekir. İnsan, akıl sahibidir ve bilgi sahibi olmak zorundadır. Rüyalara, menkıbelere körü körüne inanmak ile kişi ahiretteki sorumluluğundan kurtulamaz. Tasavvuf ve tarikat konusu, İslam'da en çok farklı görüşün çıktığı ve bundan sonra da çok fazla yorumların oluşabileceği, yumuşak zemine dayalı bir mevzudur. Bu konuda ünlü tasavvuf alimlerinin yazdığı risalelerden ve özellikle İmam Rabbani'nin konu ile ilgili bakış açılarından örnekler vermek elzemdir.

| | | | Devamı... 0 yorum

Çağın Hastalığı Unutkanlık

"Kur’an-ı Kerim’de 240 yerde zikredilen “insan” kelimesi bünyesinde muhabbet ve insanlarla irtibatı temsil eden “üns” ve unutmak anlamındaki “nesy” olmak üzere iki kök mana barındırmaktadır. Bünyemize yerleştirilmiş olan unutma özelliği bağlamında hoş görülecek şeyler olduğu gibi unutma hastalığının sirayet etmesine asla izin vermememiz gereken mevzular da bulunmaktadır. Elbette ki bu hastalığın zararlarından korunmak için bizzat Rabbimiz tarafından talim ettirilen “Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma”duasını sık sık etmeli, unuttuklarımızın affını niyaz etmeliyiz. 
Kur’an-ı Kerim’de cennetteki yasaklı meyveden unutarak yediği zikredilen insanlığın atası Hz. Âdem’in nesli olarak bu hastalığın bizlere de sirayeti pek tabidir. Bugün Müslümanların yaşadığı sosyal, siyasal bütün çağdaş şartları ve ülkemizde geçmişte hâkim olan baskı ortamı şartlarını da göz önünde bulundurarak unutkanlığın sebeplerini şu maddelerde özetleyebiliriz: 
Haram bakış nisyan verir. Kur’an-ı Kerim’in koyduğu, başta gözlerimiz olmak üzere tüm duyu organlarımızı haramlardan muhafaza etme emri, hiçbir şart ve zamana bağımlı olarak değişmeyen, herhangi bir yorumla da kesinliği asla değişmeyecek olan bir emirdir. Unutmayalım, bu emir yüce Allah’ın kıyamete kadar -şartlar, imkânlar ne kadar gelişirse gelişsin- gelecek tüm insanlığın dertlerine deva ve meselelerine çözüm olarak indirdiği kitabı Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir.


Haddinden fazla uyku da beyni hantallaştıracağından unutkanlık sebeplerindendir. Bunun gibi her türlü iş ve amelde de ölçüyü muhafaza etmemiz gerekmektedir. Zira ölçüsü konulmayan yalnızca iki amel vardır. Bunlar ise hayatımızın her alanında, hangi işle meşgul olursak olalım devam etme özelliğine sahip olan zikir ve cihattır. 

Midenin sürekli dolu olması. Güneşin doğmasından sonra ve batmasından önceki kerahat vakitlerinde uyumak. Sabah kahvaltısını terk etmek. İçi boş hayaller kurmak. Hayal gücü meşru dairede ve bir gün elde edilmesi mümkün olan şeyler için kullanıldığı takdirde elbette bir nimettir. Faydasız ve meşru daire dışında olan şeyleri hayal etmek ise hem zihnimizi beyhude yere meşgul edecek hem de unutkanlığa sebep olacaktır. 

Temel sebeplerini sıraladığımız bu hastalığın çözüm yollarına gelecek olursak; Bu konuda ilk önerim Kur’an-ı Kerim’den ayetler ezberlemektir. Bu tavsiyedeki asıl hedef ve maksat Kur’an-ı Kerim’den ezber ayetleri çoğaltmak değil, zihni Kur’an ile yormaktır. Bu gayret neticesinde unutkanlığın sona erdiğini görmek, belki Kur’an-ı Kerim’in mucize bir kelam oluşunun delillerinden biri olarak da kabul edilebilir. Kur’an’a vakit ayırmaz, zihnimizi Allah’ın kelamıyla değil de, faydasız ve gereksiz şeylerle, TV programlarıyla yorarsak bunun aksi bir tesiri görmemiz de kaçınılmaz olacaktır. Unutkanlığı yenmenin bir diğer yolu ise “Elin karda, gönlün Yarda” prensibini şuur haline getirmektir. Bu hastalığın bir diğer tedavisi ise zikrullah ile meşgul olmaktır. Allah’ın adını -hassaten seherlerde- zikretmek ruhumuz için tarifi imkânsız bir gıda ve vitamin niteliğindedir. Bir de bu hususta somut bir öneri verecek olursak; âlimlerimiz hafızanın kuvvetlenmesi için hassaten sabah namazı eda edildikten sonra 21 adet çekirdekli siyah üzüm yemeyi tavsiye etmişlerdir."

Abdullah BÜYÜK
15/01/2016 
http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdullah-buyuk/cagimizin-hastaligi-unutkanlik-ve-sebepleri-13435.html
| | | Devamı... 0 yorum

Medeniyet ve Umran

"Medeniyet mi umran mı tercihine bizi zorlayan iki şahsiyet var: İbn-i Haldun ve âmâ üstad Cemil Meriç. Meriç, medeniyet mevzuunda ibn-i Haldun’un umran kavramını savunur: “İslâm bu keşmekeşten asırlarca önce kurtulmuş. Medeniyet ve kültür tek kelimeyle ifade edilmiş: Umran.” “Haldun’un, umranı bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının bütünü, içtimaî ve dînî düzen, âdetler ve inançlar” olarak târif ettiğini, umrana yüklediği mânanın medeniyet kavramından daha şümullü ve Avrupa'nın hiçbir zaman hiçbir kelimesiyle kucaklayamayacağı bir bütünlüğe sahip olduğunu söyler. Ona göre umran kelimesinde derinlik ve kuşatıcılık vardır. “Yalnızca bilgiyi değil irfânı ve bilgeliği de anlatır; şehri ve bâdiyeyi de (kır, çöl) içine alır. Umrandan habersizdik, medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekâmül vetiresini ifade için kendimize lâyık bir kelime bulduk: Uygarlık. Mâzisiz, mûsikisiz bir hilkat garibesi. Umran'ı içtimaî hayatla karşılayabiliriz. Haldun için temeddün’le (medenileşme) umran farklıdır. Temeddün: Şehir medeniyeti. Umran, hem bedevîliği hem hadarîliği kucaklar.” Medeniyet kavramı yerine umranı tercih etmemelerinden dolayı Tanzimatçıları tenkid eder. Ahmet Cevdet Paşa'nın medeniyet târifini daha gerçekçi bulur, fakat tek kusuru umran gibi kucaklayıcı bir kelimeyi, medeniyet gibi müphem ve mâzisiz bir lafza feda etmesidir. Hemen belirtelim ki, Tanzimat’la başlayarak Birinci Dünya Savaşı yılları ve Cumhuriyet döneminde medeniyet kelimesine civilization, Batılılaşma, modernleşme gibi olumsuz mâna yükletildiği için medeniyet kavramı millet nezdinde Frenkleşme şeklinde anlaşılmıştır. Meriç’in, medeniyet kelimesi için kullandığı “müphem, mâzisiz…” ifadelerinin altında bu sebepler vardır. İslâmî mânasıyla “Medine” den neşet eden medeniyet tasavvurunu kastetmemektedir. 
“MEDENİYETİN, BATI’NIN EMELLERİNİ GÜZEL GÖSTERMEYE YARAYAN ÖRTÜ GİBİ GÖRÜLMESİ” Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar aydınlar tarafından parlak bir müdafaaya rağmen medeniyet kelimesinin halk tarafından sevilmediğini ve şüpheyle bakıldığını, medeniyet kelimesinin Batı’nın gizli emellerini güzel göstermeye yarayan bir örtü gibi görüldüğünü, Avrupa'dan gelen her mefhum gibi “Garaz-ı nefsani” ve “Tek dişi kalmış canavar” olarak anlaşıldığını, halk şuurunda düşman bir Avrupa, sefahat ve fuhşiyattan şeklinde çağrışım yaptığını ifade eder. Bununla kalmaz; “Yeni tanıdıkları bir dünyanın şaşasıyla gözleri kamaşan hayalperest müstağribler için medeniyet bir teslimiyet ve temessüldür (başka bir şeye benzeme)” sözleriyle Batıcı aydınları zavallı taklitçiler olarak görür. Meriç’e göre, biz büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Utanılacak mâzisi olmayan, insanlığa büyük hizmetleri olmuş, çağlar kapatıp çağlar açmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Fakat medeniyetimiz İslâmî duruşumuzdaki fetretten dolayı hâkimiyetini kaybetmiş ve Batı medeniyetinin tesiri altına girmiştir. Bu tesir kimilerini kendi medeniyetinden utanan ve reddeden bir mağlubiyet kimliğine sokmuştur. Suçu aydınlara yükler ve İslâm medeniyetinden yana olduğunu beyan eder: “Ama ne biz medeniyetimizi inkâr ettik, ne de Batılılar bizi asırlardır bildiklerinden farklı bildiler. Batıcılarımız, yâni müstağriblerimiz ne kadar medeniyet hüviyetimizi inkâr etse de Batılıların gözünde biz düşman bir medeniyetiz. Oysa bu medeniyet, tek başına ortaçağ karanlığını aydınlattı. Tarihte hiç bir insan topluluğu, İslâm inkılâbı, yâni medeniyeti kadar uzun bir hamle yapmadı. Bu medeniyet bir asırda okyanusları birbirine birleştirdi, çeşitli ırktan insanları birbirine kaynaştırdı, târihleri birbirleriyle hamur yaptı.” 
“İSLÂM KUVVETTEN DOĞMUŞ BİR MEDENİYET DEĞİL, MEDENİYETTEN DOĞMUŞ BİR KUVVETTİR” Ona göre, İslâm kuvvetten doğmuş bir medeniyet değil, medeniyetten doğmuş bir kuvvettir. O muhteşem medeniyetin gücü kaba kuvvet değildi. İrfandı, teşkilâttı, nizamdı. İslâm medeniyetinde ruh ile dimağ, fazilet ile terakki, mânevî kudretle maddî umran yan yan yanadır. İslâm’ın Semerkand’da, Buhara’da, Şam’da, Bağdat’ta, Konya’da, İstanbul’da, Kahire’de, hele Endülüs’te, Kurtuba’da meydana getirdiği medeniyetler ortaçağ karanlığı içindeki insanlığın ümidiydi. Bütün medeniyetler İslâm medeniyetine borçludur. Fatih’in Semaniye, Kanunî’nin Süleymaniye medreseleri medeniyetin şahitleriydi. Süleymaniye’nin kubbesi, Mohaç’tan daha muazzam bir zaferdi. Loncaları, kervansarayları, şifahâneleri ve sebilleriyle milleti yaşatan vakıf müessesesi başlı başına bir medeniyet harikasıydı ona göre. Medeniyet meselesinde safını belirlediği içindir ki İslâm medeniyetinin ulaştığı her yerde zulmü ortadan kaldırıp beldeleri, memleketleri umran ve adâletle şenlendirdiğini, Batı’nın seküler ve sömürgeci medeniyetinin Tanrı’yı öldürdükten sonra insanı da öldürdüğünü söyler. Vecdle tasvir ettiği medeniyet bağlılığını “Türk İslâm medeniyeti ahlâka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçekleştirdiği değerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum” sözleriyle tescil eder. 

