Kul kelimesinin anlamı ile ilgili dikkat çekici başka yazıları da aşağıdaki bağlantılardan okuyabilirsiniz.
1) Kul kelimesinin anlamı, Burçin Aydoğdu
2) İnsan ancak Allah'a kul olur. M. Esad Coşan
Net Fikir » makalem » Kula kulluk edilmez
Kula kulluk edilmez
Etiketler :
ibadet
islam ahlakı
islam düşüncesi
makalem
Sözlükte “esir, köle, uşak” anlamına gelen "kul" kelimesi, Türkçe bir kelime olup, Orhun Yazıtları’nda "esir ve köle" anlamında geçer. Osmanlı padişahlarındaki kullanımda, "halk, tebaa, hizmetkâr, sadık" gibi anlamlara gelir. Dîvânü lugāti’t-Türk’te "kul" kelimesine, Osmanlı kullanışına uygun olarak “tâbi, hizmetkâr, sadık” anlamları verilmiştir. Arapça ve diğer Sami dil ailesinde kul kelimesi, "abd" (ﻋﺒﺪ) şeklinde olup, “hür veya köle olan insan” anlamlarına gelir. Bazı kelimelerin mecazi olarak kullanımı, her ne kadar yaygınlık kazansa da itikadi açıdan uygun değildir. Kul kelimesi de kanaatimce sadece "Allah'a kul olmak" şeklinde, Allah'tan başka hiçbir varlığa has kılınamayacak kadar özel bir kelimedir. "Kul olmak" kelimesi, bazen çok sevilen kişiler için; "kulun kölen olayım" şeklinde sevgi-saygı amaçlı, bazen yüksek makamlar karşısında; "kulunuz" "bendeniz" şeklinde nezaket amaçlı, bazen de birini kendine hizmetçi kılmak manasında; "kapıma kul ederim" şeklinde tehdit amaçlı olarak, mecaza hamledilerek kullanılır. Benzer şekilde, tarihte Osmanlı padişahlarından nakledilen "kullarım" şeklindeki bir hitap tarzıyla da "köle, hizmetkar, asker" anlamlarında "kul" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin böyle mecaz ya da hakiki anlamıyla Allah'tan başka varlıklar için kullanılması, kanaatimce haddi aşan bir kullanımdır. O kadar kelime arasından "kul" kelimesinin seçilip kullanılması, nefsin kolayca kibre düşebilmesinin yolunu açması bakımından bana göre sıkıntılıdır. İşte bu yazıda "kul olmak" kelimesinin kullanımından yola çıkarak, "hiçbir mahluka kul veya köle olmadan yalnız Allah'a kul olunacağını" anlatmaya çalışacağım.
Kuran-ı Kerim'de "abd" hitabı Muhammed ﷺ ve diğer peygamberler, cinler, melekler ve insanlar için kullanılmış ve tapınma manasındaki bir kulluğun yalnızca Allah için olacağı, Kuran-ı Kerim'de net bir biçimde bildirilmiştir. "Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler." (A’raf Suresi, 194) ilahi hitabı ve “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” (Hud Suresi, 26) ayeti, "kul" kelimesinin kullanımının da böyle bir vasıfa sahip olacağını akla getirir.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur ve sadece O'na kulluk eder. Ancak Allah'a boyun eğerek gerçek manada huzur bulabilir. Allah'a itaat etmek ve O'nun emirlerini yerine getirmek, insanın hayatına bir anlam katar. Allah'a kul olmak; insanı doğruya, adalete ve hidayete yönlendirir. İnsanın gerçek huzuru bulması, Allah'a kul olmaktan geçer. Allah'a karşı sevgi ve itaat, insanın kalbini tatmin eder; manevi mertebeler elde etmesini, derecesinin yükselmesini sağlar. İnsan,
yaratılış amacının bilincinde olmak zorundadır. İnsanın yaratılış gayesi, Allah'ı Rab olarak tanımak, sadece Allah'a ibadet etmek, daima
Allah'a şükretmek ve O'nun rızasını kazanmaya çabalamaktır. İnsanın bütün varlığı ile Rabbine itaat etmesi ve O'nun rızasını kazanması için
çaba göstermesi, bu dünyada varolmasının gereğidir.
