Net Fikir » gündem
Modern Zihinsel Çöküşün Anatomisi
Günümüzde teknoloji ve internet araçları; özellikle sosyal medya, iletişim, bilgiye erişim ve eğlence amaçlı olarak yaygın biçimde kullanılmaktadır. Hal böyle olunca bu yoğun teknoloji kullanımı fiziksel, zihinsel sağlık ve insan psikolojisi üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır. Yapılan araştırmalarda, yoğun teknoloji kullanımı ve sosyal medya bağımlılığının kaygı, stres ve depresyon riskini arttırdığı, uyku kalitesini düşürdüğü, odaklanma ve dikkat süresini kısalttığı belirlenmiştir. Sosyal medya platformlarında hızlı akan kısa video içeriklerinin yalnızca zaman kaybına yol açmakla kalmayıp, bireylerin bilişsel yeteneklerini de olumsuz etkilediği araştırmalarda ortaya konulmuştur. Bu içeriklerin sürekli ve hızlı tüketiminin, beynin ödül mekanizmasında kimyasal değişimlere neden olarak dikkati sürdürme, odaklanma ve irade gücünü zayıflattığı çeşitli araştırmalarda vurgulanmıştır.[1] Literatürde bu durum "dijital bağımlılık" olarak adlandırılsa da daha geniş bir perspektiften bakıldığında bunu “gönüllü bilişsel kölelik/tıkanıklık” şeklinde tanımlamak daha doğru bir yaklaşımdır. Çünkü bireyler bu özellikleri bilerek ve isteyerek tercih etmekte ve iradelerini bu yönde kullanmaktadır. İnsanlar, kendi özgür iradelerini kullanarak teknolojiye köle olmaya ve bağımlı kişiliklere dönüşmeye başlamıştır.
Dijital bağımlılığı, teknoloji ve internet çağının insan davranışlarını değiştirmedeki rolünü, çeşitli araştırma sonuçları eşliğinde bu yazıda biraz irdeleyelim. Daha önceki yıllarda değişen nesiller üzerine inceleme amacıyla "Kendini bulma yolculuğunda insan nesilleri" başlıklı bir değerlendirme yazısı yazmış ve zamanla davranışların değişim sürecini anlatmıştım.
Bu yazımda, günümüz dünyasında mevcut olan zihinsel çöküşün sebeplerini, tarafsız yorumlarla kısmen inceledikten sonra, "Modern dünyada zihinsel çöküşün sonuçları hakkında neler söylenebilir?, Dikkat eksikliği ve odaklanma sorunu nasıl ortaya çıkar?, Patlamış Beyin tabiri nedir?, Sosyal medyanın zihinsel süreçlere etkisi nasıl olur?, Başarısızlık nedenleri arasında dijital bağımlılığın etkisi nedir?" gibi sorulara cevap bulmaya çalışalım:
İslam Ekonomisi ve faiz yasağı
İslam ekonomisi, İslam'ın prensiplerine dayalı olarak adalet, sosyal yardımlaşma, sermayenin helal yollarla kazanılması gibi temel değerleri içeren bir ekonomik sistemdir. Bu ekonomik sistemde; hırsızlık, rüşvet, faiz ve haksız kazanç gibi kavramlar haramdır. İslam dini, dünya hayatında insanlara adil ve sürdürülebilir bir ekonomik düzen sağlanmasını ve bu yönde insanların çaba göstermesini emreder. İslam'a göre ekonomik
faaliyetlerde helâl kazanç, adaletli paylaşım, fakirlerin korunması ve
zenginlerin yardımlaşması esastır. İslam'ın temel prensiplerinden olan
"zekat"; dinen zengin olan her kişi için zorunludur. İslam ekonomisi; özel mülkiyeti tanır ve sosyal sorumluluğu
önemser. Ayrıca tüketim ve ticarette haram olan uygulamaları da
düzenlerken israftan kaçınır. Temel hedef, toplumun adil ve dengeli bir
biçimde refahını artırmaktır. İslam ekonomik modelinde; üretim ve işçi
hakları, ticaretin adil yürütülmesi gibi konular,
toplumsal ahlak ve düzen için elzemdir. Ticaret ilişkilerinde, her türlü alış verişlerde İslam ahlakı vardır. Karaborsa, stok,
haksız rekabet, fahiş fiyatlandırma gibi davranışlardan uzak bir şekilde ticaret ve muamelelerde ahlaki kurallara uyularak, adalet
ilkesince hareket edilir ve bu yönde gerekli tüm yaptırımlar yetkili mercilerce uygulanır.