| | | | Devamı... 0 yorum

Gençlere Mektup

Gençlerimizin başarısı üzerine yazılmış, çok güzel bir yazıyı size sunuyorum. "Eğitimlerim esnasında gençlere soruyorum. 10 yıl sonra nerede olmak istiyorsunuz? 10 yıl sonra nerede yaşamak istiyorsunuz? 10 yıl sonra yaşam kalitenizin nasıl olmasını istiyorsunuz? Genellikle açık ve doyurucu cevap veremiyorlar. Bu soruların cevabını, herkesten daha çok siz biliyorsunuz. Nasıl mı? Hepinizin elinde bir kalem var. Bu kalemle geleceğinizin resmini çiziyorsunuz. Bu resmin güzel ya da çirkin olması sizin elinizde… İyi arkadaşlar edinerek, zamanınızı etkin kullanarak, öğrenmekten ve çalışmaktan mutlu olarak, sizi engelleyenleri hayatınızdan çıkararak ve en önemlisi de, “hayır” demeyi öğrenerek…
Başarıyı elde etmenin en iyi yollarından birisi, ben kimim? Sorusuna doğru cevap vermektir. Bu soruyu sorarak; güçlü yönlerinizi, zayıf yönlerinizi, fırsatlarınızı ve engellerinizi fark edebilirsiniz. Bu aşamadan sonra yapmanız gereken en sağlıklı yaklaşım, güçlü yönleri daha güçlü hale getirmek, zayıf yönlerin, engelleyici unsurlarını ortadan kaldırmaktır. Daha sonra fırsatlardan etkili yararlanmak ve olası engelleri aşmak için, doğru stratejiler belirlemek gerekir. 1982 yılında Endüstri Meslek Lisesi öğrencisi iken, üniversite sınavının benim için aşılması zor bir engel olduğunu anladım. Sınavda hangi alanlarda başarılı olabileceğimi inceledim. Sözel alanda Türkiye ortalamasına yakındım. Ancak, bu yakınlık bana üniversiteyi kazandıramazdı. Herkesin soru kaybettiği alanlar, benim başarısız olduğum alanlardı. Bu alanlara odaklaşarak, eksiklerimi kapattım ve başarıya ulaştım.
“Eğer yeni bir şey öğrenmeye başladığınızda, kolayca öğrenemiyorsanız, ne mutlu size. Siz normal bir insansınız.” Bu veciz sözü nerede ve kimden duyduğumu hatırlamıyorum ama, öğrencilik yıllarımda hep bana kılavuz oldu. İlk öğrenmeye başladığım her şeyde, sorun yaşadım.  Başarılı olmak için, öğrenilmiş çaresizliğe kapılmadan mücadele etmem gerektiğini düşündüm. Tembellik ve boş vermişlik çözüm değil,  hazin sonun başlangıcıydı. Ne zaman başarısız olsam, hep El_Cabir’i hatırladım. Matematiği öğrenemeyince medreseden kaçıp gider. Uzun süre yürüdüğü için yorulur. Bir kuyunun yanında dinlenmeye başlar. Kuyudan su içmek ister ama kova kuyunun dibine düşmüştür. Kovanın neden kuyuya düştüğünü anlamak için araştırma yaptığında, ilginç birşeyle karşılaşır. Urgan, kova kuyuya inip çıkarken, taşa sürtünür ve taş urganı keser. Bu yüzden kova kuyuya düşmüştür. El-Cabir der ki: Vay be! Taş, taş olduğu halde, urganı kesiyor da, benim aklım matematiği kesmiyor. Medreseye geri döner ve öğrenciliğe yeniden başlar. Daha sonra Cebir’in kurucusu olur.
Başarıda özgüven ve kendine inanmak önemli bir yere sahip. Ben başarabilirim… Bu söz, eğer inanılarak söylenmişse, başarının yarısı gerçekleşmiş demektir. Mutlaka başaracağım sözü ile desteklenmesi ve altının doldurulması gerekir. Başarının en büyük engellerinden birisi, saman alevi gibi olan tutum ve davranışlardır. Ani bir parlamayla başlanan daha sonra yelkenleri suya indirmekle sonlanan davranışlar, sizi sadece meşgul eder. Somut bir çıktısı ve elle tutulur bir başarısı olmaz.
Akademik başarının gizli sırlarından birisi, ders çalışmayı oyun haline getirmektir. Eğer ders çalışmayı görev haline dönüştürürseniz, mesaisi bitince işyerini terkeden memur gibi olursunuz. Yaşlı bir adam, emekli olunca küçük bir kasabada ev alır. Amacı sessiz ve sakin ortamda kitap yazmaktır. Sabah olduğunda büyük bir gürültüyle uyanır. Evin önündeki boş arazi, kasabadaki çocukların futbol sahasıdır. Gençlerin yanına gider ve antrenör olmak istediğini ve her oyuncuya günde 5 dolar ödeme yapacağını söyler. Çocuklar kabul ederler. Sıkı bir kondisyon ve antremandan sonra 5 doları öder. Daha sonra ekonomik sorunlarını bahane ederek, 1 dolara kadar günlük yaptığı ödemeleri düşürür. Bu olaya tepki veren kaptan, yaşlı amcaya şöyle söyler: Amca kusura bakma. 1 dolara burada top oynanmaz. Arkadaşlarını alıp orada ayrılır. Yaşlı adam, çocuklar için oyun olan futbolu göreve dönüştürmüştür ve futbolun tüm büyüsü ortadan kalkmıştır.
Gençlik yıllarında savaşçı olmak, başarıyı yakalamada önemli bir durumdur. Abraham Lincoln’ün hayatını incelerseniz, 52 yaşına kadar geçen sürede onlarca başarısızlık yaşadığını görürsünüz. Lincoln yaşadığı başarısızlıklara rağmen, asla vazgeçmeden mücadele etmiş ve 52 yaşında ABD’ye başkan seçilmiştir. Aynı durumu Edison’da, Pasteur’da da görebilirsiniz. Einstein’in okuldan başarısızlık nedeniyle ilişiğinin kesildiğini biliyor muydunuz? Einstein: Bana okuyamaz dediler. Ben de, atomu parçalayıp ellerine verdim sözü, mücadelenin ve yılmazlığın önemli örneklerindendir.
Başarısızlığa sebep aramayınız. Eğer sebep ararsanız, onlarca, yüzlere hatta binlerce neden bulabilirsiniz. Unutmayınız ki, bulduğunuz sebepler, sizin başarısızlık sorununuzu çözmez. Sadece geçici bir rahatlamaya sebep olur. Eğer sebepleri buluyor ve başa çıkma stratejileri uyguluyorsanız, yönteminizi değiştirip farklı kaynaklara ulaşıyorsanız, muhtemelen başarıyı yakalayacaksınız demektir.