Allah'ın
kulları olarak insanlar, Allah'a itaatsizlik etmeden ve O'nun emirlerine eksiksiz uyarak yaşamaya gayret göstermelidir. İman, ibadet,
takva ve güzel ahlak, insanın Allah'a kul olma sorumluluğunun temel unsurlarıdır. Allah'a kul olmak; insanın hayatında doğru yolu tercih
etmesi, hidayete kavuşması, dünyada salih amel için hareket etmesi ve yaşamını Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla düzenlemesi anlamına gelir. İnsan, ancak Allah'a kul olur. O'nun emirlerine ve yasaklarına itaat
eder. Yaratılmış hiçbir mahluk, ibadete layık değildir. İbadet ve kulluk ancak Allah'a yapılır. Nitekim Allah'ın kendilerine zenginlik, mal-mülk ve hakimiyet verdiği Karun, Haman, Firavun ve Nemrut gibi geçmişte ilahlık taslayan, mal ve servetleriyle böbürlenen sahte yeryüzü
tanrıları; Allah yerine başka ilah arayışına giren buzağıyı tanrı edinen Samiri gibi daha pekçokları Allah'ın gazabı karşısında yok olup
gitmişlerdir. "Karun'u, Firavun'u, Haman'ı da yok ettik. Andolsun ki, Musa, kendilerine apaçık belgeler getirmişti de onlar Yeryüzünde
büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı." (Ankebut Suresi, 39) Andolsun ki güç ve kuvvet ancak Allah'ındır. İnsan, ancak Allah'a kul olursa gerçek anlamda özgürleşir ve huzura erer. İnsan yaratıcıya karşı kulluğunu kabul ettiği zaman, boyun eğip
itaat ettiği zaman, dünyada hiçbir şeyden çekinmez, kimsenin önünde
eğilmez. Bu durum da kişiye manevi bir huzur ve anlam katar. İnsan başka
hiçbir varlığa kul olamaz, başka bir varlığın önünde eğilemez. Böylece
Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak hareket eden bir insan, ancak
Allah'a kul olabilir. İnsanlar ister gönüllü olarak isterse de gönülsüz
olarak davransın sonunda, "Göklerdeki ve yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir." (Meryem Suresi, 93)
İnsan, Allah'a kul olur. Allah’ın emirlerini tebliğ eden peygamberlerine de itaat edip saygı gösterir. Peygambere
saygı da aşırıya giderek ölçüyü kaçırmaz. Hıristiyanların Hz. İsa'yı
(a.s) ilahlaştırdığı gibi peygambere tapacak kadar kendini kaybetmez.
İbadet edilecek tek varlığın sadece Allah olduğunu bilir. Peygamberler,
İslam inancına göre insan olup ilahlaştırılmazlar. Peygamberlere,
Allah'ın vahiylerini doğru bir şekilde eksiksiz tebliğ ettikleri için
büyük saygı duyulur ancak onlara ibadet edilmez ve onlar
ilahlaştırılmaz. Bir kişiyi aşırı sevmek, onu aşırı övmek, aşırı
yüceltmek, imani noktada sınırı aşma çizgisine insanı getirebilir.
Nitekim Hıristiyan dünyasının Hz. İsa (a.s) karşısındaki durumu bu
şekilde olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın (a.s) ancak bir beşer
olduğu net olarak ifade edilmiş olmasına rağmen Hıristiyanlar yollarını
şaşırmıştır. "Ey
Ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah
hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin. Meryem’in oğlu Mesih İsâ
sadece Allah’ın Rasulü, Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir. Allah
tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin,
'Tanrı üçtür!' demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin. Allah
ancak tek bir İlahtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ne var,
yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter. Mesih
de, Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler.
Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O,
onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisa Suresi, 171-172)
ayeti ile tevhid vurgulanırken, Hıristiyanlar batıl bir şekilde Hz.
İsa'ya (a s) ilahlık konumu vermişlerdir. Hıristiyanların Hz. İsa'ya
(a.s) karşı aşırı ölçüsüz tavırları, aşırı ta'zim ve övgüleri; bir beşer
olan Hz. İsa'nın (a.s) ilahlaştırılmasına, ikona ve putlaştırılmasına
yol açmıştır. Peygamberimiz ﷺ bu durumu bildiğinden “Hristiyanların
Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni batıl ve aşırı surette
methettikleri şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana
‘Allah’ın kulu ve Rasûlü.’ deyin!” (Buhari, Enbiya, 48; Müsned, 1/23;
4/25) buyurmuş "Allah’ım,
benim kabrimi kendisine ibadet edildiği bir put kılma. Allah’ın öfkesi,
nebilerin kabirlerini mescid edinenlerin üzerlerine artmıştır."