İslam ekonomisinde; kişilerin aldatma, hırsızlık ve kul hakkı gibi genel ahlaka ters
davranışlar yapmadan, helal ve meşru yollardan kazanç elde etmesi esastır. İslam toplumunda yaşayanların; iktidar, güç ve sermaye sahipleri tarafından ezilmeden kişisel hak ve hukuku korunarak yaşama hakkı vardır. İslam toplumunda herkes sermaye ve iktidar karşısında eşit olup, hiç kimse kendisini aciz ve güçsüz hissetmez. Adalet herkes için vardır. Ekonomik refah ve huzur herkes içindir. Kimse dokunulmaz "la yüs'el"değildir. Zenginlik, her zaman ölçülü ve israftan uzaktır. Kimse zenginlerin oyuncağı ve kölesi değildir. Emek ve üretim değerlidir ve teşvik edilir. Çalışmak esas olup sömürü, zulüm ve baskı haramdır. İnsanların üzerinde hakimiyet kurmak yasaklanmıştır. Bu ilkeler sayesinde İslam, toplumun ferdleri arasında
huzur, ekonomik refah ve dayanışma davranışlarını tesis eder.
İslam'ın ekonomik modeli, temelde adalet, paylaşım ve sosyal yardımlaşmayı ön planda tutar. Faizsiz finans sistemine dayalı bir ekonomik modeli bizlere emreder. İslam kesin olarak "Riba'yı" (faizi) yasaklar. İslam ekonomisi faiz ve haksız kazanç yerine ticaret, zekat, sadaka, infak ve kurban gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma esasları üzerine kurulu bir ekonomik yapıya sahiptir. "İnsan onurlu doğar"
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in 08/09/2022 tarihinde 96 yaşında öldüğü Buckingham Sarayı'ndan yapılan resmi açıklama ile dünyaya bildirildi. İşlediği cürümlerin hesabını Allah huzurunda verme vakti onun için başladı. Bu vesile ile çokça paylaşılan bir yazı ile gündeme gelen Senegalli yazar, senarist ve yönetmen Ousmane Sembène (1923-2007)'i hatırlamakta fayda var.
Ousmane Sembène, kimilerine göre şöyle bir anı ile hatırlanmaktadır. Bu hatıranın doğruluğu tam net olmamakla birlikte, tamamen kurgu bile olsa burada yazılan sözler son derece değerlidir. Ousmane Sembéne, bu konuşmayı yaptı mı bilinmez ama Afrika uyanışını sembolize etmesi açısından böyle bir olayın kurgulanması, böyle bir metnin birileri tarafından yazılıp Ousmane Sembéne adına ithaf edilmesi bile emperyalizme karşı mücadele azmi açısından önemli olmuştur. Bu konuşma metninin gerçekten yaşanmış bir olaya mı dayandığını yoksa kurgudan mı ibaret olduğunu bilmiyorum. Aynı şekilde, metni kimin yazdığı ya da basında nasıl bu kadar yankı bulduğu tam bir muammadır. Ancak tüm belirsizliklere rağmen, konuşmada geçen sözlerin İngiliz sömürgeciliğine karşı yükselen bir itiraz, bir başkaldırı niteliği taşıdığı açıktır. İşte tam da bu niyetle, okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değer bir yazıdır: Konuşma metni şu şekilde başlıyor ve devam ediyor:Ousmane Sembène, 1 Ocak veya 8 Ocak 1923’te Senegal’in Ziguinchor kentinde doğmuş bir Senegalli film yönetmeni, yapımcısı, senarist, oyuncu ve yazardır. Afrika sinemasının gelişiminde öncü olarak görülür. Serer kökenli bir aileden gelmiş olup yerel kültürle iç içe büyümüştür. Wolofça ana dili olsa da Fransızca da öğrenmiş, genç yaşta Dakar’da çeşitli işlerde çalışmıştır. II. Dünya Savaşı’nda Senegal Tirailleurs birliğinde görev yapmış, sonra memleketine dönmüştür. 1947’deki büyük demiryolu grevine katılmış ve daha sonra "Tanrı’nın Odun Parçaları" (Les Bouts de Bois de Dieu) romanını bu grevden esinlenerek yazmıştır. 1947 sonunda kaçak olarak Fransa’ya gidip Marsilya rıhtımlarında çalışmış, sendika hareketlerine katılmış ve "Le Docker Noir" romanını burada yazmıştır. 1950’lerde ve 1960’larda toplumsal gerçekçi romanlar yazmış; "O Pays, mon beau peuple!, Les Bouts de Bois de Dieu, Voltaïque ve Xala" gibi eserlerle ün kazanmıştır. 1960’lardan itibaren "Borom Sarret (1963), La Noire de (1966), Mandabi (1968), Xala (1975), Ceddo (1977), Camp de Thiaroye (1987), Guelwaar (1992) ve Moolaadé (2004) gibi önemli filmler çekmiştir. Filmlerinde sömürgecilik, din, yeni Afrika burjuvazisinin eleştirisi ve Afrikalı kadınların gücü gibi temaları işlemiştir. Birçok uluslararası festivalde ödüller almış ve zaman zaman sansürle karşılaşmıştır. Ousmane Sembène, 9 Haziran 2007’de Dakar’da 84 yaşında ölmüştür.