Ödül bekleyerek derse çalışmayınız. Ödül beklemek, kendi hayatınızla ilgili karar verecek olgunluğa ulaşmadığınızı gösterir. Çünkü başarı ve başarısızlık sizin ve geleceğinizle ilgilidir. Ödül bekleyerek yaptığınız her eğitimsel faaliyet, eğreti ve içselleştirilmemiş bilgi demektir. Öğrenmeyi ve öğrenmekten mutlu olmayı öğrenmeniz gerekir.Kendinize bir hedef belirleyiniz. Bu hedef, sizin yeteneklerinize, ilgilerinize ve gerçeklerinize uygun olsun. En önemlisi de ulaşılabilir olsun. Örneğin; Ben ilköğretim matematik öğretmeni olacağım. Ben avukat olacağım vb. Hedefinizi bir üst noktadan seçiniz ki, daha fazla çabayı ve mücadeleyi gerektirsin. 1968 kuşağının efsane bir sözü vardır. “İmkânsızı isteyin ama gerçekçi olun…”
Aklınızı besleyin. Okumadan, araştırma yapmadan, çaba sarfetmeden bilgi ve beceri sahibi olamazsınız. Çalışmadan bilgi sahibi olmaya çalışmak, bilgilerin vahiy yoluyla geleceğini beklemeye benzer. Hedeflerinize ulaşmak için çalışmanız gerekir. Yatarak büyüyen tek şey karpuzdur.  Önkoşullu öğrenmeleri öğrenmek, ilişkilendirmek ve bilgiyi hayata transfer etmek, başarılı olmanızda etkili yöntemler arasındadır. Her bireyin benliğinde aslan olduğunu farzedin. Aslanlardan birisi uyuz diğeri ise dinamik ve sürekli kükremektedir. Aslanı uyuz olan, uykucu, tembel ve arabesk bir hayatı yaşar. Aslanı kükreyen ise, sürekli dinamik, gözü açık ve zindedir. Başarı merkezlidir ve ilk önce kendisiyle rekabet etmektedir. Başarının parametrelerini kendisi belirler. Bir Kızılderili kabilesinde, yaşlı reisin beslediği iki tane köpek vardır. Köpeklerden birisi beyaz diğeri siyahtır. Beyaz köpek, aydınlığı, iyiliği, erdemi ve yüceliği; siyah köpek ise, kıskançlığı, saldırganlığı ve öfkeyi temsil ettiği varsayılır. İki köpek kavga eder. Çocuklar gidip, yaşlı reise hangi köpeğin kazanacağını sorarlar.  Yaşlı reis şöyle cevap verir: Ben hangisini beslersem… Uyuz aslan ya da kükreyen aslan herkesin benliğinde vardır. Hangisinin kazanacağına siz karar veriyorsunuz.
Tembeller daha çok yorulur. Hem öğrencilik hem de öğretmenlik yaşantımda edindiğim deneyimler, bana tembellerin daha fazla yorulduğunu gösterdi. Zamanını etkin yönetemeyen, ödevlerini zamanında bitiremeyen ve kendini düzenleyemeyen bireyler, işleri yetiştirmek için daha fazla çaba sarfetmek zorunda kalırlar. Birey, sürekli derse çalışarak başarılı olamaz. Eğlenmeye, dinlenmeye ve hayatın güzelliklerini yaşamaya da zaman ayırması gerekir. Ders zamanı eğlenen, dinlenme zamanı derse çalışan kişileri anlamak mümkün değil. ABD’de öğrenciler hafta içi yoğun olarak derse çalışıp araştırma yaparlar. Hafta sonu da, zamanlarının büyük bir kısmını eğlenerek ve dinlenerek geçirirler     
Sınırlarınızı zorlamanız gerekir. Sabit sınırlar içerisinde, kaldığınız sürece vasat bir başarı elde edersiniz. Aşılamayacak hiçbir engel yoktur. En büyük engel, bireyin kendisidir. Bir şişenin içerisine arı koyunuz. Şişenin dibini güneşe çeviriniz. Arı ölene kadar şişenin dibinde dönüp duracaktır. Çünkü, güneşe doğru gittiği zaman yönünü bulacağını sanır. Eğer bir engel sizin için aşılamayacak durumda ise; kendinizi, yönteminizi, bilginizi ve sorun çözme stratejinizi yeniden gözden geçiriniz.
Öğrenirken başkasından yardım almayınız. Yardım aldıkça bağımlılık artar ve üretken zekânıza ipotek koyarsınız. Sizin için en büyük engel, yardım ve eleştiri tuzağıdır. Size yardım etmek isteyenlere teşekkür edip, öğrenmeye çalışınız. Eleştirenlerin tuzağına düşmeden, eleştiri yapılan konuda, savunma mekanizmalarınızı kullanmadan, doğruluğunu araştırıp, davranışlarınızı kontrol etmeye çalışınız.Çok çalıştığınız, çaba sarf ettiğiniz halde başarılı olamıyorsanız, muhtemelen siz onu çok fazla istememişsinizdir. Eğer istemiş olsaydınız, başarısızlığı oluşturacak tüm dinamikleri ortadan kaldırmış olurdunuz. Bir Türk atasözü der ki: Taşıma suyuyla değirmen dönmez. Dışsal güdüleme araçlarıyla güdülenerek, başarıya ulaşamazsınız. Kendinizi içsel açıdan güdüleyiniz. Kendisini içten güdüleyen birey, kendi yakıtını üreten araç gibidir. Başkasına bağımlı kalmadan yol alır.
Çalışma ortamızı iyi düzenleyin. Dikkatinizi dağıtan faktörleri yok edin. Yatarak ve müzik dinleyerek derse çalışmayın. Cep telefonunu ve interneti kapatın. Hazırbulunuşluk düzeyinizi artırınız. İyi ders notu tutunuz. Başkasının ders notu ile sınavlara hazırlanmanız, başarı düzeyinizi düşürür. Tekrar edin ve öğrendiğiniz konuları farklı sorunların çözümüne uyarlayınız. İyi uyku, dersi derste öğrenme, derse odaklaşma ve yazarak çalışma başarıda etkili yöntemler arasında yer alır.
Sonuç olarak, kendinize iyi şeyleri layık görün. İyi ve değer sahibi arkadaşlarınız, dostlarınız olsun. İçinizdeki başarı güdüsünü sürekli zinde tutun ve güçlenmesini sağlayın. Farklılıklar oluşturmaya çalışın. Özgün yaklaşımlar belirleyin. Taklit etmeyin. Değerlerinizi, diğerlerinden ayırın. Unutmayınız ki, bir daha dünyaya gelmeyeceksiniz. Hayatınızı etkili yaşayınız. Dik durunuz ve onurlu olunuz. Değerleriniz, inançlarınız milli ve evrensel bir duruşunuz olsun. Huzurlu, mutlu ve başarı dolu bir yaşam dileklerimle…"
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU
17 Mayıs 2015
http://www.kamudanhaber.com/genclere-mektup-makale,2837.html 
| Devamı... 0 yorum

Hak yolun Batıl Yolcuları

Bugünkü Müslümanların ve islam dünyasının acı halini en güzel biçimde özetleyen bir yazıyı paylaşmak istiyorum.Diriliş Postası gazetesinden Yaşar Yavuz'un "Hak yolun Batıl ve Batıl yolun sadık yolcuları" isimli yazıyı istifadenize sunuyorum.

"Ulaşılmak istenen bir menzil olsun yeter ki…
Ve sen çıktığın o yoldan önce kendine bak ve sadık ol o yola!
Sen adımını attığın andan itibaren yar ve yardımcın Yaratan olur.
Hele bir de sadık yol arkadaşların varsa her adım bir duadır ki, eksikler tamam olur, karanlığın koyuluğunda gidilecek istikametin üstüne ayın şavkı vurup “buyur” der.
Hepimiz biliyoruz ki, uzun yıllardır Müslümanlar bu topraklarda yeniden var olma mücadelesi veriyorlar.
Bunu farklı zamanlarda farklı mücadele türleriyle denediler-deniyorlar.
Bazen davet çalışmalarıyla bazen adına demokrasi denilen yolla, bazen de şartlar gereği farklı mücadelelerle.
Mesele, çıkmaza giren bu dünya düzenine, İslam medeniyetiyle yeniden çıkış yolu oluşturmak.
Müslümanlar olarak yeniden bir kurtuluş kapısını aralamak…
Ancak bütün bunlarla beraber, hepimizin çok iyi bildiği ve her platformda konuştuğu iki konuda yanlış yaptığımızı düşüyorum.
Birincisi “Nebevi Hareket Metodu” (Rasulullah’ın (SAV) kendisine peygamberliğin gelişinden Rabb’inin huzuruna intikal edişine kadar geçen süre içerisinde izlediği yol).
İkincisi ise “Sünnetullah”. (Allah’ın kâinatı idare ederken koyduğu kurallar)
İsterseniz sizi şöyle bir geçmişe götüreyim.
Bundan yaklaşık 1500 sene evvel, Allah’ın Resulü Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın dünyaya hediye ettiği Asr-ı Saadet’i hilafet dönemine kadar bir gözünüzün önüne getirin.
İlk vahiy, yanındakilerin şaşkınlığı, vahyin kabulü, aile içinde ibadet, gizli davet, vahyin açıklanması, açık davet, açık ibadet, batılı gizli inkâr, batılı açıktan inkâr, batılın vahyi yalanlaması, inanların ve inkar edenlerin arasındaki sözlü sataşma, batılın sözlü tehdidi, fiili baskı, işkence, sürgün, Medine, cihat ve fetih…
Bu süreç, “Nebevi Hareket Metodu”nun kendisidir.
Dahası tüm bu yaşanılanlar, Sünnetullah’ın, yani Allah’ın koyduğu kurallara paralel devam etmiş ve sonuç bulmuştur.
İslam’ın aydın âlim ve düşünürleri yukarda bahsetmiş olduğum 1500 sene önce bu metodu bugün pekâlâ farklı yöntemlerle devam ettirebilirler.
Ancak olmazsa olmazı olan tek şey vahiydir.
Yani Kur’an’dır, İslam’dır, haktır, adalettir.
Çünkü vahiy, hem götüreni hem de götürüleni temizler.
Bugün de gerek dünyada gerek Türkiye’de 1900’lı yıllarda, Batılılar tarafından işgal edilen İslam topraklarında “yeniden diriliş” için başlatılan mücadelede buna benzer bir yol takip edilmiştir.
Ancak takip edilen bu yolda bu metot sonuna kadar işlenmemiş ve devam ettirilmemiştir.
Elbette bu devam ettirilmeme tek taraflı değildir.
Batılı güçler bu metodun devamının nereye çıkacağını ve neler getireceğini çok iyi bildikleri için bir yerden sonra müdahale etmişlerdir.
Müslümanlar ise bu metoda yapılan müdahaleye karşı dik duramamış, ısrarcı davranamamış ve tabiri caizse dokuzuncu basamaktan sonra geri dönmüşlerdir.
Yani pes etmişlerdir.
Pes etmek, geri dönmek ve kaybetmek demektir.
Yani sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde yine Sünnetullah işlemiştir.
Bugünden sonra Müslümanların artık kendine gelmeleri ve yoldan çok yolcuyu sorgulamaları gerekmektedir.
Kısacası sorun yolda değil, yolcudadır.
Öyle olmamış olsaydı, bugün dünyada birçok batıl dava, düzen ve devletin hüküm sürmesi mümkün olabilir miydi?

Zira nice batıl davalar, yolcuları sadık olduğundan dünyada başarıya ulaşmışlardır.

Dünyanın var oluşundan kıyamete kadar Sünnetullah işlemeye devam edecektir.