(Muvatta, Kasru's-Salât 1/172, Kenzu’l-Ummal, 2/210) şeklinde
dua etmiştir. Yaşantılarıyla örnek olan sahabeler de bu duruma dikkat
ederek davranışlarını ölçülü olarak düzenlemişlerdir. Nitekim sahabeler,
Peygamberimiz Muhammed ﷺ den bir şey duydukları zaman: “Bu senin kendi sözün mü yoksa Allah'tan gelen vahiy midir?”
diye, sorarlar ve ona göre davranırlardı. Vahiy ise mutlak itaat
ederler, değilse kendi görüşlerini de Resûlullah’ın ﷺ huzurunda beyan
ederlerdi. Nitekim Resûlullah’ın ﷺ Beni Kurayza, Beni Nadir ve Bedir
savaşlarında müslümanların nerede mevzilenmesi gerektiği hususunda
ashabıyla istişare ettiği ve “Hubâb b. Münzir’in (r.a) teklifini kabul
ettiği; (İbn Sa‘d, III, 567; Hâkim III, 427) Hendek savaşında da Selman-ı Farisi'nin (r.a) teklifi ile şehrin etrafına Hendek kazıldığı (İbn Sa‘d, IV, 83) nakledilir.
Rasülullah'ın beşeri yönü, Kuran-ı Kerim'de: "Muhakkak ki sen de öleceksin onlar da ölecekler." (Zümer Suresi, 30) şeklinde belirtilmiştir. Rasülullah'ın ﷺ vefatında çok üzülen hatta "Resûlullah ölmemiştir ve sağdır. Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim" (Tabakât, 2:266) dediği rivayet edilen Hz. Ömer'i (r.a) ve diğer sahabeleri, üzüntüden perişan bir haldeyken; Hz. Ebubekir (r.a) "Kim
ki Muhammed'e ﷺ tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ﷺ vefat etmiştir. Kim ki
Allah'a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki Allah Hayy'dır, ölümsüzdür."
(Buharî, 3:95) dedikten sonra "Muhammed ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölür veya
öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah'a en
küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere Allah mükâfatını
verecektir." (Âl-i imran Suresi, 144) ayetini okuyarak
sakinleştirmiştir. Sevginin ölçüsü, bu olayda net olarak ifade
edilmiştir. Rasülullah'ı ﷺ sevmede ölçümüz işte budur. Allah Rasulü Muhammed
ﷺ büyük bir örnektir, insanlığın önderi ve en değerlisidir. Bize her
davranışıyla örnek olan güzel ahlak timsali bir beşerdir. Allah Rasülü
Muhammed ﷺ kendisine tapılacak, kulluk edilecek bir ilah değildir.
Yahudilerin Hz. Üzeyr'e (a.s), Hıristiyanların Hz. İsa'ya (a.s) yaptığı gibi peygamberlere karşı aşırı ta'zim, Allah tarafından kesin olarak yasaklanmıştır. Yahudi ve Hıristiyanların eşyaya gösterdikleri öneme benzer şekilde, Rasülullah'tan ﷺ hatıra maksadıyla muhafaza edilerek günümüze intikal eden "sakal-ı şerif", "hırka-ı şerif", "kadem-i şerif" gibi eşyaların ticari menfaat ve sermayeye alet edilmesi, ibadet kastıyla aşırı ta'zim yapılması dinin muhtevasına uygun davranışlar değildir. Ortaya çıkan bu görüntüler, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi insanı objeleştirmeye ve putlaştırmaya doğru götürür ve cahil kimseler elinde din böylece farklı anlamlara dönüşür. Bu nedenle günümüzde bazı cemaatlerin bu tür hatıra değeri olan eşyaları kolye, yüzük, takı, süs eşyası... şeklinde tasarlayarak objeleştirmesi, birebir ölçülerde kopya edip sermaye aracı haline getirmesi ve bundan menfaat elde etme yolları araması, hiçbir şekilde dinin özüne hitap etmez. Resüllullah'tan ﷺ günümüze intikal ettiği kesin olarak bilinen tüm maddi hatıralar, kesinlikle saygıya ve hürmete değerdir fakat dinde asıl olan Rasülullah'ın ﷺ tebliğ ettiği hükümlerdir. Bu nedenle her şeye dindeki yerini tam olarak vermeli,
ifrattan ve tefritten kesin olarak kaçınmalıyız. Dünyevî ve uhrevî
saadetimiz için Resülullah'ın ﷺ tebliğ ettiği şeriate uymak ve bundan
sonra da hurafelerden, batıl işlerden uzaklaşarak dinde aşırıya
gitmeden, tehlikeli yollara dalmadan hareket etmek bizlere
emredilmiştir.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur, devlet büyüklerine sultanlara, komutanlara, padişaha, siyasi liderlere kul olmaz. Azamet ve yücelik, Allah’a hastır, hiçbir kulda bu sıfatlar aranmaz.
