Çocuğum matematik öğrenemiyor

Bugün sizlere matematik öğrenme güçlüğü hakkında gazetelerde karşılaştığım bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yine herkesin ortak sorunu olarak gördüğümüz "matematik öğreneneme " gibi bir mevzuda yazarımız düşüncelerini açıklayıp, matematik öğrenmede karşılaşılan sorunlar hakkında bazı çözüm önerilerini ifade etmiştir. Yazının tamamına katılmamakla birlikte, yer alan tespitlerin gayet yerinde olduğunu gördüğüm makalede, çocukların eşit derecede matematiksel ilgi ve istidatları olmadığını öğretmenlik yaşamım boyunca gördüğümden, herkesin matematik becerisini kolayca kazanmasının mümkün olmadığını ifade etmek istiyorum. Lakin şu da var ki asgari seviyede temel matematik becerisini, zekası makul seviyede olan her bireyin mutlaka kazanabileceğini söylemek zorundayım. Bunu kazanamayan bireylerin zeka problemi olduğundan değil tamamen ilgilerinin matematiğe yönlendirilmemiş olmasından kaynaklandığını pek çok kere derslerimde müşahede ettim. Bu nedenle "matematiği isteyen öğrenebilir" cümlesi en yerinde cümle olacaktır.Buyrun şimdi de yazımızı okuyalım.

"Değerli okuyucularım, çocuğu okulda okuyup da herhalde matematik ile ilgili bir sorunu olmayan, bu konuda yardım almayan bir ebeveyn yoktur herhalde... Matematikte başarılı olmanın yolu, öncelikle matematik dersini sevmek ve matematik ile ilgili temel kavramları anaokulundan başlayarak ilkokulda iyice öğrenebilmektir... Sağlam bir matematik temeli inşa edebilmek, pek çok beceriyi içermektedir. Öğrenme zorluğu yaşayan anaokulu çağı çocukları; sayıların anlamını öğrenmek, nesneleri şekil, biçim veya renge göre sıralamak; büyük-küçük veya uzun-kısa gibi kavramları bulabilmek türünden zorluklar yaşayabilirler. Bu çocuklar için ayrıca, saymayı öğrenmek, sayıları tanımak da zor olabilir. İlkokul dönemi çocukları matematik öğrenmesi sürdüğü sürece, dil süreciyle ilgili sorunları olan okul dönemi çocukları, toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemlerinin kullanıldığı temel matematik problemlerini çözmekte zorluk yaşayabilirler. Temel matematik olguları hatırlamak ve akılda tutmak için çok uğraşmak zorunda olup; bilgilerini ve becerilerini matematik sorularını çözmek için nasıl uygulayabileceklerini akıllarında canlandırmakta zorluk çekerler. Zorluklar aynı zamanda görsel-mekansal becerilerdeki zayıflıklardan da ortaya çıkabilir; bu durumda kişi, matematik olguların gerekliliğini anlayabilir ancak bunları düzenli bir şekilde kağıda dökmekte zorlanabilir. Bu sorunu yaşayan çocukların zeka kapasitesi normal ya da normalin üstünde olmalı ve herhangi bir nörolojik sorunu olmamalıdır. 
Dilber, ilkokulda dördüncü sınıfta okuyordu. Dilber de öğretmeni de ailesi de matematikte yaptığı işlem hatalarının nedenini anlamıyorlardı. Aslında öğrencinin matematik dışında pek çok dersi çok iyiydi. Okulunda başarılı bir şekilde sınıf başkanlığı yapıyor, bilgisayarda harikalar üretiyordu. Matematik dersinde, elde hesabı yapılması gereken işlemlerde eldeyi kesinlikle unutuyor, sayıları zaman zaman ters okuyup yazıyor, dört basamaktan fazla olan sayıları okumakta zorlanıyor, çarpım tablosunu ezberleyemiyordu. Pek çok özel ders almasına rağmen matematikte zorlanıyordu. Dilber’e ikinci seansta Wisc-r zeka testi uygulandı, testin sonuçlarına göre, danışanımın zekası yüksekti. Yapılan dikkat, tespit, idrak, hafıza fonksiyonlarını ölçen “D2 dikkat Testi”’ne göre de öğrenci de Dikkat eksikliği vardı. 
Değerli okuyucular, aslında “Özel öğrenme bozukluğu” gösteren çocukların büyük bir kısmı, matematik öğrenirken zorlanır. Ancak bazı çocukların Dilber örneğinde olduğu gibi, sadece matematik alanında zorluğu vardır. Anne ve baba olarak çocuğunuzun matematik öğrenmede güçlük yaşadığına dair bazı belirtiler vardır bunlar; Bu çocuklar problemde hangi işlemi yapacağına karar veremezler, soruyu başkası okuduğunda daha iyi anlar ve problemi zihinden çözmeyi yeğlerler. Dört işlemi yaparken yavaştır, parmaklarını sayarlar, eldeleri unuturlar, sayıları dağınık yazarlar, basamakları alt alta getiremezler, sonucu yanlış ya da ters yazarlar, sağlamasını karıştırırlar. Sayılardan 6’yı 9, 7’yi 4, 3’ü E gibi algılayabilir, rakamları aşağıdan yukarıya, sıfırları saat yönünde çizebilirler. Sayı, uzaklık, miktar, şekil, boyut, zaman ve para gibi kavramları algılamakta zorluk çekebilirler. Saati ve çarpım tablosunu öğrenmekte zorlanırlar, tarih, plaka, adres, telefon numarası gibi bilgileri hatırlamakta zorluk çekerler. Ayrıca geometri ve kesirli işlemlerde de performanslarının düşük olduğu söylenebilir.
Matematik öğrenme güçlüğünün tedavisinde mutlaka öncelikle bir psikologa başvurup, çocuğunuza Wisc-r zeka testi yaptırmalısınız. Bu teste göre çocuğunuzun hangi alanlarda iyi, hangi alanlarda yaşıtlarından düşük seviyede olduğu saptanıp ona göre bir eğitim programı uygulanmalı. Ayrıca çocuğunuzun dikkat, tespit, idrak, hafıza fonksiyonları ile ilgili bir sorunu varsa dikkatini ve görsel algısını, hafızasını geliştirici faaliyetler bir uzman tarafından yaptırılmalıdır. Bu konuda ailelere şu gözlemleri dikkate almaları önerilebilir; Çocuğunuz sayı sembollerini, geometrik şekilleri kopyalamakta zorlanıyorsa (6 yerine 9, ev yerine ve, 31 yerine 13 gibi...) önemli bir bulguyu gözlemliyorsunuz demektir. Bu bulgular, görsel algı ve görsel motor kusurlarıdır. Genellikle bu çocukların yazıları da kötüdür. Sayıların değerlerini algılamakta da güçlük çektikleri ve doğru yazamadıkları için hesaplamalarda hata yaparlar. İşlem yaparken, çocuğunuz sürekli 10 parmak hesabı yapıyor, 10 parmağı geçen işlemlerde hata yapıyor, sonucunu kafadan atıyorsa, bu önemli bir bulgudur. Çocuğunuz çok çabuk kayboluyorsa , sabah ve öğleni karıştırıyorsa, saatin, dakikanın ne olduğunu tahmin edemiyorsa, toplama ve çıkarma işlemlerine soldan başlıyorsa bunları gözardı etmeyin.
Matematik zorluğu olan çocuklar yön ve zaman kavramlarında zorlanırlar. Çocuğunuza “toplama yap” vb dendiğinde, temel matematik işlemlerinin kurallarını otomatik olarak uygulayamıyor, cevaba ulaşmak için çok büyük zaman ve çaba harcıyorsa, hafıza problemi yaşayabilir. Bu problemi yaşayan öğrenciler “Matematiği yapamadığıma göre ben akıllı değilim” diye düşünmeye başlar. Şayet çocuk matematik kaygısı ve matematiğe karşı duygusal reaksiyon geliştirdiyse işler iyice karışır. Çünkü artık matematik problemleri ile karşı karşıya kaldığında donup kalmaya başlar. Sahip olduğu bilgiyi hiç kullanamaz, transfer edemez hale gelir. Çocuklarımızın matematiği sevmeleri duasıyla Allah’a emanet olunuz. "
Kıvanç Tığlı Bulut
12.04.2015
http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/kivanc-tigli-bulut/cocugum-matematik-ogrenemiyor-10204.html 
Wisc-R Zeka Testi Nedir? 
Wisc-R zeka testi 6–16 yaş grubuna yönelik uygulanan bir zeka tarama testidir. Bu test her ferd için bireysel olarak uygulanan bir testtir. Uygulaması 1-2 saat arasında sürmektedir. Test yapılırken; Her alt testin soruları test yönergesine uygun bir şekilde çocuğa yöneltilir ve çocuktan sorulan soruları yanıtlaması istenir. WISC – R zeka testi ilk olarak Wechsler-Bellevue tarafından 1939 da yetişkinler için hazırlanmıştır. Wechsler-Bellevue zeka ölçeği olarak adlandırılan bu test 1955 yılında birtakım sorulara göre tekrar düzenlenip yenilenmiş ve adı WAIS (Wechsler Yetişkinler Zeka Ölçeği) olarak değiştirilmiştir. 1949 yılında David Wecsler tarafından soruları ve değerlendirme kriterleri de geliştirilerek, 6-16 yaşlarındaki çocuklar için WISC’i ( Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği) hazırlanmıştır. Bu zeka ölçeği 1974 yılında gözden geçirilmiş ve standardizasyonu yapılmış böylece WISC- R (Revize Edilmiş Versiyonu) ortaya çıkmıştır. Wechsler daha sonra 2,4 ve 6 yaşlarındaki okul öncesi çocuklar için WPPSI’i (Wechsler Okul Öncesi Çocuklar İçin Zeka Ölçeği testini hazırlamıştır. Wechsler’in getirdiği bu yeni sistemin en önemli yararı, çocuğun yerini kendi yaşıtları içerisinde görebilmek ve zaman içerisinde bazı karşılaştırmalara gidebilmek ve aynı zamanda bir sorunun çıkması durumunda önceden buna uygun çalışmaların yapılabilmesine imkan hazırlamaktır. 
Ebeveynlerin çocuklarında zeka yönünden bir takım sıkıntılarının olduğunu belirlemek istedikleri zamanlarda; en sık başvurulacak zeka testlerinin başında Wisc-R zeka testi gelmektedir. Şunu da burada söylemek gerekecektir. Bu testten çıkacak sonuç mutlak olmayıp bireylerin farklılığı göz önüne alındığında bazı durumlarda testin başarısız olduğu durumlar dahi ortaya çıkabilmektedir. Yani testten başarısız olmuş bir çocuğun zekasının düşük olduğunu söylemek her zaman tutarlı sonuçları karşımıza çıkarmayacaktır. Bunun pek çok örneği velilerimiz tarafından gözlemlenmiştir. En önemli motive edici durum, çocuklarınızla birebir ilgilenmeyi ve onlara derslerinde yardımcı olmayı asla ihmal etmeden sürekli merak duygularını giderici faaliyetlerde bulunmayı kendinize bir görev addediniz.