Bu Allah’ın açık bir vaadidir.
Tıpkı hak olan bir davanın yıllardır başarıya ulaşmamasının sebebinin yanlış ve yamuk yolculardan kaynaklanmış oluşu gibi.
O halde etrafımıza bir daha dönüp bakalım!
Yolcuların sinesinde hangi sevda taşınıyor, ona dikkat edelim!
Çünkü imtihana muhatap olanlar yolculardır."
Yaşar YAVUZ-14.06.2015 
http://www.dirilispostasi.com/hak-yolun-batil-ve-batil-yolun-sadik-yolculari/

Toprağı Bol Olsun!

Bugün bir arkadaşımızın babasının vefatı haberini aldıktan sonra söylediği "Toprağı bol olsun" ifadesinden sonra yıllar önce zevkle okuduğum İki Dirhem Bir Çekirdek, İskender Pala’nın deyimlerimizin ardındaki bu muhteşem birikime nüfuz ettiği özel bir eseri hatırlamadan edemedim.  İşte bu kitapta-İki Dirhem Bir Çekirdek-(okumayanlar için kesinlikle tavsiye edilecek güzel bir kitap olduğunu belirteyim) “Toprağı bol olmak” deyiminin aslı nedir? Onu kısaca sizinle de paylaşayım ki bu deyimi bir daha müslümanlar için kullanmayınız. 

Yakın zamanlara kadar Müslüman ölüler için, “Allah rahmet etsin!”, diğer müslüman olmayan ölüler için de “Toprağı bol olsun!” denilirdi. Şimdi görüyoruz ki televizyon kanallarında, haber bültenlerinde, gazetelerin ölüm ilanlarında, gündelik hayatta pek çok kimsenin dilinde bu deyimin bilinçsizce ve Müslüman ölüler hakkında da kullanıldığını görüyoruz. Bu da ne kadar üzücü ve vahim bir olay. Dil denilen organ ne tuhaf bir organ ki biilmeden de olsa insanı çok kere günahkar edebiliyor.
"İlkçağ inançlarına göre insanlar öldükleri vakit birtakım eşyalarıyla birlikte gömülürlerdi. İnsanlar inandıkları 'tanrılarına' sunmak ve öte dünyada kullanmak üzere mezarlara birlikte götürdükleri bu eşyalar, genellikle kıymetli maden ve taşlardan mamul kap kacak ile takılardan oluşurdu. Türk beyleri de İslamiyetten önceki zamanlarda “korugan” dedikleri mezarlarına altın, gümüş ve mücevherleriyle birlikte gömülürler, sonra da üzerine toprak yığdırtarak höyük yapılmasını vasiyet ederlerdi. Eski medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu ve Anadolu’da pek çok ünlü hükümdarlara ait bu tür mezar ve höyükler hâlâ bulunmaktadır. Altın ve hazine, her zaman insanoğlunun ihtiraslarını kamçılamış, nerede ve ne kadar kutsal olursa olsun, elde edilmek için insanı kanunsuz yollara sevketmiştir. Höyüklerdeki hazineler de zamanla yağmalanmaya başlanınca, ölenin ruhunun muazzeb edildiği düşünceyle üzerine toprak yığılır ve gittikçe daha büyük höyükler yapılır olmuş. O kadar ki ölenin yakınları ve cenaze merasimine katılanların birer küfe toprak getirip mezarın üstüne atmaları gelenek hâlini almış. Öyle ya, mezarın üzerinde toprak ne kadar bol olursa, düşmanlar ve art niyetliler tarafından açılması ve hazinenin yağmalanması o kadar engellenmiş olurdu. Bu durumda toprağı bol olan kişi de öte dünyada rahat edecek, en azından kullanmaya eşyası ve tanrılarına sunmaya hediyesi bulunacaktır. Bugün dilimizde yaşayan “Toprağı bol olmak” deyiminin aslı budur. Türklerin İslam dairesine girdikten sonra terkettikleri höyük geleneğindeki, “toprağı bol olmak” deyimi, bu defa gayrimüslimler hakkında kullanılmaya başlanmıştır. Ölenin Müslüman olmadığının alâmeti sayılmıştır."İskender Pala-İki Dirhem Bir Çekirdek


Bu deyim etrafında, Mehmet Oruç yazarımızı da hatırlayalım. Yukarıdaki düşünce etrafında açıklamalara değinen yazarımız; gayri müslimler için de iyi anmalar ve Allah'tan cennet dileyenleri eleştiren yazısında şöyle der. "Son zamanlarda, cahilce, bu tür bir başka yanlışlık daha yapılıyor. Ölen gayrimüslimlere de, “Rahmetli” “Allah rahmet etsin!” deniyor. Dinimize göre, gayrimüslime “Rahmetli”, “Allah rahmet eylesin” demek, onu Müslüman kabul etmektir; bu da küfürdür. Yani dinden çıkmaya sebeptir. Gayrimüslim açıkça, Müslüman olduğunu ilan etmedikçe dinimize göre Müslüman sayılmaz. “Gizli Müslüman” bile olsa, ona rahmetli denilmez. Çünkü dinimiz zahire, yani görünüşe göre hüküm verir... 
Mehmet ORUÇ 
08/09/2001 
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/mehmet-oruc/123064.aspx

Son söz olarak, 'sözün' ehemmiyetine binaen, Yunus Emre'ye de kulak verelim.

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz


Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil
Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz
Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri
Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini
Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz
Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile
Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz

Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz
| Devamı... 0 yorum

Çocuğum matematik öğrenemiyor

Bugün sizlere matematik öğrenme güçlüğü hakkında gazetelerde karşılaştığım bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yine herkesin ortak sorunu olarak gördüğümüz "matematik öğreneneme " gibi bir mevzuda yazarımız düşüncelerini açıklayıp, matematik öğrenmede karşılaşılan sorunlar hakkında bazı çözüm önerilerini ifade etmiştir. Yazının tamamına katılmamakla birlikte, yer alan tespitlerin gayet yerinde olduğunu gördüğüm makalede, çocukların eşit derecede matematiksel ilgi ve istidatları olmadığını öğretmenlik yaşamım boyunca gördüğümden, herkesin matematik becerisini kolayca kazanmasının mümkün olmadığını ifade etmek istiyorum. Lakin şu da var ki asgari seviyede temel matematik becerisini, zekası makul seviyede olan her bireyin mutlaka kazanabileceğini söylemek zorundayım. Bunu kazanamayan bireylerin zeka problemi olduğundan değil tamamen ilgilerinin matematiğe yönlendirilmemiş olmasından kaynaklandığını pek çok kere derslerimde müşahede ettim. Bu nedenle "matematiği isteyen öğrenebilir" cümlesi en yerinde cümle olacaktır.Buyrun şimdi de yazımızı okuyalım.