Liderlerini firavunlaştırıp, onlara insanlar tapamaz. Ta'zim ve
övgülerde aşırıya gidip, liderin huzurunda, onun adına kurban kesemez.
Liderin huzurunda el pençe divan durup, boyun bükerek secde ve rükû eder
vaziyette duramaz. Lider ölümsüz değildir, "la yüs'el" değildir,
hatadan ari değildir. Herkes kendi amelinden sorumlu olup, kimse
başkasının günahını yüklenmez. Liderin sorumluluğu, iktidar ve halkı
yönetim nedeniyle daha fazla olup, Allah katında hesabı daha ağırdır.
Saygı ve sevgi adı altında yaşayan ya da ölmüş liderlere tapma
derecesinde bağlılık, ilahlaştırma ve putlaştırma dinen şirktir.
Lidere tapınma psikolojisi, korkulan ve saygı duyulan bir otorite
figürüne aşırı derecede bağımlı olma ve hayranlık duyma durumunu ifade
eder. Kişiler, lidere isteyerek ya da güçten korktukları için istemeden
boyun eğerler. Bu durumdaki bireyler, genelde liderlerini kusursuz
ve ölümsüz bir varlık gibi görme eğiliminde olurlar. Liderlerinin her
dediğine eleştiri ve sorgulama olmadan körü körüne inanabilirler.
Liderin halkların nezdinde böyle bir konuma gelmesi, liderin de kendi
kulluğunu unutmasına sebep olur. Liderler, önünde saygı duyulan
insanların çokluğu, onların övgüleri, alkışları ve hizmetleri ile kibir
ve azamet bataklığına dalarak kendilerini mahvedebilir. Kendi hizmetini
kendi gören, kendisine "Efendimiz" denilmesine bile razı olmayan,
kendisini "bir ağacın altında gölgelenen, sonra da orayı terk edip giden
bir yolcu gibiyim" (Tirmizî, Zühd, 44/2377; İbn-i Mâce, Zühd, 3) şeklinde niteleyen, "kendi elbisesini yamayıp giyen, ayakkabılarını tamir eden, ev işlerinde hanımlarına yardım eden" (Buhârî, Edeb 40), "ömrü boyunca iki gün üst üste arpa ekmeği ile doymadan âhirete intikâl eden" (Buhârî, Eymân, 22; İbn-i Mâce, Et’ıme, 48), Mekke'yi fethettiğinde "Ben
bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen
bir yetimim! (İbn-i Mâce, Et’ime, 30) ; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat,
II, 64) diyen "kuru hasır şilte üzerinde uyuyan" (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 162),
"kendisi için ayağa kalkılmasını istemeyen, fakirlerin yanına oturup,
kölelerin davetlerine giden, "bir meclise girdiğinde kendisi için özel
bir yer tahsis ettirmeyip boş bulduğu yere oturan" (Ebû Dâvud, Edeb 152), "bütün ibadetleri ve hayatı Allah için olan” (Buhârî, Nikâh 1), Allah
Rasulü'nün ﷺ yaşantısı; günümüz dünyasının sultan, lider ve diğer
muktedirlerinden ne kadar uzak olduğu görülür. Tarih boyunca nice
sultanlar gelip geçmiş, nice saltanatlar sona ermiştir. Yıkılmaz
denilen, yenilmez denilen nice güç ve otoriteler artık yok olmuştur.
Zamanında sözünün üstüne söz söylenmeyen binlerce otoritenin mezarları
bile kaybolmuştur. İhtişamlı imparatorluklar çökmüş, krallıklar yıkılmış
ve hâkimiyetleri sona ermiştir. Bir zamanlar güçlü olan saltanatlar,
devletler ve liderler tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştür. Şu fani
dünyada hiçbir otorite kalıcı değildir. Baki olan sadece Allah'tır.