Bu At Sadece At Değil - Lao Tzu

"Bir zamanlar köyün birinde yaşlı, fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki... İmparator at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylüler ihtiyarın başına toplanmış. "Bu atı çalacakları belliydi. Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın" demişler...  İhtiyar, 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. Sadece 'at kayıp' deyin. Gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması talihsizlik mi, şans mı, henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan iki hafta geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi başına. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyardan özür dilemişler. 'Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, şans oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.' 'Gene acele ediyorsunuz' demiş ihtiyar. 'Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç...Birinci cümlenin ilk kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?.' demiş. Bir hafta geçmeden vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. 'Bir kez daha haklı çıktın' demişler. ‘Bu atlar yüzünden oğlun uzun süre yürüyemeyecek. Sana bakacak başkası da yok... Şimdi eskisinden daha fakir olacaksın.’
 
“Durun bakalım” demiş ihtiyar. 'Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde ilerler ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.’Birkaç hafta sonra savaş çıkmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. İhtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.’ Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... ‘Gene haklı çıktın.’ demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer...” 
İhtiyar: “Siz erken karar vermeye devam edin" demiş. Oysa bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu bilmiyoruz.”

Lao Tzu anlattığı öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: 
'Acele karar vermeyin. O zaman sizin kimseden farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Oysa yolculuk asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken bir başkası açılır.' 
 
Bu hikayenin sonucunda geçen "bir kapı kapanırsa, bir kapı açılır" sözü bana bir dörtlük hatırlattı. Sürekli olarak okumaktan hoşlandığım, bütün sıkıntılarımın ardından herşeyi özetleyecek şekilde ruhumun derinliklerine dokunan, güzel bir sözü sizinle paylaşarak noktayı koyalım. Meşhur müellif İbrahim Hakkı Hazretlerinin şiirinden bir bölümünü paylaşmak istiyorum.  
Açılır bahtımız bir gün, hemen battıkça batmaz ya!
Sebepler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya!
Benim münâcâtım Hakka rızık için değildir, hâşâ!
Hüdâ Rezzâk-ı Âlemdir, rızıksız kul yaratmaz ya! 
(İbrahim Hakkı-(1703)-Hasankale Erzurum)

Her şeyin sebeplerini yaratan Allah, bizim de bahtımızı bir gün açar, ikram ediciliğinin kapısını kapatmaz. Benim Allah'a yakarışım rızık için değildir. Çünkü bütün alemin rızkını veren Allah, rızıksız kul yaratmaz. (Bkz. İbrahim Hakkı Hazretleri)
| Devamı... 0 yorum

Bir Kral ve Köylü Hikayesi

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.. Ülkenin en zenginleri, en güçlü kervanları, saray görevlileri birer birer geldiler... Sabahtan öğlene kadar... Hepsi, kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu da; ''Halkından bu kadar vergi aldığı halde saraya yollarını temiz tutamıyor''diye yüksek sesle kralı eleştirdi. 
Sonunda bir köylü çıkageldi saraya; meyve ve sebze getiriyordu. Yoldaki engeli görünce sırtındaki küfeyi yere indirdi ve olanca gücüyle itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kalmış ama büyük engeli de yolun kenarına çekmiş oldu. Tam küfesini sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin olduğunu gördü... Açtı, kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde; 
 -''Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.'' diyordu kral... 
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. 
''Her engel, hayat şartlarımızı daha da iyileştirecek bir fırsattır" 


Bu hikaye, bana güzel bir hadis-i şerifi hatırlattı. 

"İman, yetmiş küsür derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. 
(Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.)

"Kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. İyi göremeyen bir kimseye yardımcı olman senin için sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır." 
(Tirmizî, “Birr”,36)
| Devamı... 0 yorum

Bir Vav Hikayesi

"İnsan vav şeklinde doğar, bir ara doğrulunca kendini elif sanır.İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.Kulluğun manası vavdadır, elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.O yüzden Lafz-ı ilahi elifle başlar. Elif kainatın anahtarıdır, vav kainattır.

Rabbi, "vav" gibi mütevazı olsun ister kulları. Musa dal olmuştur ama Firavunun gözü Elifte kalmıştır. İbrahim ateşte vavdır, Nemrut bizzat ateşe odun.

Yunus, vav olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini.İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında. Boylu boyunca uzansa da kim rahattır mezarında?
Mevlana Celaleddin Rumi
 
 
Vavın elifle münasebeti ne kadar iyiyse, kainatın dengeside o kadar düzgündür. Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar. Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur. Evvelde eliftir, bir ilahi nefesle ahirde vav olur kainat. İyi bakıldığında, görmek için bakıldığında; Vav harfi, bazen bir insanın secdedeki hali, bazen bir ceninin anne karnındaki haline benzer. Vav Harfi, 'ın Vahid ismini ve birliğini simgeler. Ebced hesabında 6 rakamına denktir ki ; Bu yönüyle aynı zamanda imanın 6 şartını temsil ettiği söylenir. Vav, harfi med olduğu gibi, kasem harfidir. Aynı zamanda, iki cümleyi veya özneyi bağlayan bağlaçtır."

"Ey aşkın binbir başlı vav hali! 
Ey sonsuz kavram! 
Gaflet vaktinde Gel gönlümün üstüne 
Usta bir hattatım ben 
Aşkı çizerim mekânlara 
Aşk sığmaz ki bu ummana 
Vav olur gözlerimiz 
Bürünürüz canlara 
Bir seyyah gibi 
Gelip göçen, göçüp giden 
Bu mekândan mekân'a 
Demem o ki 
Tarifini yapamam ben imkâna 
Bir hattatım 
Zamana vav çizmekteyim 
Hilalin dolunaya 
Dolunayın hilale dönüştüğü zamana
Ve mahlukat 
Nefes nefes aşk çekerken 
Mevla'ya 
Üstümde aşk kokusu var 
Yaşadıkça beni yontar 
Ve benzetir insana 
Elimde vav 
Gönlümde vav 
Gözümde vav 
Dem dem vav kesilirim 
Beni insan yapana 
Ey kalbimden geçeni bilen Allah'ım 
'Kulum' de kâfi bana 
İster nârına garket 
İster nuruna" 
Mehmet EKİCİ
| | Devamı... 0 yorum

Üç Heykel Hikayesi

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı. Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver." 
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın bu heykel sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç sorunu çözebileceğini söyleyerek zindandan haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. 
Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Kulağından soktuğu tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde, tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu. Artık cevap bulunmuştu. Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara buldukları bu cevabı yazdı. Karşı ülkenin Hükümdarı da cevabın doğruluğunu tasdik edince zindandaki genç, hükümdar tarafından affedildi.
Kıssadan Hisse…"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. - Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. - En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır."
| Devamı... 0 yorum

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite

Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Sultan Doğan, dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin son yılların en büyük sağlık sorunlarından biri haline geldiğini söyledi.Doç. Dr. Doğan, çocukken başlayan dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin erişkinlikte de devam edebildiğini ifade ederek, şunları kaydetti:

''Bu durum kişiye rahatsızlık verdiğinde tedaviye ihtiyaç duyuluyor. Bilimsel çalışmalar, dünyadaki 18 yaşından büyük nüfusun yüzde 4'ünde ciddi bir dikkat toplayamama sorununu ortaya koyuyor. Erişkinlerdeki dikkat eksikliği ve hiperaktivite hareketlilikten öte başka türlerde kendini gösteriyor. Hiperaktivite erişkinlerde sıklıkla randevularını veya yapmak zorunda olduğu işleri unutma, birçok basamağı içeren işleri yapmakta zorlanma, bir işe ya da projeye başlamakta ve bitirmekte zorlanma, oyalanma, erteleme eğiliminde olma, bilgilere öncelik vermede zorlanma, çabuk sıkılma ve sabırsızlık, sıklıkla yerinde duramama, huzursuzluk hissi yaşama, zamanını verimli kullanamama, evde ve iş yerinde eşyalarını bulamama, yanlış yere koyma, sonuçlarını düşünmeden konuşma gibi belirtiler gösteriyor.''


Dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin işe odaklanamamaya yol açtığını, bunun da kariyerde ilerlemeye engel olabileceğini belirten Doğan, ''Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan kişiler birçok işe aynı anda başlıyor ve hiçbirini bitiremiyor. Bir işe başlarken de tasarı halinde önce kafalarında yer alıyor fakat 'yapmam lazım' deyip başlayamıyorlar. Bu da iş yerinde sorun yaşamalarına neden olabiliyor. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite, kişilerin kariyerinde ilerlemesine engel olabileceği gibi, akademik çalışmalarını da sekteye uğratabiliyor. Örneğin, iş yerinde gelmesi gereken noktaya gelemiyor ya da yüksek lisans, doktora tezini bir türlü bitiremiyor'' diye konuştu.