"Değerli okuyucularım, çocuğu okulda okuyup da herhalde matematik ile ilgili bir sorunu olmayan, bu konuda yardım almayan bir ebeveyn yoktur herhalde... Matematikte başarılı olmanın yolu, öncelikle matematik dersini sevmek ve matematik ile ilgili temel kavramları anaokulundan başlayarak ilkokulda iyice öğrenebilmektir... Sağlam bir matematik temeli inşa edebilmek, pek çok beceriyi içermektedir. Öğrenme zorluğu yaşayan anaokulu çağı çocukları; sayıların anlamını öğrenmek, nesneleri şekil, biçim veya renge göre sıralamak; büyük-küçük veya uzun-kısa gibi kavramları bulabilmek türünden zorluklar yaşayabilirler. Bu çocuklar için ayrıca, saymayı öğrenmek, sayıları tanımak da zor olabilir. İlkokul dönemi çocukları matematik öğrenmesi sürdüğü sürece, dil süreciyle ilgili sorunları olan okul dönemi çocukları, toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemlerinin kullanıldığı temel matematik problemlerini çözmekte zorluk yaşayabilirler. Temel matematik olguları hatırlamak ve akılda tutmak için çok uğraşmak zorunda olup; bilgilerini ve becerilerini matematik sorularını çözmek için nasıl uygulayabileceklerini akıllarında canlandırmakta zorluk çekerler. Zorluklar aynı zamanda görsel-mekansal becerilerdeki zayıflıklardan da ortaya çıkabilir; bu durumda kişi, matematik olguların gerekliliğini anlayabilir ancak bunları düzenli bir şekilde kağıda dökmekte zorlanabilir. Bu sorunu yaşayan çocukların zeka kapasitesi normal ya da normalin üstünde olmalı ve herhangi bir nörolojik sorunu olmamalıdır. 
Dilber, ilkokulda dördüncü sınıfta okuyordu. Dilber de öğretmeni de ailesi de matematikte yaptığı işlem hatalarının nedenini anlamıyorlardı. Aslında öğrencinin matematik dışında pek çok dersi çok iyiydi. Okulunda başarılı bir şekilde sınıf başkanlığı yapıyor, bilgisayarda harikalar üretiyordu. Matematik dersinde, elde hesabı yapılması gereken işlemlerde eldeyi kesinlikle unutuyor, sayıları zaman zaman ters okuyup yazıyor, dört basamaktan fazla olan sayıları okumakta zorlanıyor, çarpım tablosunu ezberleyemiyordu. Pek çok özel ders almasına rağmen matematikte zorlanıyordu. Dilber’e ikinci seansta Wisc-r zeka testi uygulandı, testin sonuçlarına göre, danışanımın zekası yüksekti. Yapılan dikkat, tespit, idrak, hafıza fonksiyonlarını ölçen “D2 dikkat Testi”’ne göre de öğrenci de Dikkat eksikliği vardı. 
Değerli okuyucular, aslında “Özel öğrenme bozukluğu” gösteren çocukların büyük bir kısmı, matematik öğrenirken zorlanır. Ancak bazı çocukların Dilber örneğinde olduğu gibi, sadece matematik alanında zorluğu vardır. Anne ve baba olarak çocuğunuzun matematik öğrenmede güçlük yaşadığına dair bazı belirtiler vardır bunlar; Bu çocuklar problemde hangi işlemi yapacağına karar veremezler, soruyu başkası okuduğunda daha iyi anlar ve problemi zihinden çözmeyi yeğlerler. Dört işlemi yaparken yavaştır, parmaklarını sayarlar, eldeleri unuturlar, sayıları dağınık yazarlar, basamakları alt alta getiremezler, sonucu yanlış ya da ters yazarlar, sağlamasını karıştırırlar. Sayılardan 6’yı 9, 7’yi 4, 3’ü E gibi algılayabilir, rakamları aşağıdan yukarıya, sıfırları saat yönünde çizebilirler. Sayı, uzaklık, miktar, şekil, boyut, zaman ve para gibi kavramları algılamakta zorluk çekebilirler. Saati ve çarpım tablosunu öğrenmekte zorlanırlar, tarih, plaka, adres, telefon numarası gibi bilgileri hatırlamakta zorluk çekerler. Ayrıca geometri ve kesirli işlemlerde de performanslarının düşük olduğu söylenebilir.
Matematik öğrenme güçlüğünün tedavisinde mutlaka öncelikle bir psikologa başvurup, çocuğunuza Wisc-r zeka testi yaptırmalısınız. Bu teste göre çocuğunuzun hangi alanlarda iyi, hangi alanlarda yaşıtlarından düşük seviyede olduğu saptanıp ona göre bir eğitim programı uygulanmalı. Ayrıca çocuğunuzun dikkat, tespit, idrak, hafıza fonksiyonları ile ilgili bir sorunu varsa dikkatini ve görsel algısını, hafızasını geliştirici faaliyetler bir uzman tarafından yaptırılmalıdır. Bu konuda ailelere şu gözlemleri dikkate almaları önerilebilir; Çocuğunuz sayı sembollerini, geometrik şekilleri kopyalamakta zorlanıyorsa (6 yerine 9, ev yerine ve, 31 yerine 13 gibi...) önemli bir bulguyu gözlemliyorsunuz demektir. Bu bulgular, görsel algı ve görsel motor kusurlarıdır. Genellikle bu çocukların yazıları da kötüdür. Sayıların değerlerini algılamakta da güçlük çektikleri ve doğru yazamadıkları için hesaplamalarda hata yaparlar. İşlem yaparken, çocuğunuz sürekli 10 parmak hesabı yapıyor, 10 parmağı geçen işlemlerde hata yapıyor, sonucunu kafadan atıyorsa, bu önemli bir bulgudur. Çocuğunuz çok çabuk kayboluyorsa , sabah ve öğleni karıştırıyorsa, saatin, dakikanın ne olduğunu tahmin edemiyorsa, toplama ve çıkarma işlemlerine soldan başlıyorsa bunları gözardı etmeyin.
Matematik zorluğu olan çocuklar yön ve zaman kavramlarında zorlanırlar. Çocuğunuza “toplama yap” vb dendiğinde, temel matematik işlemlerinin kurallarını otomatik olarak uygulayamıyor, cevaba ulaşmak için çok büyük zaman ve çaba harcıyorsa, hafıza problemi yaşayabilir. Bu problemi yaşayan öğrenciler “Matematiği yapamadığıma göre ben akıllı değilim” diye düşünmeye başlar. Şayet çocuk matematik kaygısı ve matematiğe karşı duygusal reaksiyon geliştirdiyse işler iyice karışır. Çünkü artık matematik problemleri ile karşı karşıya kaldığında donup kalmaya başlar. Sahip olduğu bilgiyi hiç kullanamaz, transfer edemez hale gelir. Çocuklarımızın matematiği sevmeleri duasıyla Allah’a emanet olunuz. "
Kıvanç Tığlı Bulut
12.04.2015
http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/kivanc-tigli-bulut/cocugum-matematik-ogrenemiyor-10204.html 
Wisc-R Zeka Testi Nedir? 
Wisc-R zeka testi 6–16 yaş grubuna yönelik uygulanan bir zeka tarama testidir. Bu test her ferd için bireysel olarak uygulanan bir testtir. Uygulaması 1-2 saat arasında sürmektedir. Test yapılırken; Her alt testin soruları test yönergesine uygun bir şekilde çocuğa yöneltilir ve çocuktan sorulan soruları yanıtlaması istenir. WISC – R zeka testi ilk olarak Wechsler-Bellevue tarafından 1939 da yetişkinler için hazırlanmıştır. Wechsler-Bellevue zeka ölçeği olarak adlandırılan bu test 1955 yılında birtakım sorulara göre tekrar düzenlenip yenilenmiş ve adı WAIS (Wechsler Yetişkinler Zeka Ölçeği) olarak değiştirilmiştir. 1949 yılında David Wecsler tarafından soruları ve değerlendirme kriterleri de geliştirilerek, 6-16 yaşlarındaki çocuklar için WISC’i ( Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği) hazırlanmıştır. Bu zeka ölçeği 1974 yılında gözden geçirilmiş ve standardizasyonu yapılmış böylece WISC- R (Revize Edilmiş Versiyonu) ortaya çıkmıştır. Wechsler daha sonra 2,4 ve 6 yaşlarındaki okul öncesi çocuklar için WPPSI’i (Wechsler Okul Öncesi Çocuklar İçin Zeka Ölçeği testini hazırlamıştır. Wechsler’in getirdiği bu yeni sistemin en önemli yararı, çocuğun yerini kendi yaşıtları içerisinde görebilmek ve zaman içerisinde bazı karşılaştırmalara gidebilmek ve aynı zamanda bir sorunun çıkması durumunda önceden buna uygun çalışmaların yapılabilmesine imkan hazırlamaktır. 
Ebeveynlerin çocuklarında zeka yönünden bir takım sıkıntılarının olduğunu belirlemek istedikleri zamanlarda; en sık başvurulacak zeka testlerinin başında Wisc-R zeka testi gelmektedir. Şunu da burada söylemek gerekecektir. Bu testten çıkacak sonuç mutlak olmayıp bireylerin farklılığı göz önüne alındığında bazı durumlarda testin başarısız olduğu durumlar dahi ortaya çıkabilmektedir. Yani testten başarısız olmuş bir çocuğun zekasının düşük olduğunu söylemek her zaman tutarlı sonuçları karşımıza çıkarmayacaktır. Bunun pek çok örneği velilerimiz tarafından gözlemlenmiştir. En önemli motive edici durum, çocuklarınızla birebir ilgilenmeyi ve onlara derslerinde yardımcı olmayı asla ihmal etmeden sürekli merak duygularını giderici faaliyetlerde bulunmayı kendinize bir görev addediniz.

Erken Yaşta Müzik Eğitimi ve Matematik

"İzmir Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Öztürk Yılmaztekin, müziğin çocuk gelişimi üzerinde büyük olumlu etkiye sahip olduğunu, enstrüman çalan çocukların matematik ve fen kavramlarını öğrenmeye daha hazır olduğunu söyledi.
İzmir Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Öztürk Yılmaztekin, müziğin, çocuğun tüm zihinsel, sosyal, duygusal, fiziksel ve psikolojik gelişim alanlarını destekleyen bir sanat dalı olduğunu söyledi. Yapılan bazı çalışmaların, bu gelişimi ortaya koyduğunu dile getiren Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Araştırmalar sonucu, piyano çalan çocukların matematik ve fen kavramlarını öğrenmeye daha hazır oldukları ortaya çıkmıştır. Nedeni ise, zihinsel imgelemeyi desteklemesi ve notaları kullanarak ortaya müziğin çıkarılmasında ortak becerilerin kullanılmasıdır. Diğer bir çalışmada ise, çocukların 9 haftalık piyano veya keman eğitiminden sonra bu eğitimi almayan çocuklara oranla IQ puanlarında yaklaşık 3 puan artış olduğu tespit edilmiştir.”
Küçük yaşlardaki çocuklar için şarkı esnasında ritim tutma ve olduğu yerde sallanmaya başlama, zıplamanın, çocuğun odaklandığı ve dinlediği müziği anlamaya başladığının göstergesi olduğunu ifade eden Yılmaztekin, daha büyük yaşlardaki çocuklar için, müziği dinlemenin, dinlediği müziği hatırlamanın, müzikte geçen konuyu anlama ve neden-sonuç ilişkisi kurmanın çocuğun zihinsel gelişimine olumlu katkıda bulunduğunu söyledi.

Kainatı Bilmemiz Matematikle Mümkündür

"Fıkhı yani ne yapacağımızı Arapçasız bilemeyiz ama nasıl yapacağımızı da Matematiksiz bilemeyiz. Oysa ne yapmak istediğimizi bilmemiz yeterli değildir, nasıl yapacağımızı da bilmemiz gerekir. Arapça da Matematik de zor öğrenilecek ilimler değildir ama çalışmak ister. İşte, müçtehit olacak kimse Arapçayı bilen kişi olacak ama Matematiği de bilen kişi olmalıdır. Matematikle tekniği, Arapça ile Fıkhı yani hukuku öğrenecektir. Eskiden yapılacak işler çok azdı, bilinecek şeyler çok azdı. İnsanın müçtehit olması için o zaman bilinen bütün ilimleri öğrenmesi gerekiyordu. Hâlbuki şimdi işler o kadar çoğalmıştır, bilinecek o kadar şeyler vardır ki, bir insan ömrü boyunca milyonda birini bile öğrenemez. Yapılacak tek şey herkesin kendisine lazım olanları öğrenmesidir. Peki, bize ne lazım olacağını nasıl bileceğiz? Bilemeyiz. Çünkü hayat tesadüflerle yürür. Nerede ne ile karşılaşacağınızı bilemediğiniz gibi, karşılaştığınız şeyin dahi ne olduğunu bilemezsiniz. Allah bunun için kolaylık sağlamıştır.
 