Ousmane Sembène, 1997 (?) yılında İngiltere'de bir törende aşağıdaki konuşmayı yaptığı ve sonrasında salonu terk ettiği rivayet edilir:
"Sayın baylar ve bayanlar, Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim
için hepinizden özür dilerim. Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi
olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum. Ancak
asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın
İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler.
Kendini bulma yolculuğunda insan nesilleri
İnsanın anlam arayışı yolculuğunda, yakın çağımızın insanları incelendiğinde birbirinden ayırt edici özellikleri bakımından üç farklı nesile/döneme/sınıfa ayrılabileceğini düşünüyorum. Sözünü ettiğim bu özellikler, birbirinden keskin çizgilerle ayrılamamakla birlikte, üç farklı profil içinde benzer şekillerde kendini göstermektedir. Teknoloji ve bilimsel ilerlemelere paralel olarak ortaya çıkan özelliklerin, insan düşüncesinde ve yaşamında meydana getirdiği değişiklikleri gözlemlediğimizde, insan profili içinde farklı sınıflarda çeşitlendirebiliriz. Bazı son dönem yazılarında bu birbirinden farklı özelliklere sahip nesiller için X, Y, Z kuşakları/nesilleri gibi bir tabirler kullanılır. Lakin kullanılan bu kavramlar muhtevayı anlatması açısından kısır bir ifade olacaktır. Meramımız; nesillerin birbirinden farklı olması, kuşaklar arası çatışma ve ayrılıklar değil, her yaş seviyesini içine alan belli özelliklerin toplandığı mevcut durumu gözler önüne serebilmektir. Aşağıda izah etmeye çalışacağım özelliklerin oluşturduğu nesil çeşitleri, her yaş seviyesinde görülebilecek belirgin hususiyetleri ihtiva eden bir gruplama ve temel sınıflama biçimidir diyebiliriz. Burada yaşa bağlı bir kriter baz alınmayıp, huy ve özellik içerikli bir betimleme söz konusudur.
Birinci nesil olarak, "hâlleriyle yaşayan" insanları (ehli hâl) örneklendirebiliriz. Bu nesildeki insan, her şeyi başka bir insan aracılığıyla öğrenmiş, insandan insana kültürel özelliklerini, sosyal becerilerini ve sahip oldukları yetenek ve birikimlerini ilk ağızdan yaşantı yoluyla aktarabilmiş bir varlık olarak göz önündedir. Yaparak, görerek ve yaşayarak kendine gerekli bilgileri öğrenen ve başkalarının ihtiyacı olan bilgileri de onlara öğreten bir model vardır karşımızda. Anneler, babalar, dedeler, öğretmenler, ustalar..vs sahip oldukları ilim, bilgi, beceri ve ahlakı adına kişinin yaşamı boyunca işini kolaylaştıracak her ne varsa, gerekli olanı ilk ağızdan öğretmekle vazifelidir. Usta, yanına aldığı çırağa göstererek, yaşatarak bilgi ve beceri yüklemesi yapar. Bu neslin öğretmenleri, öğrencilerine örnektir. Muallimlern hareketleri ve yaşamlarıyla zuhur eden gerekli ilimler, adeta bir vücuttan muhatabı olan öğrenciye doğru akar gider.
Yaşlılarımız ve fosilleşmiş gençlik
Yaşlı kelimesi, TDK sözlüğüne göre; "yaşı ilerlemiş, kocamış, ihtiyar, uzun yılları geride bırakmış" olarak tanımlanmıştır. Arapça karşılığı olan ihtiyar ise, yine aynı sözlükte; "Yaşlı, kocamış olan, pir kimse, cansız, sönük, eski" anlamlarına gelir. Burada etimoloji ile uğraşmak için bunları zikretmedim. Son günlerde gündeme gelen, "yaşlıların sokağa çıkma yasağı ve gençlerin kendi çapında, yaşlılar üzerinde oluşturduğu olumsuz algılar ve eğlence biçimleri" nedeniyle böyle bir yazıyı kaleme aldım.
Malum ola ki tüm dünyayı sarsan virüs vakaları nedeniyle, devletler bazı tedbirleri uygulamaya koydu. Yaşlı vatandaşlara uygulanan sokağa çıkma yasağı da böyle bir ortamda gündeme geldi. Bağışıklık sistemi, daha zayıf ve kronik rahatsızlıkları gençlere göre nispeten daha fazla olan yaşlı kimseleri, bu salgından korumak (!) için bu şekilde bir önleme başvuruldu. Bu yasak uygulaması, bazı ülkelerde genç ve yaşlı ayrımı yapılmadan tüm vatandaşlara doğrudan uygulandı. Hangisinin daha doğru olduğu tartışmalı bir konu olduğu için buraya değinmek istemiyorum. Benim üzerinde durmak istediğim mevzu; gençlerin bu süreçte yaşlılara olan tutumu ve toplumda onlara karşı oluşturulan olumsuz algılar üzerine olacaktır.