İnsan,
yalnız Allah'a kul olur; şeyhine, mürşidine, hacısına ve hocasına
kulluk etmez. Onları günahsız, kusursuz olarak göremez. İslâm'ın temeli
tevhiddir. Hidayet vermek, insanları küfürden imana döndürmek ancak
Allah’a mahsustur. Şeyh veya mürşid, herhangi bir kişiye hidayet
veremez, sadece doğruyu ve güzeli ona izah eder. Mürşidler ve hocalar,
insanlara Kuran-ı Kerim'in ahkamının öğretilmesine ve tatbik edilmesine
vesile olurlar. Hekimler hastalıklar karşısında birtakım çareler bulup,
hastanın iyileşmesine ve şifa bulmasına vesile olduğu gibi, mürşid de
doğruyu bulmaya ve hidayete bir vesiledir. Kişinin hakkı hakikati
bulması, kalbinin nurlanması ancak Allah'a aittir. Hidayet,
Allah’tandır. Kuran-ı Kerim'de "Kuşkusuz
sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete
erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir." (Kasas Suresi, 56) buyrulmuş, hidayete ve dalalete çağıran insanların ise ancak hadis-i şerifte sözü edildiği gibi "Kim
hidayete çağrıda bulunursa, kendisine tabi olanların sevapları kadar
ona sevap verilecek ve tabi olanların sevaplarından da hiçbir şey
eksilmeyecektir. Kim de dalalete davet ederse, kendisine tabi olanların
günahları kadar günah ona verilecek ve tabi olanların günahlarından da
hiçbir şey eksilmeyecektir.” (İbn Mâce, Sünnet 14) yaptıkları
davetten nasipleri olduğu vurgulanmıştır. İşte bu nedenle hiç kimsenin
başka bir kişiye Allah adına hidayete eriştirmesi mümkün değildir.
Ancak Allah'ın lütfu ve inayetiyle hidayete
kavuşmak mümkündür. Gerçek mürşid, insanları hakikate davet eder,
kendisi de asla kulluğunu ihmal etmez, kendini ilah konumunda görmez.
Mürşid, dinin emir ve yasaklarına son derece dikkat eder ve kendini
günahlardan korumaya çalışır. Dine aykırı olarak yaptığı bariz haram
fiil ve eylemler, etrafında toplanan tabileri ve müridleri tarafından
eleştirilir, sorgulanır. Müridler tarafından şeyhin itikadi yanlışları,
sapkın davranışları, dine aykırı sözleri asla tevil edilmeye kalkılmaz.
Kul
olarak Allah katında üstün olanın kim olduğu bilinmez. Bu nedenle şeyhe
aşırı ta'zim ve övgü, onu günahsız ve hatasız görme, her emrini
sorgusuz kabul etme, akıl sahibi insanlar için uygun bir davranış
değildir. İnsan, irade sahibi bir varlıktır. Doğruyu ve eğriyi seçmek
kişinin özgür iradesine bağlıdır. "Herkesin kazandığı ya kendi lehine ya da aleyhinedir." (Bakara Suresi, 286)
Dini liderlerin, şeyhlerin ve hocaların, kendilerini günahsız görmesi,
her şeyi idare eden yöneten birer "kutup" kabul etmesi, İslam inancı ile
bağdaşmaz. Din alimlerinin bu davranışları, dinin suistimal edilmesine
zemin hazırlar. Bu tür hareketler, zamanla din adına ticareti meşru hale
getirir. Allah'ın emir ve yasaklarını bırakarak din adamlarının
sözlerini muteber saymak, onlara körü körüne bağlanmak Yahudi
ve Hıristiyanların durumuna benzetilebilir. Yahudi ve Hıristiyanlar;
Allah'ın hükümlerini hakikati bırakmışlar, kendilerine haham ve
papazları "Rab" edinip onların haram ve helal dediklerine uymuşlardır.
Böylece Yahudi ve Hıristiyanlar Allah adına hüküm veren, din kisvesine
bürünmüş din adamlarının peşinde koşarak helake sürüklenmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'de bu durum: "Allah’ı
bırakıp da din âlimlerini, rahiplerini, özellikle Meryem oğlu Mesîh’i
Rab edindiler. Oysa onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O yüceler yücesidir, onların yakıştırdıkları
eş ve ortaklardan bütünüyle uzaktır." (Tevbe Suresi, 31)
hitabı ile buyrulur. Dinde otoriteleşmenin bir sonucu olarak, din
alimlerinin halk tarafından saygıda ve hizmette aşırıya gidilerek
toplumda bir peygamber gibi görülmesi, eleştiriye ve sorguya kapalı
ihtişamlı hayat tarzları asla dinin özü ile bağdaşmaz. İslam'da bir ruhban sınıfı, din adamları sınıfı, ayrıcalıklı bir zümre yoktur. Din; herkesin kurallara uyması için vardır. Halk tabakası, din adamları sınıfı karşısında ezilen bir sınıf konumuna gelemez. Yunus
Emre; “Peygamber yerine geçen hocalar, bu halkın başına zahmetli oldu.