-''Çoğu farkında değil''-
Doç. Dr. Doğan, dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunu yaşayan kişilerin çoğunun hastalığın bilincinde olmadığını kaydederek, şöyle konuştu: ''Çünkü bu hastalık psikiyatride depresyon ya da panik atak bozukluğu kadar iyi tanınan bir hastalık değil. Bu, uzmanlar için de geçerli, çünkü uzmanlar da bu hastalığı çok iyi tanımıyorlar ve bununla ilgili medyada çok fazla bilgi yok. Hastalıkla ilgili bir diğer sorun da 'kullanılan ilaçlarda uyuşturucu özelliği var' gibi olumsuz söylentilerin olması. Bu nedenle bazı kişiler kendilerinde sorun olduğunu bilseler bile ilaç kullanmak istemiyorlar. Mutlaka ilaç kullanılacak diye bir şey yok. Sonuçta psikoterapi teknikleriyle de davranışların yönlendirilmesi mümkün. Çocuklukta hastalığı fark eden ve bilinçlenen kişiler, erişkinlikte hastalığın düzelmediğini ya da bazı belirtilerinin daha da şiddetlendiğini fark edip bizimle paylaşabiliyor. Bu da hastalığın tedavisini kolaylaştırıyor. Ama genellikle aileler çocuklarında dikkat eksikliği ve hiperaktivite olduğunu fark etmiyor ve derslerdeki geriliğin çocuğun tembelliğinden kaynaklandığını düşünüyor. Aileler bu şekilde düşünmek yerine çocuklarında böyle bir sorun görürse mutlaka bir uzmana danışmalı.''AA

İki Ormancının Hikayesi "Baltayı Bilemek"

Bir ormanda iki ormancı, kurumuş ağaçları kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, gün boyunca hiç ara vermeden çalışarak, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçip ağaçları kesiyormuş. Bu adam gün boyu ne dinleniyor, ne de öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra, çok yorgun biçimde ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve çalışmasını bitirince, diğer arakadaşına göre daha erken saatlerde işi bırakıp hava kararmaya başladığında evine dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini bu kişiler saymışlar. Bakmışlar ki ara ara dinlenen adam çok daha fazla ağaç kesmiş. 

Birinci adam bu duruma çok şaşırmış: "Bu nasıl olabilir? Ben senden daha fazla çalıştım. Daha çok yoruldum. Senden önce işe başladım, senden sonra işi bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kesmişsin. Bu işin sırrı nedir? Bu nasıl oldu? diye arkadaşına sormuş.

İkinci adam, yüzünde bir tebessümle cevap vermiş:"Ortada sır filan yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Böylece keskin baltayla, daha az çaba harcayıp daha çok ağaç kestim. Körelen balta ile ne kadar yorulursan yorul, işin daha da zor hale gelir ve verimsiz bir iş yapmış olursun."

Kendimizi sürekli olarak geliştirmek, aynı bu hikayede olduğu gibi ormancının baltasını bilemesi gibidir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla tekrar gözden geçirmek gerekir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba harcamak bizi daha güçlü kılar. Bu zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için gerekli bir şarttır.
| | Devamı... 4 yorum

Kitap Okumanın Önemine dair bir hikaye

Oku ! Yaratan Rabbinin Adı ile Oku. (Alak suresi-1)
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu! (Zümer Suresi, 9). 

KISA BİR HİKAYE
Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken, bir yandan öğrencilere vereceğim dersin plânını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardı. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım. Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya başladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım. Metroda, benimle aynı yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, “tak, tak, tak” sesleri, telâşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile, neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca, bu kişinin bir bayan ve aynı zamanda ‘görme özürlü’ olduğunu anladım.

Kendi kendime, “Acaba onun telâşı neden?” diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Özürlü hâliyle tek başına ilerlese de; tavırları ve yürüyüş şekli ona, kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu. Acaba acele bir işi mi vardı? Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yaşama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. “Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardım etsem mi?” diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan bir şaka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim. Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla aynı kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir walkman veya yiyecek-içecek gibi gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğini hissettim. Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... Görecek o kadar çok şey vardı ki... O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim.
Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu. Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme özürlü olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. Her hâlde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı. Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki...

Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil kalbiyle, duygularıyla, ruhuyla okuyordu... Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın dışında pek okumadığım kitap geldi aklıma ve yıllarca hiç kitap okumayanlar. Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu görüntüye şâhid olsalardı. Dünyada milyonlarca insan var... Ama okumak... Neden ben... Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu işe yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki, iyi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi. Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti ve bu kadarcık kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. 

Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da, kitabını çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanın arasından “tak... tak... tak...” sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o tak tak’lar beynimde, “oku... oku... oku... ve şükret” diye yankılanıyordu...

Okumadan tekamül etmek isteyene şaşarım. (Abdullah ibni Mübarek)

Okumadan geçen bir gün, yitirilmiş bir gündür. (Jean Paul. Sartre)
| Devamı... 0 yorum

Bir Motivasyon Öyküsü

Charles Schwab Corporation, San Francisco, California'da kurulmuş ve merkezi bir Amerikan çokuluslu finansal hizmetler şirketidir. Merkezi San Francisco, Financial District'te bulunan Charles Schwab, ABD'deki 3,3 trilyon doları aşan müşteri varlığı ile 14. büyük bankacılık kuruluşudur. Dünyanın sayılı maddi zenginleri arasında yer alır. İşte Charles Schwab adlı bu sermayedar'a atfedilen bir hiakye vardır. Cesaretlendirmek, motive etmek  konularında maddi imkanları fazla olan kişilerin hayatlarından ibret almak adına bir kesit olarak okunabilir.


Charles Schwab'in istediği kadar verim alamadığı bir fabrikası vardı. Bir gün ustabaşı ile konuşuyordu:
-Senin gibi becerikli birisi nasıl oluyor da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?
-Bilmiyorum. Bütün isçileri çok çalıştırdım. Bir çoğunu isten atmakla tehdit ettim. Ama basarılı olamadım.
Schwab yakınında duran bir isçiye sordu: -Bugün kaç kazan çelik erittiniz?
-Altı. Schwab bir tebeşir parçası alarak yere büyük bir 6 yazdı ve çıkıp gitti. Gece isçileri geldiği zaman bu altı rakamının ne oldugunu sordular. Gündüz isçileri de:
-Patron bugün bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu altı cevabını verdik, buraya altı yazdı ve gitti.. Ertesi gün Schwab fabrikayı yine dolaştı. Altı rakamı silinmiş ve yerine yedi yazılmıştı. Gündüz isçileri gelince yediyi gördüler. Demek gece çalışanlar kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı? Kendilerini gece işçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 10 yazdılar. Çok geçmeden fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl mı?

Schawb bunu şöyle açıklıyor: "İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. Amaç herkesi mücadele etmeye sevk etmek değildir. Onları birbirine üstün gelmeye teşvik etmektir. Üstün gelme hissi insanların ruhunu coşturur. Hayatta basarılı olan her insanın en sevdiği sey; başaracağı iştir. Çünkü bu başarıda kendisini ifade eder ve bu sayede değerini, üstünlüğünü gösterir. İşte bu yüzden, bir oturuşta bir kilo dondurma yemek, elli bardak su içme gibi yarışmalar düzenlenir. Üstün gelmek, değerini göstermek, insanların en önemli isteğidir. O halde insanları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaları için cesaretlendirmeliyiz.”

>>>Bu hikayede esasında insanın doğasında yer alan hased ve lider olma duygusuna da atıf vardır. İnsanlar kibirli varlıklardır ve sürekli olarak kibirleri gereği başkalarına karşı üstün gelme arzusu içinde olurlar. Bu gerçek hikayede de bunu rahatlıkla görebiliriz. Dayanışma halinde olmak yerine, ben olma ihtirası üzerinden hiç elimizde olmayan birşeye hizmet etmiş olur ve bunun farkında bile olmayız. Nitekim bu hikayedeki işçiler, hırsları ve öne geçme duyguları sebebiyle esasında kendilerine bir menfaat sağlamayan düşünce ile başkaları adına hizmet etmişlerdir. 
Kapitalist sistemler; genelde bu tür motivasyon ve güdüleme hikayeleri ile emek sahibi kişilerin ümitlerini, hayallerini, beden güçlerini bir sistem içinde eriterek, maddi çarkların daha hızlı dönmesine sebep olur. Sistem çarklarının düzenli işlemesi için, insanlar farklı motivasyon araçları ile sürekli olarak pekiştirilerek, işçi üzerinde hakim sermaye odaklarının maddi olarak daha çok ilerlemesi her şart altında sağlanmış olur. İnsan, bencil hırslarından uzaklaşır da diğer insanlarla birlikte dayanışma halinde olabilirse gerçek kimliğini ancak o zaman bulabilir.
| | Devamı... 0 yorum

Matematik Korkunuzu Yenin!!!

Özellikle çocuklara, rakamların ve harflerin yazılmasından önce, basit zihinsel matematik işlemlerinin öğretilmesi büyük avantajlar sağlamaktadır. Küçük yaşta zihinsel matematik işlemleriyle tanışmaya başlayan çocuklarda muazzam bir muhakeme gücü gelişmektedir.Muhakeme gücünün yanında, genel olarak zihinsel matematikle uğraşan insanlarda kendine güven duygusunun geliştiği ve istedikleri her işte başarılı olabileceklerini düşünmeye başladıkları izlenmektedir.
Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, zihinsel matematik işlemlerinde başarılı olmak için cinsiyet, zeka ve kalıtım gibi faktörler etkin değildir. Konuya ilgi duyuyor ve bunu yanında doğru teknikleri de kullanıyorsanız mesele yok demektir. Normal zekaya sahip herkes canlı hesap makinesi olmaya aday bir potansiyeldir. Bu potansiyelin ortaya çıkması için rakamlarda gizli olan eğlenceli ilişkileri fark etmek ve rakamların birer oyuncak olduğunu görmek gerekir.Normal zekaya sahip herkes canlı hesap makinesi olmaya aday bir potansiyeldir. Peki bu gerçeğe rağmen neden herkes bu potansiyeli kullanmıyor? Onların bu potansiyele ulaşmasını engelleyen nedir? Bu sorunun en temel cevabı “korku”dur. Başaramama korkusudur. Bilinmeyene karşı duyulan korkudur. Utanma korkusudur. Değişme korkusudur.
 