Bir şeyle karşılaştığınız zaman ne yapacağınızı size “Fıkıh” öğretir, orada o zaman öğretir; nasıl yapacağınızı da size “teknik” öğretir, orada öğretir. Bunun için yazılmış fıkıh ve teknik kitaplar ve projeler vardır. Onları okuyarak ne yapacağınızı ve nasıl yapacağınızı bilebilirsiniz. Yani siz her şeyi değil sadece size lazım olanları öğrenme imkânına sahipsiniz. İşte, sizi her şeyi öğrenmekten kurtaran, size nerede ne zaman ne öğreneceğinizi öğreten ilim Matematik ile Usul’dür. Usul ne yapmanız gerektiğini yani Fıkhı öğretir. Matematik de nasıl yapacağınızı yani tekniği öğretir. Nasıl öğretir? Öğretir çünkü Arapça bilen bütün Fıkıh kitaplarını okuyup anlayabilir.
Matematik bilen de bütün teknik kitapları okuyabilir ve projeleri anlayabilir. İşte bu iki ilim sizi her şeyi bilmekten kurtaracaktır. Arapçada neler öğreneceğimizi yazmıştık.
Bugün de Matematikte neleri öğreneceğimizi kısaca anlatacağız.
1) Birimleri öğreneceğiz. İnsan bir birimdir. Yumurta bir birimdir. Metre, kilo, sıcaklık derecesi birer birimdir.
2) Saymayı öğreneceğiz. Birimlerden bir yerde kaç tanesini bilmek saymaktır. Sepette 15 yumurta vardır diyebilmek saymaktır. Saymak paketlemektir.
3) İşlemleri bilmektir. Toplama, çıkarma, çarpma, bölme, üs alma, kök alma ve logaritmasını bilme işlemleri bilmedir. 5’in 3 ile üssü 125 eder, 5’i 3 defa birbirine çarpma demektir. 125’in üçe göre kökü yani 5’i bulmak kök almadır. 3’ü bulmak ise logaritmasını bulmaktır.
4) Denklemleri oluşturmaktır. 5 ile 7’inin çarpımı ile 15’in toplamı 50 eder dediğimiz zaman burada bir denklem kurmuş oluruz.
5) Değişmeyi incelemektir. Kaç kilo yakıt yakarsam odamı bir gün akşama kadar 15 derece ısıtırım. Yani yakıtın tükenmesi ile odanın ısınması arasında ilişki vardır. Bir şeyin değişmesi, başka bir şeyi nasıl değiştirir? Bunu inceleyen bölüme analiz denir.
6) İhtimaliyat. 100 hastanın başı ağrıyor. İlaç olarak aspirin veriyoruz. İyileşiyorlar ama hepsi değil de %70’i iyileşiyor. Onları taburcu ediyoruz. 30 hastayı ise hastanede tedavi için yatırmamız lazım. O halde olasılık hesaplarını bilmezsek kaç yatağa ihtiyacımız olduğunu bilemeyiz.
7) Seriler ve diziler. Bir çemberin çapa bölümü hiçbir zaman bir ondalık sayı ile ifade edilemez. Tamı tamına bulmamız mümkün değildir. Ama istediğimiz kadar yaklaşabiliriz. Bu tür sayılar çoktur. Sinüs, kosinüs bu tür serilerdir. Bunun da ilmi vardır.
8) Bilgisayar matematiği “var” veya “yok”a dayanır. Sıfır ve 1’i elektrikli makinelere öğretir, ondan sonra istediklerimizi yaptırabiliriz. Bunu bilgisayar matematiği ile yapabilmekteyiz yahut mantık matematiği ile yapmaktayız. Demek ki Fıkıhta ulum-ı semaniye (sekiz ilim) olduğu gibi Matematikte de ulum-ı semaniye vardır. Aslında bunlar analogdur. Biri niteliği inceler, diğeri niceliği inceler.
Bizim müçtehit adaylarına bu 16 ilmi öğreteceğiz. İnsanlık bu ilimleri en az beş bin yıl çalışarak elde etti. Bunları kendi kendimize öğrenemeyiz. Büyüklerimiz bize öğretti, biz de gençlere öğreteceğiz. Bu ilimler müçtehit için gereklidir ama yeterli değildir."
Reşat Nuri Erol -06/03/2013
http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Neden_MATEMATIK/14003#.UTdUeda-2So

Matematik Öğretiminde Müzik

"Müzik ile bilişsel aktivitelerin gelişimi konusunda yıllardır çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Ancak medya tarafından ençok ilgi gören araştırma 1993'te "Mozart Etkisi" (Mozart Effect) olarak duyurulmuş ve çok dikkat çekmiştir. Araştırma Frances Rauscher tarafından yürütülmüştür. Amerika'da Psikoloji bölümünde okuyan 38 öğrenciye 10 dakika süre ile Mozart'ın iki piyano için yazdığı Re Maj. Piyano Sonatı (K.V.448) dinlettirilmiştir. Daha sonra öğrencilere üç boyutlu düşünme testi uygulanmıştır. Sonuçta, kontrol grubuna kıyasla Mozart dinleyen gruptan 8-9 puan daha yüksek sonuçlar elde edilmiştir. Müzik ile üç boyutlu düşünme arasındaki ilişki o dönemde ortaya atılmıştır. Sonuçlar açıklandıktan sonra araştırmacılardan birisi olan teorik fizikçi Gordon Shaw Mozart müziğinin beyne jimnastik yaptırdığını öne sürmüştür ve şöyle demiştir : " Karmaşık yapılı müziğin matematik ve satranç gibi ileri düzey beyin etkinlikleri ile ilgisi olan belli karmaşık sinirsel örgütler arasındaki iletişimi kolaylaştırdığına inanıyoruz. Bunun aksine basit ve tekrara dayanan müziğin karşıt bir etki yapabileceğini düşünüyoruz. " (Campbell,2002: 25-26).
Yapılan çeşitli Mozart Etkisi çalışmalarının yanında fareler üzerine yapılan bir çalışma ilginçtir. Farelere uzun süre Mozart müziği dinlettirilmiş ve labirent çözmede daha başarılı oldukları gözlemlenmiştir. Farelerin öğrenme düzeylerindeki artış müzik kesildikten 4 saat sonrasına kadar etkili olmuştur. (Shaw 2000.:36)
1996 yılında Avustralya'da yapılan bir çalışmada okul öncesi dönemi çocuklara 10 ay boyunca haftada 1 saat müzik eğitimi verilmiştir. Verilen eğitimin matematik yetenekleri üzerindeki etkisi incelenmiştir. Çocukların Matematik Yetenekleri Test of Early Mathematics Ability (TEMA-2) ile değerlendirilmiştir. Sonuçta müzik eğitimi alan gruptan daha yüksek sonuçlar elde edilmiştir. (Geoghegan&Mitchelmore, 1996).2000 yılında Bilhartz, Bruhn ve Olson tarafından erken müzik eğitiminin çocuğun bilişsel gelişimine etkisi isimli bir araştırma yürütülmüştür. Araştırmada 4 ila 6 yaş arası 71 çocukla çalışılmıştır. Çocuklar bilişsel gelişim için "Stanford-Binet Intelligence Scale (SB)" testinin dördüncü edisyonu ile ve müzik için "Young Child Music Skills Assessment(MSA)" testi ile değerlendirilmiştir. Deney grubu 30 hafta süresince, haftada 75 dakika, ebeveyn katılımlı müzik programına tabi tutulmuştur. Müzik programına katılan çocuklardan daha yüksek sonuçlar elde edilmiştir (Bilhartz&Bruhn&Olson, 2000: 615).
Los Angeles'ta yapılan bir çalışmada 135 öğrenciye 4 ay boyunca piyano eğitimi verilmiş ve eğitim verilmeyen gruba göre matematik puanlarında %27 oranında artış görülmüştür (AMC, 2004).
Yetenek açısından düşünecek olursak; pek çok kişi matematik yeteneği ve müzik yeteneği arasında bir ilişki olamadığını varsaymaktadır. Matematik yeteneği olan çocuklar genellikle müzikle uğraşmaktan alıkoyulmazlar. Hatta bu çoğu zaman desteklenir. Ancak müzik yeteneği keşfedilen çocuklar için durum daha farklıdır. Bu çocuklar çoğu zaman müzikal açıdan desteklenmekte ancak bilişsel açıdan köreltilmektedir. Bu çocukların matematik yetenekleri çoğu zaman yok sayılmaktadır veya önemsenmemektedir. Oysa teknoloji çağı olan günümüzde "matematik mantığı" artık büyük önem kazanmıştır. Bilişsel açıdan eksik donanım ile mesleğe başlayan müzisyenler çoğu zaman bu eksikliği ilerleyen meslek hayatlarında hissetmektedirler.
Sergeant ve Thatcher (1974), zeka ve müzikal yetenekle ilgili üç çalışma yapmıştır. Sonuçları istatistiksel tekniklerle yorumlamışlardır ve şu sonuca varmışlardır; Tüm yüksek zekalı insanlar mutlaka müzikal değiller, fakat tüm müzikalitesi yüksek insanlar yüksek zekalıdır. Bu şekilde bakıldığında akademik zekanın müzikal başarı ile ilişkilendirilmesi şaşırtıcı değildir. Bu noktadan bakıldığı zaman; zeki çocukları, eğer müziğe ilgileri varsa, potansiyel müzisyen olarak görebiliriz (Boyle&Radocy, 1987: 142).
2001 yılında yapılan araştırmada 8 yaş grubundaki çocukların Matematik yetenekleri, müzik yetenekleri ve soyut zekaları arasındaki ilişki istatistiksel açıdan incelenmiştir. Toplam 75 çocuğa Müzik yetenek testi, Matematik yetenek testi ve Soyut zeka belirleyici test uygulanmıştır. Öğrencilerin Müzik Yetenekleri ve Matematik Yetenekleri arasında 0,423 lük bir ilişki bulunmuştur ve bu ilişki katsayısı istatistiksel açıdan 0,01 düzeyinde anlamlıdır.Yani, öğrencinin Müzik yeteneği yükseldikçe matematik yeteneği artmaktadır. Müzik Yeteneği ile Soyut Zeka arasında ise 0,295 lik bir ilişki bulunmuştur ve bu istatistiksel açıdan 0,01 düzeyinde anlamlıdır. Öğrencinin müzik yeteneği arttıkça Soyut Zekası da artmaktadır. Sonuç olarak her iki değişkende (Matematik Yeteneği ve Soyut Zeka Seviyesi) , Müzik Yeteneği ile ilişkilendirildiğinde anlamlı bir farklılık göstermiştir. Matematik Yeteneği ve Soyut Zeka karşılaştırıldığında ise en yüksek etkinin Matematik Yeteneğinde olduğu görülmektedir. Dolayısı ile, Matematik Yeteneği ile Müzik Yeteneği arasında oldukça anlamlı bir ilişki vardır. (Karşal,2004)
Matematik ve müzik pek çok açıdan birbiri ile ilişkili iki disiplindir. Antik çağlardan itibaren bu ilişki fark edilmiş ve pek çok matematikçinin ve düşünürün ilgisini çekmiştir. Bilimin ve sanatın temsilcileri sayılan bu iki disiplinin birbiri ile olan ilişkisinin etkin kullanımı günümüzde pek çok açıdan olumlu sonuçlar doğurabilir.Müzik, özellikle okul öncesi dönemi çocuklarında etkili bir eğitim aracı olarak kullanılabilir. Bu dönemde çocukların alacakları temel matematik eğitimi ve temel müzik eğitimi "doğru" verildiği taktirde, çocukların önlerindeki ufuk bir hayli genişleyecektir. Sadece okul öncesi dönemde değil sonraki dönemlerde de gerek müzik dinlemenin gerek enstrüman çalmanın kişilerin bilişsel aktivitelerine kattığı olumlu etki pek çok araştırmanın konusudur ve küçümsenemeyecek kadar önemlidir.
Ülkemizde müzik eğitimi verilen kurumlarda, özellikle küçük yaşta eğitime başlayan okullarda, çocuklar bilişsel açıdan oldukça yetersiz yetiştirilmektedirler. Müzik yeteneği olan çocukların bilişsel gelişimleri, eğitim sistemi içerisinde, bilerek veya bilmeden genellikle engellenmektedir. Günümüz teknoloji çağıdır. Her alanda olduğu gibi müzikte de teknoloji her geçen gün ilerleyerek kullanılmaktadır. Müzisyenlerdeki matematik mantığı artık daha çok önem kazanmaktadır. Tüm bunların yanı sıra, bilişsel açıdan daha ileri çocuklar müziği de çok daha kolay algılayabilmekte ve ilerleyebilmektedir. Bu iki disiplinin yetenek anlamında da ilişkili olduğu düşünülürse müzikalitesi yüksek olan çocukların zihinsel kapasitelerinin çok daha ileri olduğu unutulmamalıdır."
Ece KARŞAL 
Kaynak: http://www.muzikbilim.com/4e_2005/karsal_e.html
| | | | Devamı... 0 yorum