Tutulmaz oldu peygamber hadisi, halayık cümle Hak'tan utlu oldu.”
dizeleriyle dönemindeki halkın sıkıntılarını ve zorluklarını
anlatmıştır. Fahruddin Razi yukarıda zikredilen Tevbe Suresi 31. ayetin
tefsirinde; "Dinden
uzak bazı düzenbaz şeyhlerin, kendilerine tabi olanlara ve
taraftarlarına, kendisine secde etmelerini emrettiğini ve onlara:
'Sizler benim kullarımsınız' dediğini gördüm. İşte böylece o,
taraftarlarına, hulûl ve ittihad fikrini telkin ettiğini, bahusus
kendisine tabi olan bazı ahmaklarla baş başa kaldığında çoğu
zaman uluhiyyet iddiasında bile bulunduğunu tespit ettim." (Fahreddin
Razi, Mefatihu’l-gayb, Tevbe Suresi, 31) diyerek şeyh ve din adamlarına aşırı tazimde bulunmanın neticesinin kötülüğünü izah etmiştir. Şeyh
ve din adamlarına övgüde aşırıya giden insanların çoğu, sonunda Allah’a
isyan ettiler; Allah'ın ayetlerini bırakıp din adamlarının
sözlerine, arzularına ve emirlerine itaat ettiler. Allah’ın haram
kıldığı şeyleri, mürşidlerinin emriyle helâl kıldılar. Allah’ın
helal kıldığı şeyleri de yine onların emriyle haram kıldılar. Hem
kendilerini hem de toplumu böylece dinden uzaklaştırarak ifsad ettiler. Sözde
din adamlarının hezeyanlarına tabi olanlar, Allah’ın kendilerine
bağışladığı en büyük nimet olan akıllarını başkalarının emirlerine
kiraya vermişler ve böylece özgür iradelerini kaybederek, hürriyetlerini
sözde şeyhlerine peşkeş çekip gönüllü köle olmuşlardır.
İnanılacak
ve ibadet edilecek hükümlerin tamamı, Allah tarafından Kur’an’da
bildirilmiş ve bu meseleler; Allah Rasulü ﷺ tarafından açıklığa
kavuşturulmuş ve sahabelerle birlikte bir yaşantı halini almıştır. Hüküm
koyucu Allah'tır. Allah hükümlerini Kur'an-ı Kerim ile aktarmıştır.
Kur'an-ı Kerim ve hükümlerin tatbik edilip halka gösterilmesini sağlayan
Allah Rasulü ﷺ sünnetinin dışında itikadi anlamda hiç kimsenin dine
bir şeyler ekleme veya dinde olanı kaldırma yetkisi yoktur. Cemaat
ve tarikatlarda şeyh ve mürşid için kullanılan, "kutup", "gavs",
"zamanın sahibi", "kainat imamı" gibi ifadeler, hangi anlama
hamledilirse edilsin sakıncalı kavramlardır. Kâinatın sahibi de
yöneticisi de bizzat Allah'tır. O'nun izni olmadan bir yaprak bile
kımıldamaz. Alemlerin Allah tarafından yaratılması, içindeki
varlıkların sevk ve idare edilmesi, hayatlarını sürdürmeleri,
tamamen Allah’ın yaratması, dilemesi ve hükmetmesi ile olur. Allah,
bütün bu işlerinde ortaklıktan münezzehtir.
Din
adamlarının, öncelikle kendilerinin Allah'a kulluklarını en iyi şekilde
yerine getirmeleri, ibadetlerini eksiksiz olarak yapmaları, ilmiyle
amil olup ihlaslı bir şekilde davranmaları gerekir. Alimler, insanlara
din hizmetlerinde rehberlik edip onlara dinin hükümlerini öğretirken,
kibirden uzak mütevazı olmaları esastır. İslam'a göre hiçbir insan,
takva yönü hariç diğerlerinden üstün değildir. Kuran-ı Kerim'de "Allah
nezdinde en değerli olanınız, takvaca en ileride olanınızdır, O’na
itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır." (Hucûrât Suresi, 13) ve hadis-i şerifte "Allah
indinde en şerefliniz takvâca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan
(acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir
üstünlüğü yoktur. Beyaz derili olanın siyah derili üzerine bir
üstünlüğü yoktur, siyah derili olanın da beyaz derili üzerine bir
üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” (Ahmed b. Hanbel,
el-Müsned) buyrulmuştur. Dolayısıyla alimin temel görevi
öncelikle Allah'a kulluğunu en iyi şekilde yerine getirmek ve bu şekilde
çevresine yaşantısıyla örnek olmaktır. Alimler, kibir ve üstünlük
taslamadan, kendilerinde olan ilmi öğretmeli ve bunun karşılığında
halktan asla maddi bir menfaat beklememelidir. Alimler, bütün işlerinde
İslam ahlakına uygun hareket etmeli, müridlerine, talebelerine sevgide
ve saygıda adil olmalıdır. Hocaya ayrıcalık ve dokunulmazlık tanımlamak,
ilahlık benzetmesi yapmak, günahsız ve masum görmek, onları taparcasına
sevmek asla doğru davranışlar değildir; çünkü yaratılmışların üzerinde
yalnızca Allah'ın tasarruf hakkı vardır. Alimler ve talebeler arasındaki
ilişki karşılıklı saygı, sevgi ve öğrenme üzerine kurulmalı, ölçüyü ve
haddi aşmamalıdır.