Virüs salgını nedeniyle yaşlı vatandaşlar için sokağa çıkma yasağı ilan edilmesini fırsat bilen, kendi genç ama ruhu çürümüş fosil mertebesindeki bazı kişiler, yaşlılara hiç olmayacak saygısızlıklar yaptılar. Dışarıda yaşlı vatandaşları gören bazı kendini bilmezler, kültürümüzün köklü çınarları olan ihtiyarlarımıza, maalesef zorla maske takmaya çalıştılar. Kimi densizler, ihtiyarların başlarından kolonya döktüler. Kimileri, sokakta gördükleri yaşlıları alaya alıp evlerine hapsetmeye, sokakta yürümelerini engellemeye kalkıştılar. Markette, pazarda alışveriş yapan yaşlılara "sende virüs var" , "sen hastalıklısın" diye hakaretler ettiler. Maalesef bütün bunların hepsi, müslümanların çoğunlukta olduğunu her defa dile getirdiğimiz, Türkiye'de gerçekleşti. Oysa İslam dini, tüm inanan insanlara, büyüklere ve yaşlılara hürmet edilmesi gerektiğini hem sözlü hem de fiili olarak peygamber efendimizin tatbiki ile göstermiştir. Esasında böyle bir olayın dini bir yönünün de olmaması gerekir. Bu tutum ve davranışlar aslında çok büyük kabahat ve nezaketsizlik, insan benliğine saygısızlık, özgür yaşam biçimine müdahale ve kişi hürriyetini yok sayma kaidelerine göre suç sayılabilecek hareketlerdir. Zaten bu yüzden bu davranışı gösterenler, yakalanıp çeşitli cezalara çarptırılmıştır. İşin ceza boyutunda değilim. Bu tip davranışlar, yaratılmış bir insan ve özelde bir müslüman ülkede yaşayan bir müslüman olan kişi bazında düşünüldüğünde, bu kişilerin hareketlerinde, bu iğrenç ve kabul edilemez mizah anlayışı, niçin ve nasıl yer alabilir? Bu davranışları insanlar neden sergileme isteği duyar? Bu sorular etrafında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Çaresizlikten Yeni Bir Dünya Düzenine
Evde kapalı
kalmış olma durumundan yararlanarak, hem mevcut hali tarihe tanıklık etmek
pahasına yazmak, hem de içimdeki şüphe duygusu üzerinde kendimce biraz
karalamada bulunmak istedim. Aşağıda yazdıklarım hem tarihe bir tanıklık etmesi açısından hem de yaşanılanların tarihsel bir veri olarak toplu biçimde hafızalarda yer etmesi için kayıt altında olsun istedim. İleride böyle bir olayın nasıl yaşandığı konusunda araştırma yapacakların merak duygularını gidermek için burada anlatılanlar bir nebze ışık tutacaktır. Önce şu salgın ve pandemi (plandemi-şeytani bir salgın tuzağını) olaylarını kısaca anlatayım. Sonra konuyla ilgili
düşüncelerimi ve yapılması gerekenleri kendimce izah etmeye çalışayım.
Ülkemizde ve dünyada (2020) malum büyük bir virüs (Corona/COVID-19) salgını var. Bu virüs
nedeniyle biz insanlar, hiç alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıya geldik. Bu süreçte pek
çok vefat haberi ve günlük olarak değişen virüslü hasta/vaka sayısı haberleri ile
karşılaştık. Allah, virüs salgınına maruz kalan hastalarımıza şifa versin ve bu
salgın sebebiyle vefat etmiş vatandaşlarımıza da rahmetiyle muamele etsin
inşallah. Hepimizi bu virüs belasından muhafaza etsin ve sağlık sıhhat içinde
bizleri daim kılsın. Bu dualara gönülden amin dedikten sonra bu virüs salgının
ortaya çıkış ve yayılma sürecine değinerek yazıya bir giriş yapalım.
Virüs
salgını hakkında, öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Virüs salgının, ortaya
çıkışı ve yayılması hakkında iki temel iddia vardır. Birincisi, hayvandan
insana geçip hızlıca yayılma göstermiş olması ki en çok kabul edilen görüş
olarak bu gösteriliyor. İkincisi de -her ne kadar bazı çevrelerce yalanlanmış
olsa da- bir biyolojik silah olarak laboratuvar ortamında üretilmiş olmasıdır.