Korku, hepimizin yaşam içinde oluşturduğumuz bir olgudur. Korku olgusu evde olmasa bile okulun ilk yıllarında oluşuvermektedir. Şöyle gözlerinizi kapayıp, ilkokulda birkaç yılınızı düşünün. Öğretmenin soru sorduğu anları hatırlayın. Belki siz, belki yanınızdaki arkadaşınız, belki sınıftaki diğerleri yerinde duramıyordu cevap vermek için. Hemen hemen büyük bir çoğunluk parmak kaldırıp, coşkulu ve heyecanlı bir şekilde, “öğretmenim ben söyleyeyim, öğretmenim bana sorun” diye cevap vermek istiyordu. Böyle bir manzara karşısında öğretmen bir öğrenciyi seçmiş ve ona sormuştu. Öğrenci kimsenin düşünmediği, kendisine göre doğru olan, yenilikçi bir cevap vermedi mi, hatırlayın. Peki ondan sonra ne oldu? Öğretmen “doğru cevap bu değil” demedi mi? Esas önemli olan bundan sonrası. Sınıftan bazıları “hah ha ha…” diye gülüştüler. İşte o an hemen hemen tüm öğrencilerin beyninde yepyeni bir program gelişti; “Asla, ama asla bir daha böyle bir şey yapma!”. Daha okulun ilk yıllarında, kendi beynimizde ürettiğimiz şeylerin çok önemli olmadığını veya onlara değer verilmediğini öğrenmeye başladık. O andan sonra beynimizi otorite pozisyonundaki kişiye itaat etmeye ve onun beklediği gibi düşünmeye zorlamaya başladık.Coşkulu bir şekilde bulduğumuz ve heyecan duyarak söylediğimiz cevap, “bu doğru cevap değil” karşılığını aldı, artı alay edilme ve utanma sonucunda hepimizde negatif bir düşünce oluşmaya başladı. “Ben yapamam” . işte başarısızlığın ve beyin potansiyelinin kullanılmamasının başında bu negatif düşünce yatmaktadır.
“Ben yapamam” şeklinde negatif düşünmek insan beyninin ve bedeninin başaramama korkusu ve güvensizlik belirtileri sergilemeye başlamasına neden olur. Bu durum, kişinin konuya uzak durmasına neden olarak başarısızlığın daha da  büyümesine sebep olmaktadır. Bu ilave başarısızlık “ben yapamam” düşüncesine olan inancı daha da arttırır. Böylece her defasında daha da kötüye giden kısır bir döngüye girilmiş olur. 
Klasik olarak ben yapamamların en başında; ben matematiği yapamam, ben resim yapamam, ben şarkı söyleyemem, ben toplum karşısında konuşamam, ben sosyal dersleri yapamam gibi örnekler gelmektedir.Yine matematikten korumak, başaramamaktan veya utanmaktan korkmak hep okulun ilk yıllarında edinilen düşünce ve olayların beyin üzerindeki etkisidir. Çoğunun temelinde, öğrencinin tahtada verdiği yanlış bir cevap sonucunda içine düştüğü zor durumdan dolayı alay edilmiş veya utanmış olmaları yatmaktadır. Ben yapamam veya yapamıyorum yaklaşımı insanın kendi seçtiği bir yoldur. Bu şekilde düşünmek hayatımızı da buna göre programlamak demektir. Şu ana kadar beynin hep negatif düşünmeyle programlanması üzerinde durduk. Şimdi sıra geldi iyi habere. Nasıl negatif düşünce beyni başarısız olmaya programlıyorsa, tam aksine konuyu sevmek ve pozitif düşünmek de insan beyninin başarıya ulaşmak için programlamaktadır. Pozitif programlar insan beynindeki potansiyeli ortaya çıkartmaktadır. İnsanın kendine inanarak,, “yapabilirim” diye düşünmesi 100 milyarın üzerindeki beyin hücrelerinin, ulaşmak istenilen doğrultuda, programlar yapmaya başlamasını sağlamaktadır.
Melik DUYAR

İyi bir Çalışma Ortamı Nasıl Olmalıdır?

Kişinin başarıyı yakalaması, gerekli şartların oluşturulmasıyla mümkündür. Bu gerek şartlardan biri de “çalışma ortamı”dır. Okul dışında çalışma için kullanılacak ortamlar da eğitim öğretime uygun olmalıdır. Çalışmada kullanılacak mekânlar bazı nitelikleri taşımalıdır.Çalışma ortamı kişinin başarısına doğrudan etkisi olan temel koşulların en önemlilerindendir. Okulların, sınıfların, laboratuvarların özel olarak tasarlanması; çalışma ortamının eğitim adına en iyi şekilde değerlendirilebilir duruma getirilmesinden başka bir şey değildir. Öyleyse okul dışında çalışma için kullanılacak ortamların da eğitim öğretime uygun olması gerekmektedir.


Çalışmada kullanılacak mekânlarının bazı nitelikleri taşıması beklenmektedir. Bu şartlar ideal çalışma ortamı açısından paylaşılmıştır. Böyle olmayan ortamlarda da başarılı olmak mümkündür. Standart bir yapı sağlamak esasında eğitim bilimleri açısından mümkün değildir. Başarılı olmak isteyen insanlar, her ortam ve olumlu/olumsuz şart altında, azim ve kararlılık kendilerinde olduğu sürece muvaffak olabilir. Bahaneler aramaya gerek yoktur. Önemli olan bir hedef belirlemek ve bu hedef doğrultusunda çalışmalarını planlayıp zamanı etkili kullanarak o gayeye ulaşmaya çabalamaktır. 

Ders çalışma mekânlarının ideal bazı nitelikleri şöyle sıralanabilir.
  • Mümkünse her öğrencinin özel bir çalışma odası olması olmalıdır. Bu oda öğrenci tarafından sadece ders çalışmak için kullanılmalıdır.
  • Çalışma odasında, ders çalışmak için kullanılacak bir masa olmalıdır. Masa, pencere kenarından uzakta olursa öğrenci dışarıya bakma gibi bir ihtimalden uzaklaşacağı için ders çalışmaya daha kolay motive olur veya motivasyonu bozulmaz. 
  • Öğrencinin oturabileceği bir sandalye olmalıdır. Sandalye yumuşak olmamalıdır. Hele koltuk türünde hiç olmamalıdır. Çünkü koltuk türü yumuşak oturaklar , öğrencinin ders çalışmasını olumsuz etkileyecek niteliktedir. Yatarak ve koltukta oturarak ders çalışma şekilleri tam manasıyla verimli olmaz.
  • Küçük bir kütüphane, çalışma odasının temel eşyalarındandır. Bu kitaplıkta sadece ders çalışma kitapları olmalıdır. Ayrıca çalışma sırasında kullanacağı müsvedde kâğıtlar ve diğer malzemeler de kütüphanede olmalıdır. Ders çalışma masasının üstü ise çok sade olmalıdır. Belki sadece bir ışık olmalıdır. Kalemlik dahi kütüphanede olmalıdır. Kalemlikte yeteri kadar kalem ve diğer gerekli eşyalar bulunmalıdır. Masada sadece o an çalışılacak doküman ve en gerekli yardımcı materyaller bulunmalıdır.
Çalışma odasında televizyon, yatak gibi öğrencinin her an çalışmasını bozabilecek, öğrencinin motivasyonunu bozup ona uyumayı hatırlatacak eşyalar bulunmamalıdır. Televizyon, öğrencinin zamanını büyük ölçüde alan , bunu yaparken de pek fark ettirmeyen bir zaman hırsızıdır. Öğrenci, hiç televizyon seyretmemeli demiyoruz. Mümkünse öğrenci televizyon programlarında seçici olmalı, izlemesinin kendisine bir şeyler kazandıracağı programları seyretmeli, ama bu bir plan doğrultusunda yapılmalıdır. Seyredilecek programlar ders çalışmayı aksatmayacak şekilde programa yerleştirilmeli, bu süreler de aşılmamalıdır. Ders çalışılan odada televizyon seyredilmemelidir. Öğrenci o odaya girdiğinde sadece ders düşünmeli, zamanla o oda öğrencide ders çalışmaya bir uyarıcı olmalıdır.

  • Telefon ve internet kesinlikle ders çalışma ortamında olmamalıdır. Dikkati dağıtıcı en büyük unsurların başında telefon gelmektedir. Sosyal medya, mesajlaşma gibi uygulamalar, insan tüm vaktini yok eden , belirlediği amaçlara ulaşmasını engelleyen, dikkat dağıtıcı araçların başında gelmektedir. İnternet/bilgisayar üzerinde bir araştırma yapılacaksa bu kullanım sadece araştırma yapılacak konu ile sınırlı kalmalı ve araştırma yapıldıktan sonra internet/bilgisayar kullanımı sonlandırılmalıdır. Aksi takdirdeçalışma dışı internet kullanımı, vaktinizi heba edecek durumlara sizleri sürükleyebilir.