Kabirlere saygıda aşırıya gitmek, türbe ve mezarlardan medet ummak da bir nevi kulluktur. "Kabirlerin
süs ve şatafatlarla yükseltilerek ta'zim edilmesi ve mescid haline
getirilmesi, mezarlara karşı secde edilmesi, ölüler için adakta
bulunulması, velilere yakın olmak için onların türbelerine para, mum,
yağ ve benzeri şeyler konulması icma ile batıldır." (Reddu'l-Muhtar, İbn Abidin, 2/349) Kabirlerde cahiliye dönemi insanları gibi ölü adına kurban kesmek yasaklanmıştır. (Ebu Davud 2/71)
Allah Rasulü ﷺ, putperestlikten ümmetini uzak tutmak için şirke
gidebilecek her türlü yolu yasaklamıştır. Putperestlik, mermer, kireç,
taş, demir gibi belli materyallerden yapılmış bir obje (put, heykel..vs)
önünde durup, ibadet ve ta'zimde bulunmak anlamına gelse de puta
tapınma hali, günümüzde çok farklı şekillerde de ortaya çıkar.
Türbelerden, kabirlerden medet ummak, onlara Allah adına yalvarmak,
çaput bağlamak hurafedir ve bu tür batıl davranışların özünde şirk
unsurları olduğundan yasaklanmıştır. Hadis-i şerifte “Dikkat
edin, sizden öncekiler peygamberlerinin ve içlerindeki salih kimselerin
kabirlerini mescid haline getirmişlerdi. Dikkat edin, kabirleri mescid
edinmeyin, ben sizi bundan nehyediyorum.” (Sahih-i Muslim, 532)
şeklinde rivayet edilmiştir. Ölüler ziyaret edilir, onların ölümünden
ibret alınır. Onlar için dua ederek Allah'tan af ve mağfiret dilenir.
Kuran-ı Kerim'de “Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz!
Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde
müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin,
merhametlisin" derler.” (Haşr Suresi, 10) buyrulmuştur.
Anne ve babaya itaat ve iyilik farz kılınmışken, onlara kulluk emredilmez. (Rabbin
şöyle emretti: Sadece Allah’a ibadet edeceksiniz. Anne ve babanıza iyi
davranacaksınız. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,
sakın onlara 'Of!..' bile deme! Onları azarlama! Onlara saygıyla hitap
et! Onlara merhamet ederek tevâzu kanadlarını aç da 'Rabbim!
Küçüklüğümde onlar beni nasıl şefkatle büyüttülerse, sen de onlara öyle
merhamet et.' de!" (İsrâ Suresi, 23-24) Anne ve babaya
itaat ve iyilik konularında bazen ölçüyü aşarak, Allah'ın sınırlarına
dokunulur. Anne-babanın istekleri adam öldürmek, hırsızlık yapmak, içki
içmek...gibi Allah'ın emrine aykırı haram bir fiil olursa, anne ve baba
kendi yararlarına olmayacak bir şeyi evlatlarından isterlerse veya
evlatlarına zarar verecek bir arzuda bulunurlarsa, o zaman anne ve
babanın bu istekleri yapılmaz. Evladın kişiliğinin ve benliğinin yok
edildiği, kendisine kul ve köle edildiği bir "anne-baba itaat modeli" de
yoktur. Anne ve babalar, evlatlarını "anne-baba hakkıyla" tehdit
ederek, onlara beddualar ederek, evlatların arasında adil davranmayarak,
onların nafaka ve giderlerini karşılamayarak, onlara hiçbir dini eğitim
vermeyerek davrandıklarında, evlatlarını her durumda aşağılayarak
hakaret ettiklerinde Allah'ın hükümlerini çiğnemiş olurlar. Kişiler
böyle durumlarda onlara asi olmadan sessiz kalmalı, Anne ve babalarının
iyiliği ve hidayeti için Allah'a dua ederek neticeyi Allah'a havale
etmelidir. Bunun ötesinde haklı olsalar bile isyana sebep olacak şekilde
anne babaya karşı hareket edilmemelidir. Evlatlar, kendi iradelerini
kaybedercesine köle gibi ebeveynlerin meşru olmayan her isteğine tabi
olmazlar. Her işte olduğu gibi burada da bir ölçü ve bir sınır vardır. Allah'ın koyduğu emir ve yasaklara dokunulduğunda anne-babaya itaat olmaz. Kişilik yok sayılıp köleleştirildiğinde, şeref ve onur hakir görüldüğünde anne ve babaya mutlak itaat olmaz.