Bu iki iddianın da doğru olabileceği endişesinden ötürü, aşağıda okuyacağımız
satırları, şüpheli bir zihin içerisinde, kelimeleri mümkün olduğunca seçerek,
kimseyi bir itham altında bırakmadan yazma gereği hissettim.
Olayın özeti
şudur: Çin'in Vuhan kentinde, 12 Aralık 2019'da ortaya çıkan/çıktığı konuşulan,
yeni tip korona virüsün bilerek veya bilmeyerek Çin ve Dünya Sağlık Örgütü gibi
küresel odaklar tarafından görülmeyerek/gizlenerek zamanı geldiği düşünülen
tarihte ortaya atıldığı/çıktığı ve çıkmasıyla birlikte hızlıca başka pek çok
ülkeye 1-2 hafta içinde bulaşmasına sebep olduğu düşünülen, pek çok hastayı
ölüme götüren, binlerce can kaybının olduğu, bazı ülkelerde çok ciddi manada
vaka ve ölümlere sebep olan ama genel anlamda bütün devletleri küresel ölçekte
etkileyen ya da etkilemesini istedikleri bir bunalımla karşı karşıyayız.
Virüsün
nasıl ortaya çıktığı konusunda birbiriyle bağlantılı garip şüpheler görüyoruz.
Belki bu şüpheler, ilerde daha net olarak ortaya çıkacaktır. Virüs hakkındaki
genel söylentiye göre, Çin'de vahşi hayvanların satıldığı bir pazardan, ve
özellikle yarasadan insana bulaşmış ve böylece tüm dünyaya yayılmış deniyor.
Çin'de bir et pazarından çıkıp, bir anda tüm dünyaya yayılan bir virüs vakası,
inandırıcı geliyor mu size bilemiyorum. Dünyada virüs kaynaklı ölümlerin ve
vaka sayılarının, hızlı artışı devam ederken, Çin'de durumun kontrol altına
alınmış olduğunun söylenmesine de şüphe duymadan inanabilir miyiz? Milyarlık
nüfusa sahip koskoca ülke Çin'de, durumun kontrol altına alınmasına ve ilaç
tedavisinin işe yarıyor görünmesine nasıl bakmalıyız? Dünya, salgınla
boğuşurken Çin'de karantinanın kalkmış olması, hayatın normalleşmesi gerçekten
düşündürücü bir durum değil mi? Acaba Çin'de, hayat hakikaten normalleşti mi, her
şey kontrol altında mı yoksa haberler mi bu şekilde yönlendiriliyor bunu da bilemiyoruz.
Bu olay madalyonun
bir yüzü, diğer yüzünde ise başka bir sahne bizi karşılıyor. Çin
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien'in, ABD ordusunu Vuhan kentine
Kovid-19’u getirmekle itham etmesini nasıl açıklayabiliriz? Salgından tam beş
yıl önce yıl 2015'te Microsoft sahibi Bill Gates: “Önümüzdeki 10 yılda
bir şey, 10 milyon insanı öldürürse, bu muhtemelen bir savaş değil, oldukça
bulaşıcı bir virüs olacaktır" sözü ile gündeme gelmesi ve 2020 yılında
oluşan bu salgın sebebiyle şirketindeki görevlerini bırakıp da eşiyle beraber
kendisini "aşı üretim" çalışmalarına vakfetmesi, acaba normal bir
durum olarak açıklanabilir mi? Topyekun aşılama çalışmaları ile yine bir ceplerini doldurma alanı ile karşılaşırsak buna ne diyeceğiz? Bu
virüs vakasına benzer bir kurgunun, daha önceden roman kitabı (The eyes
of darkness) olarak yazılmasına ve daha geniş kitleler görsün diye
benzer senaryolara sahip birkaç tane "salgın (Contagion)" filminin
çekilmiş olmasına da aynı şekilde masumane inanabilir miyiz sizce? Bir
diğer yaygın komplo düşüncesi, virüsün iletişim sektöründeki 5G
teknolojisiyle bağlantılı olduğu iddiasıdır. Bu düşünceye göre 5G baz
istasyonları, insan bağışıklık sistemini zayıflatarak virüsün zararlı
etkilerini arttırmış ve doğrudan hastalığın yayılmasına zemin
hazırlamıştır. Bu düşünce, zamanla sosyal medyada hızla yayıldı ve
bazı ülkelerde çeşitli halkların baz istasyonlarına zarar vermesine yol
açtı. Bu ve buna benzer düşünceler
ve sorunlar, görebildiğimiz ya da bize gösterilen/görmemiz istenen bir
takım afaki düşünceler olarak bu salgın sürecinde önümüze çıkmıştır.