  • Çalışma odası duvarlarında sadece hedefi hatırlatıcı afiş veya resimler bulunabilir. Tutulan takımın, sevilen artistin, sanatçının, hayallerdeki bir yerin resmi duvarlarda olursa öğrenci çalışma anında bu resimleri gördüğünde konsantrasyonunu kaybedip hayallere dalabilir.
  • Çalışma odası tertipli ve düzenli olmalı, dikkati dağıtacak gereksizlikler olmamalıdır. Kütüphanede ders kitapları dışında gazete dergi, roman veya herhangi bir yayın olmamalıdır; çünkü bu tür materyaller ders çalışırken öğrencinin gözüne takılırsa onu motivasyonu bozabilir.
  • Ders çalışma odasında müzik çalar bir alet olmamalıdır. Müzik, ders çalışırken dinlenirse kişinin algılama yeteneğini zayıflatır. Bazı kişiler müzik eşliğinde ders çalışmayı sevmektedir. Bu şekilde başarılı olduğunu da iddia edebilirler lakin bu tür bir çalışma, müzik ve ders arasında, beynimizin iki farklı durumla baş etmesi sorunuyla karşılaşmasını doğuracağı için, bedenen ve zihnen daha fazla yorgunluk hissetmemize sebep olacaktır.
  • Oda sıcaklığı çalışmaya uygun olmalı sıcak ve soğuk olmamalıdır. Tavsiye edilen oda sıcaklığı 20-25 derece arasıdır. Bu aralıklar aşıldığında öğrenci sıcaktan gevşeyecek, öğrencinin uykusu gelecek; bu sıcaklıktan daha aşağısına düşüldüğünde ise öğrenci ders çalışmaya yoğunlaşamayacak hep kafasında soğukla mücadele olacaktır.
  • Çalışma odası, yeteri kadar ışık almalıdır. Işık öğrencinin karşısından ya da sol yanından gelecek şekilde bir oturma planı yapılmalıdır. Çok yoğun ışık veya yetersiz ışık ortamı ders ortamına olumsuzluk oluşturabilir.
  • Çalışma odasının rengi de çok önemlidir. Açık mavi ve açık yeşil renkler doğada çokça bulunan renkler olmakla birlikte gözü dinlendirici özelliktedir. Beyaz ise ışığı en fazla yansıtan renk olduğundan bilinenin aksine gözü yorar. Kırmızı ve tonları da gözü yorar. Öyleyse çalışma odasının rengi yeşil ve mavinin açık tenleri olabilir; ya da krem, fildişi gibi daha açık renklerle çalışma odası boyanabilir. Siyah ve daha koyu renkler insanı bunaltabilir. Çok renkli veya karışık renklendirme yapılmış ortamlar da insan dikkatini dağıtabilir.
  • Ders çalışma odası sadece ders çalışmak için kullanılmalıdır. Öğrenci o odaya girdiğinde doğal olarak ders çalışmaya aklına getirmeli, ders çalışmaya vücut kendisini uyarmalıdır.
Bütün bunların yanında, başarılı bir öğrenci her ortamda çalışmayı öğrenmelidir. Teneffüs arasında, kütüphanede, gürültülü ortamda, bahçede, parkta, durakta otobüs beklerken, otobüste yolculuk yaparken hep boş vaktini değerlendirmenin yollarını aramalıdır.

Dikkat eksikliği ve odaklanma problemleri

Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğunda, okula başlamadan önce sendromun belirtileri fark edilmez. Bir çocuğun, dürtüsel davranışları, dikkatini toplayamaması ya da hiperaktif davranışları sınıfta huzuru bozduğu ve öğrenmeyi engellediği için dikkat çeker.. Doğal olarak öğretmenlerden teşhis koymaları beklenemez ancak öğretmen çocuğun bir uzman tarafından test edilmesini önerebilir. Özel öğretme yöntemleri ise teşhisin konulmasından önce bile yararlı olacaktır. Bir uzmana gösterilmesi tavsiye edilen çocukların, sınıfta ders dinlemekte zorlanıyor ya da sinıfta neler olup bittiğinin farkında değilmişçesine davranışlar sergiliyor olması gerekir. Bu çocuklar neyin önemli olduğuna karar veremez ve dikkatlerini yönlendiremezler. Diğer çocuklar bazı konulardan bir müddet sonra sıkılıp dikkatlerini toplayamazken, Dikkat Eksikliği olan çocuklar sürekli olarak dikkatlerini toplayamazlar. Bir işi bitirmeden bir başka işe başlar, harketlerinin doğuracağı sonuçları önceden düşünemezler. Özetle Dikkat Eksikliği olan bir çocuk, yaşına göre değil daha küçük yaşta bir çocuğun davranacağı gibi davranır.


Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğu hiperaktif davranışlar sergiler; yerinde oturamaz ve sürekli hareket halindedir. Sıralarını bekleyemez ve söz almadan konuşmaya başlarlar. Bu hareketler değişik ortamlarda ve değişik konularda aynı sürekliliği gösterir ve çocuğun öğrenmesini ciddi boyutlarda engeller. Eğer öğrencinizde Dikkat Eksikliği Sendromu ya da başka bir öğrenme sorunu gözlemlerseniz, öğrencinizin davranışlarını -tamamlayamadığı ödevleri, yerinden ne sıklıkla kalktığı gibi...- kağıda dökmenizde büyük yarar vardır. Öğrencinizin sorunları tartışmak üzere anne babası ile görüşmeli ve fikir alışverişinde bulunmalısınız. Çocuğun davranışlarını etkileyen başka etmenler varsa bunları en iyi öğrenebileceğiniz kaynak anne babadır. Çocuklardaki dikkat eksikliği zamanında giderilebilecek başarıyı etkileyen bir problem olup, anne ve babalar tarafından zamanında teşhis edilmesi önemlidir. Problem kaynağının ne olduğunu tam olarak belirlediğinizde tedavisi de daha kolay olacaktır. Bu nedenle zamanında, öğrenciyi sıkıştırmadan dikkatini toplayacak etkinlik çalışmaları ile bu sorunun üstesinden kolayca gelebilirsiniz. 

Dikkat eksikliğini gidermek için bir kaç öneriyi sizinle paylaşalım.
  • Çocuğunuzun bol bol kitap okumasını ve okduklarını anlatmasını isteyiniz.
  • Bir kitap okuduktan sonra kitap içerisinden ayrıntılı bilgiler içeren sorular sorunuz.
  • Beraber film izlerken bir ayrıntıya dikkat edip etmediğini sorunuz.
  • Çocuğunuzun satranç, dama gibi oyunları oynamasına teşvik ediniz.
  • Çocuğunuza okula gidip gelirken yaşadıklarını ve gördüklerini sorunuz, bunları size ayrıntısıyla anlatmasını isteyiniz.
  • Sayı sayma egzersizleri yapınız. Bunun için ileriye ve geriye doğru ritmik saymalar yapınız.
  • Gözlerini bir resime odaklayıp o resimin bir benzerini çizdirmeye çalışınız.
  • İki resim arasında fark bulma bulmacalarını çözmeye çalışınız.
  • Sayı bulmacaları sudoku gibi bulmacaları çözdürünüz.
  • Sakin bir şekilde 15-20 dk masa başında birşeylerle ilgilenmesini teşvik ediniz.
Unutmayın! dikkat eksikliği çok aşırı derecede büyütülecek bir sorun olmamasına rağmen, başarıyı önemli oranda etkileyen bir problem olarak görülmeli ve bazı etkinlik çalışmaları ile dikkat eksikliği probleminin üstesinden gelinerek çözüm yolları aranmalıdır.

Dikkat eksikliği ile ilgili olarak aşağıda yazı yı da paylaşmak yerinde olacaktır. 
Öğrencilerimizin en fazla şikayetçi oldukları konulardan biri da ders çalışmaya ”yoğunlaşamamak”tır. Konsantre olmadan çalışma başında harcanan saatler, öğrenme adına kişiye pek bir fayda getirmezken; kişinin kendini vererek yaptığı bir saatlik çalışma, çok verimli olur. Konsantrasyon verimli çalışmanın anahtarıdır. Konsantre olmadan çalışma başında harcanan saatler, öğrenme adına kişiye pek bir fayda getirmezken; kişinin kendini vererek yaptığı bir saatlik çalışma, önemli bir konunun anlaşılmasını sağlayabilir. Peki verimli bir çalışmanın gerekli ön şartlarından olan konsantrasyonu sağlamak için neler yapılabilir?

Uzmanlar, çalışmaya yoğunlaşmak amacıyla kişinin iradesine yardımcı olmak için alınabilecek tedbirler arasında şunları saymaktalar:
  • Çok istenen ve gerçekleştirilebilir bir hedef belirlemek,
  • Hedefe yönelik uygulanabilir ve gerçekçi bir plân yapmak,
  • Çalışmayı hatırlatacak ortamlarda bulunmak,
  • Zihnin açık olduğu saatleri değerlendirmek,
  • Çalışkan arkadaşlarla grup çalışması yapmak,
  • Yapılan işi sevmeye çalışmak,
  • Çalışmayı engelleyici endişelerin üzerine gidip onları yenmek,
  • Uykuyu hatırlatacak ortamlardan uzak durmak,
  • Ders çalışırken televizyon, bilgisayar, telefon ve müzik setinden uzak durmak,
  • Sadece bir iş yapmak, aynı anda bir çok işi bir arada yapmaktan kaçınmak,
  • Düzenli ortamlarda, gerekli araç-gereci temin ettikten sonra çalışmak,
  • Ara vererek ders çalışmak,
  • Aynı türden dersleri peş peşine çalışmaktan kaçınmak,
  • Derslerin arasında farklı etkinlikler yaparak zihni derse hazırlamak,
  • Doğal sayılabilecek gürültülerden etkilenmemeye alışmak,
  • Ulaşılması hayal edilen hedefi hatırdan çıkarmamak... 

Çalışmanın başındaki eşik enerji harcanınca kişi, ders çalışmaya yoğunlaşacak ve yaptığı çalışmalardan zevk alır hale gelecektir. Zevk alınarak yapılan çalışmalar verimli olur. Bu sonuca ulaşmak doğaldır ki birden olmaz ve az çok bir gayret gerektirir. Yeter ki belirlenen hedefe ulaşmak konusunda azimli ve istekli olunsun...
Adil MAVİŞ

Sınav kaygısını Yenebilmek

Sınav kaygısı, öğrencinin sınav anında potansiyeli tam olarak kullanamamasıdır. Öğrenciler sınav anında olumsuz iç konuşmalarla kendilerini etkiler ve düşünülen bu olumsuz konuların doğruluğuna inanırlar. Bunun sonucu öğrenci çalışmasının karşılığını alamamaktadır.Kaygı, insan davranışını yönlendiren motive eden bir özelliğe sahiptir. Ancak aşırı düzeyde yaşanması bizi engellemektedir. Kaygı ile baş etme derken, sınav durumlarında aşırı bir rahatlık ve gevşeme kesinlikle kast edilmemektedir. Sınavlar sonrasında bir konu ile bilgilerimizin değerlendirilmesi söz konusudur. Sınavlar öğrencinin kişiliğini yada genel anlamda başarılı yada başarısız olduğunu değerlendirmez. Sınavda göstereceğiniz performansa göre kendiniz için saptamış olduğunuz amaçlara ya hemen ulaşmanız yada bir başka sefere ertelemeniz söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında performansınızı elinizden geldiğince az hata ile tamamlamak istemekte bunun içinde belli bir düzeyde kaygı yaşamak son derece doğaldır. Önemli olan kaygı düzeyinin sizin performansınızı olumsuz yönde etkileyecek yerlere gelmemesidir.