Öğretmenin Yaşı yoktur

Öğretmenler gününe dair pek çok alıntı ve şiir bulabilirsiniz sanal dünyada. Bunları kopyalayıp yapıştırarak öğretmenler gününe dair bir pano ve afiş çalışmları yaparak öğretmenler gününü ihya edebilirsiniz belki. Fakat bu tür çalışmalar bu haliyle, şekilde kalıp gönüle hitap etmedikleri için hiçbir değer taşımayacaklardır. Öğretmenler günü ile ilgili yazılmış dünyanın en güzel şiiri veya en güzel kompozisyonu bir öğretmene söylenmedikten sonra ona o sözler yansıtılmadıktan sonra ne ifade eder? Bir öğretmen kendisini öğrencileri ile tanır ve ancak değerli olduğunu yetiştirdiği talebeler yardımıyla hissedebilir. Bu konuda ne kadar söz yazılsa bence kifayetsiz kalır. Dünyanın en kutsal mesleğini en kutsal insan anlatabilir.

" “KİM İNSANLARA ÖĞRETMEK İÇİN İLMİN BİR BÖLÜMÜNÜ ÖĞRENİRSE KENDİSİNE YETMİŞ SIDDIK SEVABI VERİLİR.”"İŞİTİP MUHAFAZA ETTİKTEN SONRA MÜSLÜMAN BİR KARDEŞİNE ÖĞRETMEK İÇİN TAŞIDIĞIN HİKMET DOLU BİR KELİME NE GÜZEL BİR HEDİYE NE GÜZEL BİR ARMAĞANDIR.BÖYLE BİR ŞEY BÜTÜN SENEYİ İBADETLE GEÇİRMEYE DENKTİR.”

Yukarıda zikredilen Hadis-i Şerifler; ilim öğrenmek ve öğretmek hakkında söylenecek en güzel sözlerdendir. Bu konuda çok meşhur bir sözü nakledelim. "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum. Hz. Ali (r.a)" işte belki de öğretmene karşı muhabbetin, sevginin ve saygının ölçüsü Allah'ın Arslanı sahabe-i kiramın sözünden çok net bir şekilde anlaşılıyor.Lafı fazla uzatmadan sözümüzü üniversite yıllarından bir arkadaşımın öğretmenlik ile ilgili yazdığı yazıya bırakalım.
"Öğrenmenin yaşı yoktur derler. “Öğretmenin de yaşı yoktur” diyerek, bu cümleye bir ekleme yapacağım. 
Rasulullah Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)’in torunları Hz. Hasan (r.a) ile Hz. Hüseyin (r.a) bir gün cami avlusunda abdest alan bir ihtiyarın, eksik abdest aldığını fark ederler. İhtiyar, abdestte yıkaması farz olan kollarını ve ayaklarını yıkarken, suyu uzuvlarının tamamına temas ettirmiyordu. Mübarekler, yaşlı adamı uyarmak istiyorlardı ama yaşça küçük oldukları ve adamın yaşlı olması dolayısıyla ihtiyarı utandırmak istemiyorlardı.Hz. Hüseyin (r.a) :- Buldum, dedi. İhtiyara yaklaştı ve hürmet dolu bir tonla:- Efendim, dedi, sizden bir ricamız var. - Söyleyin bakalım çocuklar. - Biz henüz çocuk sayılırız. Şurada abdest alırken başımızda dursanız da yanlışlarımızı söyleseniz.
Yaşlı adam gülümseyerek: - Memnuniyetle, dedi. İki kardeş abdest almaya başladılar. Adam dikkatle bakıyor, bir yanlış bulmaya çalışıyor ama bulamıyordu. Kendi abdestini düşündü. Hasan ile Hüseyin gibi dikkat göstermediğini anladı.
Abdestleri bitince saçlarını okşadı:- Yanlış sizde değil çocuklar bende, dedi. Kusurlu benim. Yanlışımı yüzüme vurmadan bu kadar nazikçe düzelttiğiniz için Allah razı olsun sizden. Artık ben de sizler gibi abdest alacağım. İşte başlıyorum.Yeniden suyun başına çöktü ve bir güzel abdest aldı.
İnsanlar aslında her yaşta başkalarına bir şeyler öğretebilirler. Ama kullandıkları yöntem çok önemli. Eğer ki Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimiz gibi öğretmen olursanız öğrenemeyecek öğrenci yoktur.
Öğretmenlik, hiç kuşku yok ki dünyanın en kutsal mesleğidir. Öğretmenlerimiz onun kutsallığına halel getirecek davranışlardan kaçınmalılar. Toplum ve devlet öğretmenlerimize gereken değeri maddi ve manevi vermeli.KPSS’de tüm soruları doğru cevaplamanız değildir sizi birinci öğretmen yapan, tüm öğrencilerinizin hakkıyla öğrenmesidir.Üniversiteye kazandırdığınız öğrenci sayısı değildir sizi kaliteli öğretmen yapan, yetiştirdiğiniz adam sayısıdır. Unutmayın muhasebeciyi de, mühendisi de, doktoru da, avukatı da, politikacıyı da yetiştiren sizsiniz. Sizden biri onların her birine bedeldir.

Reşat KARIŞ 
23.11.2010
http://www.bursadabugun.com/ 
| Devamı... 1 yorum

Doğu Türkistanı Hatırlamak

İslâm âleminin unutulmaması gereken önemli kriz bölgelerinden biri de Doğu Türkistan’dır. Biz de mübarek Ramazan vesilesiyle bu bölgeden özetle söz etmek ve oradaki Müslümanların hak mücadelesiyle ilgili duygularımızı, duyarlılıklarımızı tazelemek istedik.
"Doğu Türkistan davasına sahip çıkmaya isimle başlamak gerekir. Çin yönetimi bu bölge üzerindeki gayri meşru işgalini kökleştirmek ve buranın kimliğini değiştirmek amacıyla ismini değiştirme yoluna gitti. Yani İslâm âleminin işgal altında olan pek çok bölgesinde oynanan isim üzerinden kimlik değişikliği oyunu burada da oynandı. Burası Büyük Türkistan veya Uluğ Türkistan diye adlandırılan bölgenin doğusunu oluşturduğundan Doğu Türkistan olarak adlandırılır. Tarihi kaynaklarda da bu isimle anılır. Çin yönetimi, bağımsızlık ve özgürlüğünü elinden alarak işgal altına soktuğu bu bölgenin adını Sinkiang olarak değiştirdi. Çincede Yeni Ülke anlamına geliyormuş. Tabii burası yeni ülke değil. Oldukça köklü bir tarihe sahip. Yüzyıllar boyunca önemli bir siyasi hakimiyetin merkezi olmuş.

Doğu Türkistan tarihte altı buçuk asır boyunca Büyük Hun İmparatorluğu’nun merkezi olmuş, sonraki dönemlerde de arka arkaya muhtelif Türk devletlerinin hâkimiyeti altında kalmıştır. Karahanlılar döneminde bölge halkının çoğunluğu Müslüman oldu. 1760’ta Çin - Mançur istilasına uğradı. Bu dönemde büyük zulme maruz kalan bölge halkı zaman zaman işgalcilere isyan etti. 1865’te Yakup Bey’in öncülüğünde yürütülen mücadeleyle işgalciler çıkarılarak Kaşgar Hanlığı adıyla bağımsız devlet kuruldu ve o da Osmanlı hilafetine tabi oldu. Fakat sadece 12 yıl ayakta kalabildi ve 1877’de Yakub Bey’in ölümünden sonra yeniden Çin işgaline uğradı. Çin işte bu işgalden itibaren isimlerden başlayarak yoğun bir asimilasyon faaliyeti başlattı.