WHO
tarafından virüs salgını duyurulduktan kısa bir süre içinde, tüm Dünya'da peş
peşe vakalar görülmeye başlandı. Dünya haritası, virüsü ifade etsin diye
kırmızı renkle boyanmakta ve boyalı ülke sayısı zamanın geçmesiyle gün gün
nerdeyse dünyanın tamamını kapsayacak şekilde kızarmaktadır. Çin'in ardından
Kore, Japonya'da da vaka boyutu arttı. ABD ve İngiltere önce vakaları çok
hafife aldı. Sonra olayın vahameti, bu ülkelerde de ciddi olarak yayıldı.
Salgın özellikle Avrupa'da yoğun bir biçimde hissediliyor. Özellikle İtalya
sağlık sistemi, yoğun gelen vakalara dayanamadı. İspanya'da huzurevlerinde
yaşlılar ölüme terk edildi. İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin de yer
aldığı pek çok ülkede okullar tatil edildi. Çoğu ülkede sokağa çıkma yasakları
getirildi. Pek çok Avrupa ülkesinde, yıllarca yasaklanmış olan ezan sesleri
eşliğinde dualar edildi. Ülke borsaları krize girdi ve işsizlik oranları arttı.
Dev şirketlerin CEO’ları, sanki bir şeye hazırlık yapmış gibi tek tek istifa
ettiler. Birileri ciddi anlamda kaybederken, birileri de mevcut krizde gücüne
güç katarak dünya hükümranlığına soyundu.
Tarihler; 11 Mart 2020'i gösterirken, Türkiye'de dünyada bir pandemi haline gelen virüs gerçeği ile resmi olarak tanıştı ve dünya haritasındaki rengini maalesef kırmızıya dönüştürdü. Yurtdışından resmi ve kaçak yollarla girenler, umreden dönenler gibi öne sürülen sebeplerle, Türkiye virüsle tanışmış oldu. Salgın, Türkiye'de yayılmaya başladıktan sonra peş peşe kararlar alındı, okullar ve üniversiteler tatil edildi. Devlet kurumları ve bankalar kısıtlı çalışma koşullarına geçti. Yaşlılara, hastalara sokağa çıkma yasağı getirildi. Marketlerde sokağa çıkma yasaklarında izdihamlar oluştu. Sosyal mesafe kuralı denen, kişiler arası 1-2 metre kuralı, cerrahi maske takma, toplumun her yerinde uygulamaya koyuldu. Türkiye eğitimde ilk defa, büyük çapta 'uzaktan eğitim' ile tanıştı. EBA TV kanalları kurularak, eğitim online olarak verilmeye başlandı. Kamuda ve özelde yarı zamanlı çalışma modelleri ve saatleri düzenlendi. Vatandaşların çoğu, virüs testleri için hastanelere akın etti. Pek çok mekan, bu virüsten nasibini aldı, çalışma şartları yeniden düzenlendi. Lokanta, restoran, kahvehane, kütüphane, alışveriş merkezleri, eğlence mekanları gibi yerlere yasak geldi. Toplu ulaşıma kısıtlamalar geldi. Hastalık gösterenler evinde karantinaya alındı ve telefon uygulamaları ile kontrollü takibe alındı. Küçük esnafın çalışma koşulları, internet site satışları altında ezildi. Bazı işyerleri, ciddi manada zenginleşirken bazılarında ise süreçte işten çıkarılma ve yoksulluk vakaları artmaya başladı. İş anlayışı değişerek, uzaktan çalışma modeli yaygınlık kazandı.Vatandaşlar,
bu salgında üstün performans gösteren sağlık çalışanlarını peş peşe üç gece
topluca alkışladı. Minarelerden yatsı ezanından sonra müezzin tarafından toplu
dualar edildi. Hatta yapılan bu dualar, bazılarına virüs salgınını unutturup,
küflenmiş din düşmanlıklarını bile ortaya çıkardı. Belli kesimler, salgının
nedeni olarak, o kadar Avrupa'dan Amerika'dan gelen vatandaş varken hemen
umrecileri suçlamaya başlayıverdi. Yurtdışından dönenler karantinaya alınınca
onlara sosyal medyadan hakaret edip, ‘dua’ isteyen mesajlarının altına
‘duayla değil bilimle’ diye yazanlar, virüsün esas kaynağının "din"
olduğu mesajını vermeye kalkışan kıt akıllı bir dinsizin çizdiği,
"sakallı, takkeli bir hocanın beyninin, dezenfekte edildiğini gösteren
karikatür", virüs için duaya toplanan, kurban kesen ve hatim okuyan
vatandaşları aşağılayan onca paylaşım, pis bir zihniyetin bu vesileyle açığa
vurulmasını gösteriyordu. Oysa Allah, "Rabbiniz dedi ki: "Bana
dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenenler;
cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (Mümin
Suresi-60) ve "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size hiç değer verir
miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz
olacaktır." (Furkan Suresi-77) ayetleri; duanın önemi hususunda,
insana büyük bir ders niteliğindedir. Keşke bunu
anlayabilmek bu kadar zor olmasaydı. Keşke her olayda, bazılarının içindeki bu
iğrenç din düşmanlığı, bu kadar ortaya serilmeyip, Allah'a olan teslimiyete
sebep olsaydı, ne de güzel olurdu ama mühürlenmiş kalpler ve inadi küfür
içindekiler, maalesef hiçbir fırsatı kaçırmazlar.