Herhangi bir duygunun oluşmasında, üç ana boyut vardır; Bunlardan ilki, dış çevremizde oluşan olaylardır.Örneğin, birinden hediye aldığımızda mutlu oluruz, Yakınlarımızı kaybettiğimizde üzülürüz, karanlıkta biri karşımıza çıkarsa korkarız, sınavlar sırasında heyecanlanırız.İkinci boyut, fizyolojik tepkilerimizdir. Örneğin, kalp atışlarında artış, midemizin sıkışması gibi.Son boyut ise dış olaylarla ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız olaylara yüklediğimiz anlamlar, özetle kafamızın içinde yaptığımız monologlar yada iç konuşmalardır.Sınav heyecanında kendiliğinden ortaya çıkan bizim elimizde olamayan bir şey değildir. Kendimizi heyecanlı hissetmemize yol açan bizim kendi düşüncelerimizdir. Düşüncelerimizin kaynağı da bizdedir.

Matematik korkusundan nasıl kurtulabilirsiniz?

Değişen ve hızla gelişen dünyamızda, genellikle öğrencilere sevilmeyen bir disiplin olarak görülen Matematiğin önemi ve yeri giderek artmaktadır.Matematiğin sözlük anlamı; "biçim, sayı ve çoklukların yapılarını, özelliklerini ve aralarındaki ilişkilerini us bilim yoluyla inceleyen ve sayı bilgisi, cebir, uzay bilim gibi dallara ayrılan bilim" olarak tanımlanmaktadır. Matematiğin ne olduğunu açıklamak, onun özelliklerini ve öğelerini belirtmekle mümkündür. Matematiğin öğeleri ise, sezgi, mantık, çözümleme, genellik, yapı kurma, bireysellik ve estetikten oluşur. Bu özellik ve öğelere dayalı olarak şunu belirtebiliriz. Matematik, yeni bilgilerin elde edilmesi, elde edilen bilgilerin açıklanması, denetlenmesi ve sonraki kuşaklara aktarılmasında yer ve zamana bağlı olmayan güvenilir bir araçtır.


Bir Düşünce biçimi ve evrensel bir dil olan matematik günümüzün gelişen dünyasında birey, toplum, teknoloji ve bilim için vazgeçilmez bir alandır. Günlük yaşamda, meslek ve işte gerekli olan çözümleyebilme, iletişim kurabilme, genelleştirme yapabilme, üretken ve bağımsız düşünebilme gibi üst düzey davranışları geliştiren bir alan olarak matematiğin öğrenilmesi kaçınılmazdır.Günümüz toplumunun, sorunların üstesinden gelebilecek, problem çözebilecek bireylere gereksinmesi vardır. Matematik öğretiminin her aşamasında matematik öğretiminin amaçları ve öğretimde kullanılacak genel ilkeler göz önünde bulundurulmalıdır. matematik her biri üzerine kurularak gelişen bir alan olduğundan, ön öğrenmelerin önemi büyüktür. Ayrıca, matematik öğretiminde duyuşsal özellikler dikkate alınmalı ve öğrencilerin matematiğe ve matematik dersine karşı olumlu tutumlar geliştirmelerine yardımcı olunmalıdır. Planlı öğretimin tüm ilkelerine matematik öğretiminde de uyulmalıdır.

Matematiğin kendi değeri yanında, kimya, fizik ve dolayısıyla mühendislik ve askerlik gibi pratik alanlara ve bilhassa son zamanlarda ekonomi, biyoloji ve hatta sosyal bilimlere yardımı hızla arttığından, bu bilim her millet için hayati bir önem kazanmıştırÖncelikle matematiksel geçmişinizi tespit edin İşlem kabiliyetiniz yetersiz ise matematiğin temel konularını çalışmakla işe başlayabilirsiniz. İşlem kabiliyeti, matematiğin ABC’si gibidir. Nasıl ki harfleri bilmeden okuma-yazma öğrenemezseniz; işlem yapmayı bilmeden matematiğin diğer konularını öğrenmeniz mümkün değildir. Eğer işlem kabiliyetiniz düşük ise ders çalışmaya dört işlem, rasyonel sayılar ve işlemler, köklü ve üslü ifadeler, çarpanlara ayırma, özdeşikler konularıyla başlayabilirsiniz. İlköğretim öğrencileri özellikle dört işlem kabiliyetini (toplama, çıkarma, bölme, çarpma) çok iyi edinmiş olmalıdır. 

İşlem kabiliyetiniz iyi, fakat konuları anlamakta güçlük çekiyorsanız; ders çalışırken konuları kavramaya daha fazla vakit ayırmalısınız. Özellikle matematiğin en güç alanı çeşitli problem tiplerini birbirinden ayırt edebilmektir. Yani hangi problem nasıl çözülür? Bu ayırımı yapabilme seviyesine gelene kadar konu çalışmasına devam edin. Birçok matematik kitabının sonunda konu tekrar problemleri vardır. Her konunun sonundan bir problem seçerek, bu problemler arasındaki farklılıkları not edin. Her problemin çözümü için yapmanız gereken, ilk basamağı yazın. Mesela; OBEB ile OKEK problemleri arasındaki fark nedir? Yaş problemleri ile işçi problemlerini nasıl ayırt ederim ve her biri için işleme nasıl başlarım gibi. Güçlük çektiğiniz konuları asla atlamayın. Onları iyice öğrenmeden yeni konuya geçmeyin. Örnek problemleri işlem basamaklarını iyice kavrayana kadar tekrar tekrar çözün. Bunun vakit alacağını da aklınızdan çıkarmayın. 

İşlem kabiliyetiniz iyi, konuları anlıyor fakat çok hata yapıyorsanız; konu çalışmasından çok pratik yapmaya zaman ayırmalısınız. Bir konuda kendinizden emin olana kadar çok örnek çözün. Problem çözerken yanınızda bir saat bulundurun ve bir müddet sonra gittikçe kısalan sürelerde problemi çözüp çözemediğinizi kontrol edin. Konuları küçük parçalara ayırın ve basit örneklerden zor örneklere doğru ilerleyin Matematik dersinde elde edeceğiniz başarılar, geçmiş olumsuz deneyimlerinizin izini silecek, gelecek öğrenmeleriniz için yol açacaktır. Bunun için eksiklerinizi bir an önce telafi etmeye başlayın. Basit konuları çok iyi anlayana ve problem çözümünde yeterince otomatikleşinceye kadar soru çözmeye devam edin.

Olumsuz iç konuşmalara son verin. ‘Bunu asla anlayamam, bu problemi çözmem imkansız, başaramayacağım’ gibi içinizde sürekli tekrarlanan iç konuşmalarınıza kulak vermeyin. Olumsuz iç konuşmaların insana hiçbir faydası yoktur. Bu konuşmalardan kurtulmak için şu yöntemi kullanabilirsiniz: Olumsuz iç konuşmalarınız başladığı zaman gözlerinizi kapatın ve konuşan sesi bir hoparlör gibi düşünün. Şimdi bu sesi (hoparlörü) öne çağırın gelsin. Ne diyor? Bu sese ihtiyacınız var mı? Size bir faydası var mı? Eğer cevabınız olumsuz ise o hoparlörün sesini kısın, artık hiçbir şey söyleyemesin. Ya da o sesi kaale almadığınız biri karşınızda konuşuyormuş gibi düşünün. 
http://blog.milliyet.com.tr/kim-korkar-matematikten-/Blog/?BlogNo=202799

Matematik dersine nasıl çalışılır?
1- İhtiyaç duyduğunuzda öğretmeninizden ya da bilen bir kişiden yardım isteyin. Yapamadığınız soruların yanına bir işaret koyun. Ev ödevlerinde yapamadığınız soruları atlamayın. En kısa zamanda bu soruların çözümlerini bilen birinden öğrenin.
2- Sadece öğretmeni izleyerek konuyu anlayamayacağınızı unutmayın. Mümkün olduğunca kendiniz çok fazla örnek çözün.
3- Kuralları, formülleri, işlem basamaklarını küçük kartlara yazın. Bu kartlardan birini rastgele çekerek kural veya formül hakkında neler bildiğinizi kontrol edin. Bunu arkadaşlarınızla ya da aile fertlerinizle bir oyun haline getirebilirsiniz
4- Bir arkadaşınızla birlikte çalışın. Araştırmalar, grupla çalışan kişilerin yalnız çalışanlara göre daha iyi performans gösterdiklerini ispatlamıştır. Zaman zaman birbirinizin işlemlerini kontrol edin.
5- Konunun başlığını muhakkak yazın. Eve geldiğiniz zaman ödev yapmaya başlamadan önce defterinizdeki başlığı renkli bir kalemle çizin. Bu sizin ne yaptığınızı görmenize yardımcı olacaktır.
6- İşlem yaparken her basamağın yanına ne yaptığınızı kendi kelimelerinizle tekrar not edin.