Müslümanlar zaman zaman başkaldırdılar ve 12 Kasım 1933’te Şarki Türkistan İslâm Cumhuriyeti adıyla bağımsız bir devlet kurdular. Fakat Rusların devreye girmesiyle bu devlet yıkıldı ve toprakları Rusya - Çin işbirliğiyle işgal edildi.Doğu Türkistan Müslümanları Mao devriminden önceki Çin’e karşı 1944’te ayaklandı ve bağımsızlık ilan ettiler. Ancak kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti adlı bağımsız devlet sadece beş yıl ayakta kaldı ve Mao devriminden sonra Çin Halk Cumhuriyeti adını alan devlet bölgeyi yeniden işgal etti.

Komünist Çin’in işgalinden sonra da Müslümanlara yönelik yoğun baskı ve asimilasyon faaliyeti başlatıldı. Onları dinlerinden uzaklaştırma ve ateist yapma amacına yönelik baskılar arttı. Müslümanların çocuklarına inançlarını ve dinî yaşayışlarını öğretmeleri engellendi. Özellikle yetişen neslin Müslümanca yaşamasının önlenmesi için yakın takip başladı. Müslümanlar dinî kimliklerinden dolayı dışlandı ve kötü muamelelere maruz kaldılar. Bütün bu haksızlıklara ve baskılara karşı zaman zaman topluca tepki gösterdi, başkaldırılar gerçekleştirdiler. Komünist Çin bu başkaldırıları çok katı bir şekilde şiddete başvurarak bastırdı. Bu şiddet sebebiyle başkaldırıların bastırılmasında çok sayıda Müslüman hunharca katledildi.

Çin yönetimi sadece Müslümanlara baskı yapmakla yetinmeyerek onların yoğun olduğu bölgelere diğer bölgelerden Çinlileri getirip yerleştirerek nüfus kaydırması yaptı. Bu uygulamanın amacı Müslümanları kendi bölgelerinde zayıf düşürmek ve onların hak arama mücadelelerine karşı sadece askeri güçleri değil aynı zamanda birtakım sivil unsurları da devreye sokmaktı. Bundan dolayı sadece nüfus kaydırması yapmakla yetinmeyerek nakledilen gayrimüslim göçmenlerde Müslümanlara karşı kin ve düşmanlık duygularının kökleşmesini amaçlayan provokatif bir stratejiyi devreye soktu. 2009 Temmuz’unun başlarında yaşanan olaylar da işte bu stratejinin bir ürünüydü. Söz konusu olaylar göçmenlerin tahrik amaçlı faaliyetlerinden dolayı başladı ve Çin güvenlik güçleri de çıkan çatışmaları bahane ederek Müslümanlara karşı aşırı bir şiddete başvurdu. O zaman camilerden bile göçmenlerin tahriklerine ve saldırılarına karşı haklarına ve onurlarına sahip çıkan Müslümanları eleştiren hutbelerin okunması işgalin boyutlarını ortaya koyması, minberlerin bile İslâmî mesajın değil işgal güçlerinin beyanatlarının okunması için kullanıldığını göstermesi açısından ibret vericiydi.

Çin yönetiminin Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik asimilasyon ve baskı faaliyetleri devam ediyor. Baskı ve yakın takip sebebiyle Doğu Türkistan Müslümanları bu yıl da rahat ve huzurlu bir Ramazan geçiremedi ve gerçek anlamda bir bayram yaşama imkânı elde edemediler."
Ahmet VAROL 08.09.2010
| | Devamı... 2 yorum

Matematik ve Şiir

"Galileo diyor ki “Evreni anlamak istiyorsanız önce onun yazıldığı dili öğrenmelisiniz. Evren matematik dili ile yazılmıştır.” 

Evet, matematik bir dildir. Matematik dilinde formüller şiire benzer: eşsiz bir doğrulukla gerçekleri dile getirir ve oldukça kısa ifadelerle ciltler dolusu bilgiyi aktarırlar. Şiirde de aynı özellik vardır. Bildiğiniz gibi şiir, bir şeyi en güzel, en etkileyici , en gerçek ve en kısa şekilde ifade etme sanatıdır. Temel aracı dil olan edebiyatın da gerçek amacı güzellik duygusunu yakalamak değil midir? Güzelliği yakalama duygusu matematikte de vardır. Bir matematikçi olan ve sonraları felsefe ve edebiyatla uğraşıp edebiyat dalında Nobel ödülü alan Bertrand Russell diyor ki “Matematik doğru açıdan bakıldığında, yalnızca gerçek değil, şahane bir güzellik de içerir... son derece sade... en yüksek sanatın gösterebileceği kesin kusursuzluğa muktedir, yüce bir güzellik.” Görüldüğü gibi matematik, şiir ve edebiyatla çok yakından bağlantılıdır. 

| | | Devamı... 0 yorum

Matematik Korkunuzu Yenin!!!

Özellikle çocuklara, rakamların ve harflerin yazılmasından önce, basit zihinsel matematik işlemlerinin öğretilmesi büyük avantajlar sağlamaktadır. Küçük yaşta zihinsel matematik işlemleriyle tanışmaya başlayan çocuklarda muazzam bir muhakeme gücü gelişmektedir.Muhakeme gücünün yanında, genel olarak zihinsel matematikle uğraşan insanlarda kendine güven duygusunun geliştiği ve istedikleri her işte başarılı olabileceklerini düşünmeye başladıkları izlenmektedir.
Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, zihinsel matematik işlemlerinde başarılı olmak için cinsiyet, zeka ve kalıtım gibi faktörler etkin değildir. Konuya ilgi duyuyor ve bunu yanında doğru teknikleri de kullanıyorsanız mesele yok demektir. Normal zekaya sahip herkes canlı hesap makinesi olmaya aday bir potansiyeldir. Bu potansiyelin ortaya çıkması için rakamlarda gizli olan eğlenceli ilişkileri fark etmek ve rakamların birer oyuncak olduğunu görmek gerekir.Normal zekaya sahip herkes canlı hesap makinesi olmaya aday bir potansiyeldir. Peki bu gerçeğe rağmen neden herkes bu potansiyeli kullanmıyor? Onların bu potansiyele ulaşmasını engelleyen nedir? Bu sorunun en temel cevabı “korku”dur. Başaramama korkusudur. Bilinmeyene karşı duyulan korkudur. Utanma korkusudur. Değişme korkusudur.
 
Korku, hepimizin yaşam içinde oluşturduğumuz bir olgudur. Korku olgusu evde olmasa bile okulun ilk yıllarında oluşuvermektedir. Şöyle gözlerinizi kapayıp, ilkokulda birkaç yılınızı düşünün. Öğretmenin soru sorduğu anları hatırlayın. Belki siz, belki yanınızdaki arkadaşınız, belki sınıftaki diğerleri yerinde duramıyordu cevap vermek için. Hemen hemen büyük bir çoğunluk parmak kaldırıp, coşkulu ve heyecanlı bir şekilde, “öğretmenim ben söyleyeyim, öğretmenim bana sorun” diye cevap vermek istiyordu. Böyle bir manzara karşısında öğretmen bir öğrenciyi seçmiş ve ona sormuştu. Öğrenci kimsenin düşünmediği, kendisine göre doğru olan, yenilikçi bir cevap vermedi mi, hatırlayın. Peki ondan sonra ne oldu? Öğretmen “doğru cevap bu değil” demedi mi? Esas önemli olan bundan sonrası. Sınıftan bazıları “hah ha ha…” diye gülüştüler. İşte o an hemen hemen tüm öğrencilerin beyninde yepyeni bir program gelişti; “Asla, ama asla bir daha böyle bir şey yapma!”. Daha okulun ilk yıllarında, kendi beynimizde ürettiğimiz şeylerin çok önemli olmadığını veya onlara değer verilmediğini öğrenmeye başladık. O andan sonra beynimizi otorite pozisyonundaki kişiye itaat etmeye ve onun beklediği gibi düşünmeye zorlamaya başladık.Coşkulu bir şekilde bulduğumuz ve heyecan duyarak söylediğimiz cevap, “bu doğru cevap değil” karşılığını aldı, artı alay edilme ve utanma sonucunda hepimizde negatif bir düşünce oluşmaya başladı. “Ben yapamam” . işte başarısızlığın ve beyin potansiyelinin kullanılmamasının başında bu negatif düşünce yatmaktadır.
“Ben yapamam” şeklinde negatif düşünmek insan beyninin ve bedeninin başaramama korkusu ve güvensizlik belirtileri sergilemeye başlamasına neden olur. Bu durum, kişinin konuya uzak durmasına neden olarak başarısızlığın daha da  büyümesine sebep olmaktadır. Bu ilave başarısızlık “ben yapamam” düşüncesine olan inancı daha da arttırır. Böylece her defasında daha da kötüye giden kısır bir döngüye girilmiş olur. 
Klasik olarak ben yapamamların en başında; ben matematiği yapamam, ben resim yapamam, ben şarkı söyleyemem, ben toplum karşısında konuşamam, ben sosyal dersleri yapamam gibi örnekler gelmektedir.Yine matematikten korumak, başaramamaktan veya utanmaktan korkmak hep okulun ilk yıllarında edinilen düşünce ve olayların beyin üzerindeki etkisidir. Çoğunun temelinde, öğrencinin tahtada verdiği yanlış bir cevap sonucunda içine düştüğü zor durumdan dolayı alay edilmiş veya utanmış olmaları yatmaktadır. Ben yapamam veya yapamıyorum yaklaşımı insanın kendi seçtiği bir yoldur. Bu şekilde düşünmek hayatımızı da buna göre programlamak demektir. Şu ana kadar beynin hep negatif düşünmeyle programlanması üzerinde durduk. Şimdi sıra geldi iyi habere. Nasıl negatif düşünce beyni başarısız olmaya programlıyorsa, tam aksine konuyu sevmek ve pozitif düşünmek de insan beyninin başarıya ulaşmak için programlamaktadır. Pozitif programlar insan beynindeki potansiyeli ortaya çıkartmaktadır. İnsanın kendine inanarak,, “yapabilirim” diye düşünmesi 100 milyarın üzerindeki beyin hücrelerinin, ulaşmak istenilen doğrultuda, programlar yapmaya başlamasını sağlamaktadır.
Melik DUYAR

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!