Toplumlar,
bu süreçte ikiye bölünmüş bir durumdadır. Kimileri bu virüs olayını hiç dikkate
almayıp, olduğu gibi yaşamaya devam ederken, kimileri de yaşamlarını tam bir
psikolojik travma haline dönüştürmüştür. Kamu ve özel sektörde işler bir bir
durmaya başlarken, sağlık çalışanları daha yoğun çalışmaya ve üstün performans
göstermeye devam etmektedir. Din hizmetleri, toplu namaz ve ibadetler askıya alınırken,
minarelerden camiye gelmeyin sedaları, müezzinlerin boğuk sesleri eşliğinde
yankılanmaktadır. İnsanlar evlere kapanırken ekonomik bunalım ve işsizlik
durumları, her geçen gün daha fazlasıyla hissedilmektedir. Dünyayı sarsan virüs
olaylarına kayıtsız kalan bazı kesimler de ortada bir salgın yokmuş gibi,
sanki hiçbir şey olmamış gibi, pervasızca yaşamaya, hayatlarını en küçük taviz
vermeden sürdürmeye devam ettiler. Yapılan uyarılara hiç aldırmayıp, yasaklara
karşı pervasızca davrananlar, asker uğurlaması adı altında otogarları doldurup
sıkı fıkı sevinç ve eğlence yaşayanlar, ortalık yerde nişan ve düğün yapıp,
beraber sarmaş dolaş halay çekenler, gökyüzünde güneşi görüp balık tutmaya
çıkanlar, parklarda ve bahçelerde mangal yapanlar gibi mevcut tecrit düzenine
aykırı davranış ve umursamazlıklar ile dışarıya çıkmış yaşlıları sanki birer
suçluymuş gibi yakalayıp, videolarını çekerek internet alemine yükleyerek zevzeklik
peşinde koşanlar, virüsün kaynağı olarak dini gören İslam'ın ruhundan hiç
nasibini almamış insan müsveddelerinin akıl tutulmasını andıran bilinçsiz
davranışları da bu süreçte ekranlara yansıyan ve pes dedirten görüntüler olarak
kaydedildi.
Dünya
genelinde sürmekte olan virüs salgını nedeniyle insanların çoğu, evlerinde
zorunlu karantina altına alınmış durumdadır. Salgın durumunun endişesi, basın
ve sanal medya yoluyla hızla artırılırken, insanların korku halleri sürekli
olarak tetiklenmektedir. Her gün haber kanallarında dünyanın herhangi bir
yerindeki virüs vakaları ve virüs kaynaklı ölenlerin sayıları insanların
anıları, yaşantılarını, geçmişlerini yok sayılarak sadece “bir adet” olarak
ifade edilmektedir. Her gün akşam haberlerinde “o gün hangi ülkede kaç kişi” bu
virüsten ölmüş bunun haberi verilmektedir. Yok olup giden tanımadığınız
binlerce hayattan, bir iki dakikalık metin sayesinde haberler sunulmaktadır.
Ölüm sayıları, önceleri "bir hayat" ifade ederken, virüs haberlerinde
vakalardan sadece "bir adet" olarak bahsedilmesi ne kadar da acıdır.
Ölümler, genelde yaşlı insanlardan oluşunca, ihtiyarlar toplumdan tecrit
hayatına sürüklenmekte ve sanki yaşlılar yok olması gereken, dünya sisteminin
işlerliğini bozan bir yükmüş gibi görülmeye başlanmıştır. Yeni dünya dedikleri
düzen, yaşlılarıyla ve insanların umursamazlıklarıyla, küçük bir virüs yüzünden
maalesef sınav vermektedir ve korkarım ki dünya, bu sınavı yavaş yavaş
kaybetmektedir.
Karantinaya
alınan insanların durumları her geçen gün daha acı bir hal almaktadır. Hükümet
ve devlet yetkililerinin ağızlarından çıkacak her karar, artık daha yakından
takip edilmekte ve harfiyen uygulanmaya çalışılmaktadır. Karantina hakkında
emir ve yasaklara uymayanlar için cezai işlemler uygulanmaktadır. TV’lerde
artan virüs kaynaklı ölüm haberleri, virüs belgeselleri, virüs/salgın filmleri,
psikoloji konulu diziler, hastane köşelerinde inim inim inlemekte gösterilen
insanlar eşliğinde ardı ardına sunulan kamu spotları, dezenfektan, temizleyici,
virüs öldürücü hijyen makine reklamları bu süreçte dikkate değer gelişmeler
olarak gözlemlenmektedir. Cenaze törenleri üç beş kişi katılımla, çok yoğun
güvenlik önlemleri ile çarçabuk yapılmakta ve taziyelere izin verilmemektedir.