Sonuç
olarak, insanlarda doğal bir kulluk melekesi vardır. Otoriteye ve güce
boyun eğmek, lider, komutan, hoca, öğretmen anne-baba gibi sevdiklerine
veya hayranlık duydukları kişilere karşı aşırı saygı ve ta'zimde
bulunmak, kişiliğini yitirircesine onlara hizmette bulunmak, kulluk
mertebesinde davranışlar sergilemek, dinin kabul etmeyeceği hususlardır.
Allah, kainatın yaratıcısıdır. Alemler, ancak O'na kulluk etmekle
mükelleftir. Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah, kendisine şirk
koşulan her şeyden münezzehtir. Cenâb-ı Hakk, kendisine kulluk etmede,
emir vermede ve insanlara mükellefiyet yüklemede, secde edilme ve ibadet
olunma hususunda ve yüceltmenin kendisine ait olması hususunda herhangi
bir ortağı olmaktan uzaktır. Kainatı yaratan Rabbin emirleri ve
yasakları kutsal olup, hiçbir güç onun emirlerini ve yasaklarını
sorgulayamaz. Kulluk, bu nedenle ancak Allah'a yapılır. Ancak Allah'a boyun eğilir. Ancak onun önünde kıyama durulup, rûku ve secde edilir. Allah'a isyan etmede kendisine yardımcı arayan
lanetlenmiş, kovulmuş Şeytana kulluk edilmez. Kimsenin eteklerine
yapışılıp, eman dilenmez. Kimsenin huzurunda boyun büküp secdelere
varılmaz. Kısacık
dünya hayatı için, küçük menfaatler peşinde koşmak için kula kulluk
edilmez. Üç beş kuruş için zenginlerin etrafına pervane gibi dönülmez,
makam ve mevki için amirlere ve üstlere yalakalık ve dalkavukluk
edilmez. Emeğin değerini bilmeyen, işçisini sömüren, sömürdükçe
semizleşen patronların kölesi olunmaz. Aile efradının, çoluk çocuğun
nafakası, şeyhlerin ve hocaların ihtişamlı yaşantısı için peşkeş
çekilmez. Bir diploma uğruna, bir not uğruna kişiliksiz öğretmenlerin
çantacısı, çaycısı ve iş takipçisi olunmaz. Liyakatsizlikle belli
makamlara gelmek için amirlere boyun eğerek bilim adına yalan söylenmez.
İsminin önüne unvan alabilmek için kulun önünde eğilerek doğrular ve
hakikat gizlenmez. Allah'a bir can borcumuz vardır, kula minnet edilmez.
Şair Nabi'nin dediği gibi: "Kibriya-u azamet Hakka yarar. Kul olanda bu sıfatlar ne arar.” (Nabi)
Yücelik ve azamet ancak Allah'a aittir. Bu şuur eşliğinde yalnız Allah;
zikir, secde, hamd ve şükürle tesbih edilir. Allah'ın rızasını kazanmak
için sadece ve sadece O'na ibadet ve kulluk edilir. "Kulluk" büyük bir
meziyettir, herkese nasip olmaz. Allah, bizleri kendine "kul" olanlardan
kılsın (Amin)
Kadir PANCAR
13/03/2022
|
|
Takip et: @kpancar |
Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(301)
geometri
(133)
ÖSYM Sınavları
(61)
trigonometri
(56)
üçgen
(49)
çember
(36)
sayılar
(32)
fonksiyon
(30)
türev
(26)
alan formülleri
(25)
analitik geometri
(23)
dörtgenler
(19)
denklem
(18)
limit
(18)
belirli integral
(14)
katı cisimler
(12)
istatistik
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(6)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)







0 yorum:
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz samimiyetle insanlara yararlı olmaktır, akıbetimiz bu vesileyle güzel olsun. Dua eder, dualarınızı beklerim...
"Allah'ım; bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
“Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim. İşlediğim tüm günahlarımı affeyle! Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl. Beni Müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!”
“Rabbim! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafından bir rahmet bağışla.Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Muhakkak ki lütfu en bol olan Sen’sin. Senden başka ilâh yoktur."
Lâ ilâhe illallah Muḥammedürrasulüllâh
KADİR PANCAR