Matematikte nasıl başarılı olunur?
Her şeyden önce şunu unutmayalım ki matematik, sanıldığı gibi zor bir ders değildir. Çeşitli nedenlerle bu derse karşı soğuyan öğrencilerimiz, peşin bir hükümle kendi kendilerine engel olmaktadırlar. Öğrenmenin ilk aşaması olarak ön yargılardan kurtulmak gerekir. Başaracağınıza inanmadığınız bir şeyi başaramazsınız. Bunun tersi olarak da başaracağınıza inandığınız bir şeyi de mutlaka başarırsınız. Yani olumlu düşünün. Matematik gerçekten zor bir ders olsa bile – ki gerçekte kolay bir derstir - başarabileceğinize kendinizi inandırırsanız bu işi halledersiniz. Öğrenmenin ikinci aşaması kişinin bilmediğini fark etmesidir. Bunun için de öncelikle matematikte durumunuzun ne olduğunu belirlemelisiniz. Şimdi bazı ölçüler verebiliriz:

"Okulda matematikte çok başarılıyım, fakat testlerde başarısız oluyorum." diyorsanız öncelikle sınav sisteminin okuldan çok farklı olduğunu bilmelisiniz. Okulda işlenen konular sınavlardaki soruların temelini oluşturmaktadır. Şayet sizler sadece okul dersleriyle yetinir başka bir çalışma yapmazsanız sınavlarda başarılı olma ihtimaliniz çok düşüktür. Çünkü, okulda öğrenilen konularla test sorularını kısa bir sürede çözmek çok zordur. Peki ne yapılabilir? Okulda konular çok iyi öğrenilmeli, Dershaneye gidiyorsanız konuları çok iyi takip etmeli, gitmiyorsanız evde ilköğretim 6. sınıftan itibaren olan bütün konuları sırayla çalışılmalısınız. Çünkü sınavlarda ilköğretim 6., 7. ve 8. sınıfın konularından soru gelmektedir.

Test tekniğini öğrenmek için bol bol test sorusu çözün. Belli aralıklarla deneme sınavı çözün ve başka öğrencilerin de girdiği deneme sınavlarına girin ve durumunuzu değerlendirin. "İşlem kabiliyetim az ve konuları anlayamıyorum."diyenlere ilk tavsiyemiz, ilk konudan itibaren kolay, zor demeden bütün konuları sırasıyla çalışmalarıdır. Nasıl ki alfabenin harflerini bilmeyen kişi okuyamaz, yazamaz; matematiğin temel kurallarını bilmeyen öğrenci de matematik konularını anlayamaz, anlayamadığı için de soruları çözemez. Öyleyse anlamadığınız bir kareköklü sayılar konusunun problemi o konudan kaynaklanmayabilir. Belki de daha önce öğrenmeniz gereken, fakat tam anlamıyla öğrenemediğiniz bir konudan (üslü sayılar gibi) kaynaklanabilir. Bu durumda konular birbirinin devamı olduğundan ve birbirini tamamladığından mutlaka her konu iyice anlaşıldıktan sonra bir diğer konuya geçilmelidir. Şu unutulmamalıdır ki temeli sağlam olmayan bina en küçük etkilerde bile yıkılabilir.


"İşlem kabiliyetim iyi; fakat konulara yabancıyım." diyen öğrencilerimize ilk tavsiyemiz bilgi eksiği olan konuları tam olarak öğrenmeleridir. İşlem kabiliyetinizin iyi olması, matematik konularını öğrenebileceğinizi gösterir. Vakit geçirmeden yapacağınız çalışma, hiç bilmediğiniz konuları çalışmak yerine, bilgi eksikliğiniz olan konuları tam anlamıyla çalışıp öğrenmenizdir.

"Konuları anlıyorum; fakat işlem kabiliyetim az ." şeklinde durumunu tarif eden öğrencilerimize ilk tavsiyemiz bol bol soru çözmeleridir. Konuları anlayabilmeniz, alt yapınızın o konuyu öğrenmeye yeterli olduğunu gösterir. İşlem kabiliyetinin az oluşu yeterli düzeyde soru çözmemenizden kaynaklanmaktadır. İşlem kabiliyetinizi geliştirmenizin en güzel yolu da bol bol soru çözmektir. Bu sayede hem konuları pekiştirmiş hem de işlem hızı kazanmış olursunuz. Burada dikkat edilecek husus, yapılamayan sorular karşısında karamsarlığa düşüp de soru çözmeyi bırakmamaktır. Yapılacak iş, takıldığınız yerde bir bilene sormak olmalıdır.

Neden matematik öğreniyoruz? 
Konuştuğunuz herkesin matematikle ilgili söyleyecek bir şeyleri vardır. Bazı insanlar matematiği sever, kimileri ise pek hoşlanmaz. Bazı öğrencilere göre matematik birçok kural ve formülden oluşan bir derstir. Kimine göre ise, matematik hayatın içindedir. Alışverişte bir şey satın alacağımız zaman, yemek yaparken kullanacağımız malzemenin ölçüsünü ayarlarken, ya da bir bina inşa ederken, yani sık sık kullandığımız bir şeydir. Öyleyse matematik sadece sayılardan ibaret bir ders midir? Elbette sayıların önemi tartışılmaz; fakat matematik aynı zamanda, ilişkileri görmeyi, sebeb-sonuç ilişkisini kurabilmeyi, okuma ve yazmayı, tabloları, resimleri, grafikleri yorumlayıp kullanabilmeyi içerir. Bulmaca çözmek, gazete okumak gibi gündelik faaliyetlerimiz aynı zamanda bizim için birer matematik alıştırmasıdır. 

Matematik sınavında heyecanlanıyorum Ders zamanı ayaklarım geri geri gidiyor. Tahtaya kalkmak benim için bir kâbus Konular daha zorlaşacak mı? Matematik kaygısı! “Matematik dersine gireceğim zaman ayaklarım geri geri gidiyor. Derste tahtaya kalkmak benim için bir kabus. Derste soru sormaya çekiniyorum. Şimdi bazı işlemleri anlayabiliyorum ama ileride konuların daha zorlaşacağından endişeleniyorum. En fazla matematik sınavına gireceğim zaman heyecanlanıyorum. Sınava nasıl hazırlanacağımı bilmiyorum. Derste konuları anlıyorum; ama eve geldiğimde, sanki hiç sınıfta bulunmamışım gibiyim. Matematik dersinden kalmaktan korkuyorum.” Yukarıdaki ifadeler sizden bir şeyler barındırıyorsa, matematik kaygısı taşıyor olabilirsiniz. Matematik kaygısı, matematik dersine karşı duyulan duygusal bir tepkidir. Geçmişte yaşanmış olumsuz ve deneyimlerden kaynaklanır. Bu, ileriki öğrenmeleri de engeller. (Der Spiegel, 50/2004 / Bilimteknik)


Aşağıdaki köşe yazısının da matematik öğrenme güçlüğü ve matematik kaygıları üzerine fikir vermesi bakımından incelemesi ve Dünya ülkeleri ile Türkiye'deki matematik öğrenme çabalarının kıyaslanması hakkında bilgi vermesi açısından okunması yararlı olacaktır.

Matematik, endüstrileşmiş toplumun hemen hemen her ürününde var. Hiçbir gökdelen, hiçbir cep telefonu veya antibiyotik matematik olmadan geliştirilemezdi. Gündelik yaşamda ne kadar çok matematik bilgisi varsa bunları kullanmak için o kadar az matematik bilgisi gerekiyor. Avrupa genelinde yüz binlerce öğrenci OECD adına uluslararası bir uzman ekibi tarafından hazırlanan “Programme for International Student Assessment”ın soru formlarını doldurdu. Araştırma daha çok öğrencilerin matematik kabiliyetini ölçmeye dayanıyordu. Türkiye 40 ülke arasında matematikte 33. sırada, okumada 33. sıra ve tabiat bilimlerinde 35. sırada kaldı. Matematik soruları, ezbere dayanmayan problemlerden oluşuyordu. Öğrencilerden formüllerle uğraşmak yerine matematiğin dünyada oynadığı rolünü kavrayarak, mantıklı bir şekilde uygulamaları istendi. Gündelik yaşamdaki soruların matematik diline çevrilmesi eğitimciler tarafından dilimize aşağı yukarı ‘matematik okuryazarlığı’ olarak çevrilebilecek, “Matematical Literacy” olarak adlandırılmakta. Başarılı Pisa öğrencileri her test sorusu için uygun formülü aramak zorunda olmasalar da, soruyu çok iyi anlamak zorundadırlar. 

Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran bir özellik, okul türleri arasındaki farklılıkların en büyük olduğu ülke olmasıdır. Japonyanın özellikle de matematikte hep üst sıralarda yer alması, durmadan çalışmayı gerektiren acımasız bir sisteme bağlanıyordu. Tokyo’daki Suginami İlköğretim Okulu’nda yapılan bir ziyaret ilk başta bu önyargıyı kanıtlıyor gibi. Matematik dersi matematik sorularının sınıfça toplu halde çözülmesiyle başlıyor. Bir öğrenci, örneğin 36 x 8 eşittir 288 dediğinde, dördüncü sınıfın geriye kalan tüm öğrencileri “doğru” diye yanıt veriyorlar. Öğretmen Yasuho Arita sırayla herkesi kaldırıyor ve en sonunda tüm öğrenciler aynı soruları kendi kendilerine çözüyorlar ve Arita öğrencilerin başında kronometreyle bekliyor. Hesap alıştırmaları bittikten sonra Arita’nın “ilginç matematik” dediği başlıyor. Öğretmen tahtaya köşeli bir insan çiziyor. Öğrenciler bu figürü yap boz parçalarına benzeyen Tangram taşlarıyla biçimlendiriyorlar. Ve birdenbire Japonya’daki matematik dersinin sanıldığı gibi sadece katı kurallarla işlemediği ortaya çıkıyor.


Arita, gayet cazip yöntemlerle öğrencileri matematiğe özendirmekte. Ona göre tek başına mekanik alıştırma, zorlu matematik problemlerini çözme hevesini söndürmekten başka hiçbir işe yaramaz. ‘Burada kişisel çaba gerekli.’ diyor Arita... Japon okullarındaki diğer önemli bir konu da problemlerin herkes tarafından tamamen anlaşılana dek sınıfça o problem üzerinde çalışılması. Anlaşıldığı üzere Japon öğrenciler toplu halde alıştırma yapma ve “ilginç matematik”le biçimlenen matematik dersinin yararlarını görüyorlar. Oysa ülkemizde diğer derslerde olduğu gibi matematik de büyük ölçüde formüllerin ezberlenmesine dayanır. “Müzik eğitimi alan bir öğrenciye yıllarca nota ezberletmeye benzeyen bu sistem, sanata, nefret duymaktan başka bir şey vermez.” diyor Enzensberger. Matematik korkutan bir ders olmamalı. Öğrencilerin sayılarla ilgili bilmece dünyasına olan meraklarını uyandırmak mümkün. Ve bu, sayılarla çevrili bir dünyada pek de şaşırtıcı olmasa gerek.
Çiğdem ALPARSLAN

Öğretmenler nasıl olmalıdır?

1- Öğretmenler; tartışmasız vatansever ve milliyetperver olmalıdır. Milletini seven ve milli değerlere candan bağlı olan öğretmenlerin inandırıcı gücü daha fazla olur. Türklerin kahramanlığı, fedakarlığı, vatan ve millet severliliği, yüksek karakter vasıfları öğretmenler tarafından çocuklara ve topluma sırası geldikçe anlatılmalıdır.

2- Öğretmenler; üstün karakterli ve temiz insanlar olmalıdır. Çocuklar öğretmenlerini dikkatle takip ederler ve onu kendilerine örnek olarak alırlar. Özü-sözü bir olmayan öğretmen, çocuklar üzerinde kötü tesirler bırakırlar. Bunun için öğretmenler çocuklara iyi örnek olmaya çalışmalıdırlar. Sigaranın zararlarından bahseden öğretmen teneffüste öğrencilerinin arasında sigara içerse inandırıcılığı kalmaz. Öğrenciler o öğretmene artık inanmazlar. Öyleyse öğretmen öğrencilerine anlattıklarına önce kendi inanmalıdır.

3- Öğretmenlerin vazife ve mesuliyet duyguları kuvvetli olmalıdır. Derslere geç giren ve teneffüs zili çalar çalmaz ağzındaki cümleyi bitirmeden dışarı çıkan öğretmen kötü bir örnek olur. Derslerde dalga geçmek, zamanı doldurmak bir öğretmene yakışmayan davranışlardır. Çünkü bu çocuklar bizim yani hepimizin. Bu çocuk senin de olabilir, benim de olabilir. Milletimize ve çocuklarımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz.

4- Öğretmen, hoşgörülü mütevazı her davranışıyla topluma örnek olmalıdır. Öğretmen sadece okulda değil, okul dışında da öğretmendir. Öğretmen toplum içinde de bildikleri doğruları anlatmalıdır. Okulda veya toplum içinde kendini beğenen, başkalarını aşağılayan davranışlar kesinlikle öğretmene yakışmaz. Öğretmen, etrafındakilere hiçbir zaman yukarıdan bakmamalıdır.
5- Öğretmen sabırlı ve soğukkanlı olmalıdır. Çocukların ve gençlerin hata yapmaları tabidir. Çocuklarımızın bu hatalarına sinirlenerek yorganı yakmamak gerekir. Çocukları ikna edemeyen öğretmen çok çabuk sinirleniyorsa zayıf iradeli kişiler daha çok yanlış yaparlar. Buna mukabil zor zamanlarda sinirlerine hakim olan öğretmenler çocuklar üzerinde daha etkili olurlar.

6- Öğretmenler bütün öğrencilerine aynı mesafede olmalıdır. O fakir, bu zengin, onun babası kaymakam, vali diyerek çocuklar arasında hiçbir ayrıma gitmemelidir. Çünkü öğretmenin görevi şahıslara hizmet değil, kendine teslim edilen bütün çocuklara aynı duygu ve düşüncelerle yaklaşmak, onları yetiştirmektir.

7- Öğretmen, öğrencilerini her zaman izlemeli, onlara sorumluluk duygusunu aşılamalıdır. Verilen bir işi bir ödevi yayıp yapmadıklarını takip etmelidirler. Öğrenciler sorumsuzluğa, kayıtsızlığa aman sendeciliğe alıştırılmamalı, mutlaka verilen görevler yerine getirilmelidir, yoksa nemelazımcılık hastalığı çocuklarımızı sorumsuzluğa sürükler.

8- Öğretmenler, kılık kıyafet bakımından manasız süslenmelerden çekinmeli tabii olmalılar. Süs merakının sonu insanı taklitçiliğe ve soysuzluğa götürür. Hayatı, güzel olmak, güzel giyinmek boyanmak, süslenmek zannedenler, ruhi, ahlaki ve insani değerleri çabuk unuturlar. Tabi ki öğretmen kılığına kıyafetine dikkat ederek, topluma örnek olacaktır. Kendine inanmayan, kendine saygı duymayan insanlar, başkalarına inanmazlar ve saygı duymazlar. Her şeyin aşırısı insanlarda rahatsızlık meydana getirir. Önce kendisine inanan, güvenen, milletini, vatanını bayrağını seven öğretmenler, topluma kendini adayan örnek insanlardır.
Osman TOPAL

İyi Öğretmenin Niteliklerinden bazıları
Bir öğretmenin, sınıfı tarafından beğenilmesini sağlayan kişilik çizgilerini belirlemek üzere yapılan araştırmaya göre, öğrencilerce en çok vurgulanan nitelik şöyledir:
1-İşbirliğine dayanan demokratik tavır.
2-Her çocuk için sevecen ve saygılı olma.
3-Sabır
4-Geniş bilgi.
5-Hareket ve görünüşün boşa gitmesi.
6-Doğruluk ve taraf tutmamak.
7-Esprili olmak.
8-Tam itidal ve metanet
9-Öğrencilerin sorunlarına ilgi duymak.
10-Esneklik
11-Cesaretlendirme ve takdir etmede iyi niyet.
12-Özel bir konuyu öğretmede olağanüstü başarı.

Yukarıdaki saydığımız özelliklere dayanarak ideal öğretmen şöyle tanımlanabilir. “İdeal öğretmen hem öğrettiği bilgilerde, hem diğer konularda ve dünya hakkında tam bir bilgiye sahip, iyiliksever, sağlıklı, gençlere gerçek , yakın ve yürekten ilgi duyan insandır. 

“iyi öğretmen” özelliklerine dair sorular sorulara öğrencilerin verdiği cevapların sonuçları şöyledir:
1-Öğretmenin sınıfta her öğrenciye eşit davranması bazı öğretmenlerin çeşitli özellikleriyle bazı öğrencileri çok beğendiklerini, bazılarını da hiç sevmediklerini belli etmemeleri.

2-Öğrenci dersini çalışmadığı ve sözlü sınavlarda başarısız olduğu zaman öğretmenin sert eleştiriler yapmaması hakaret edici sözler söylememesi.

3-Sınıfta öğretmenin çok otoriter davranarak rahatsız edici bir sükunet istememesi normal hareket ve konuşma serbestliğini tanıması.

4-Kendi sorunları ve sıkıntıları olduğu zaman sınıfa haşin davranmaması.

5-Dersleri soyut olmaktan çıkarıp güncel örnekler vermesi, çevre kaynaklarından ve örneklerinden yararlanarak daha cazip hale getirmesi.

6-Derste bir davranışını beğenmediği öğrenciyi sınıf önünde küçültmeden hesap sormadan yalnız olarak karşısına alıp onu tanımaya davranışının nedenlerini anlamaya çalışması.

7-Sınıfta keyifsiz veya huzursuz olan öğrencileri fark ederek onları psikolojik dünyalarıyla da tanımaya çalışması.

8-Sınıfta bazı öğretmenlerin disiplin kuruluna gönderecekleri olayları öğretmenin kendi olanaklarıyla aydınlatmaya çalışarak öğrencileri maddi cezalardan koruması ve istenilmeyen davranışlarını düzeltmelerine yardımcı olması.

9-Sınıfta şakacı mizahıyla esprili bir hava oluşturması, dersin içine ilginç örnekler ekleyerek öğrencilerin dikkatlerinin dağılmasını önlemesi.

Öğrencilere göre “iyi öğretmen” özellikleri şu başlıklar altında toplanabilir.:
1) Konu alanını çok iyi bilir ve bildiklerini öğrenciye etkili bir biçimde aktarır.
2) Öğrenciyi anlar, onun ihtiyaç ve beklentilerine uygun eğitim ortamları düzenler;
3) Öğrenciyi çalışmaya karşı güdüler.
4) Öğrencilerin birbirinden farklı olduğunu kabul ederek her öğrenci ile ayrı ayrı ilgilenir.
5) Öğrenciye rehberlik yapar, öğrencilerin sorunlarını fark eder
6) Öğrencisini ve dersi öğretmeyi sever.
7) Öğrencilerin derse olan ilgisini çeşitli tekniklerle arttırır.
8) Bütün öğrencilerin dersi dikkatli dinlemelerini sağlar.
9) Öğrencilerin verdiği ödevleri yapmalarını sağlar.
10) Öğrencilerin sınıftaki farklı seviyelerine göre ders anlatır.
11) Öğrencilerin sınıftaki disiplinsiz davranışlarına asla izin vermez.
12) Derslerine yeterli hazırlık yaparak girer.
13) Sınıftaki öğrenciler üzerinde olumlu bir izlenim bırakır.
14) Sınıfa çok iyi hakim olur.
15) Öğrencilerin gelişim ve ergenlik gibi çeşitli sorunlarıyla başedebilmeleri için rehberlik eder.
16) Öğrencilerle sağlıklı iletişim kurar.
17) Sınıfta uyulması gereken kurallara, öğrencilerin uymasını sağlar.
18) Öğrencileri her konuda “etkin olarak” dinler.
19) Öğrencilere derste soru sorma imkanı verir.
20) Öğrencilerin aileleri ile her zaman görüşür, onların fikirlerini alır.
| | Devamı... 0 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!