Ölenlerin yıkanıp, kefenlenmesi bile bu süreçte bir mevzu haline gelmiştir. Virüs
ortamını fırsat bilen bazı şahsiyetsizler de çeşitli dolandırıcılık
yöntemlerine başvurmakta, maske, kolonya, dezenfektanlar ve temizlik ürünleri
gibi malzemeleri stoklanmakta, fahiş fiyatlarla vatandaşa satışa sunmaktadır.
Marketlere gıda alışverişi için gelen binlerce müşterinin, yağmayı andıran
görüntüleri de bu salgın günlerinde gündemimize düşmektedir.
Virüsün
doğal yollarla mı, yoksa laboratuvar ortamında mı üretildiği konusunda
şüpheler varken, virüsün tüm dünyayı bir anda etkilemesi de akıllarda soru
işaretlerine neden olmuştur. Bu tür komplo tezleri, toplumda tartışılmaya
başlanmış ve anormal bir durumla karşı karşıya kaldığımız gerçeği, akil
insanlar tarafından dile getirilmiştir. Geçmiş yıllardaki filmlerde ve roman
kitaplarında bu şekilde bir biyolojik salgın/silah olabileceği düşüncesi, bilim
kurgu etiketi altında işlenmiştir. İster insan görünümlü yaratıklar tarafından
bir biyolojik silah olarak üretilmiş virüs/komplo teorisi olsun, ister doğal
yollarla ortaya çıkan ve insanlığa ilahi bir ikaz niteliği olan yeni bir virüs
olsun, isterse de bir kıyamet alameti olan Deccâl’in fitnelerinden bir fitne
olsun bu vaka; Allahü Teala'nın ilmi ve kudreti dışında değildir ve
ilahi kader eşliğinde, bu süreç tıkır tıkır işlemektedir. Ve artık bu olay
nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, alışılmış dünya düzeninde, farklı sonuçlar
doğuracağı da aşikardır.
Dünyadaki
alışılmadık bu garip durumun, her geçen gün daha farklı sonuçlar doğuracağı
aşikardır. Belirsizlik ortamı devam ettikçe, insanların korku halleri ile
endişeleri, hayatların ekserisine hakim olmaya başlamıştır. Durum, nasıl ve ne
şekilde devam edecek, bu bir senaryo mu, yoksa büyük bir afet mi, şeklindeki
soruları ihtiva eden bilinmezlik yolculuğu, tüm dünyayı sarmış halde her gün
daha farklı bir görüntüyle çevrelenerek devam ediyor. Artık yeni bir dünyaya
kapılarımızı açıyoruz. Dünya hiçbir yönden eskisi gibi olmayacak gibi duruyor.
Davranışlarımız, korkularımız, parasal ilişkilerimiz, toplumsal yapımız, zaten
gittikçe uzaklaşmaya başlamış olan insani ilişkilerimiz, ekonomik yapılar,
kültürel ve dini kavramlar gibi bir anda akla gelebilecek her şey tek tek
değişecek gibi gözüküyor. Bu şer gibi gözüken ortam, belki İslam alemi için
hayırlara vesile olacak. Bunu şimdilik hiç bilmiyoruz. Eğer bu virüs tüm
dünyaya bir tuzak ve bir fitne olarak kurulduysa; belki bu tuzaklar, tuzak
kuranların başlarında patlayacaktır. Belki bu ortam, gözle bile görülmeyen
küçücük bir virüs sebebiyle, var olan tüm fitne ve fesatlıkları yıkıp, şer
odaklarının kendi elleriyle yıllarca planlayıp, özenle hazırladıkları
düzenlerini bir bir yok edecektir. Bunların hepsini bizlere zaman
gösterecektir.
Dünyada,
kıymetli olan her şeyin sorgulandığı bir ortamda, ticaret, ulaşım ve iletişim
gibi en temel yaşama haklarının alt üst olduğu, hiçbir şeyin sağlık kadar mühim
olmadığı gerçeği, tüm insanlar tarafından maalesef garip bir çaresizlik
içerisinde öğrenilmiştir. Evlerimiz, arabalarımız, yatlarımız, bankada duran
paralarımız..vs. gibi bize ait olduğunu düşündüğümüz her ne varsa, esasında
hiçbirinin bize ait olmadığını anladığımız, acı bir tecrübe ile karşı
karşıyayız. Sağlıktan, bir nefes fazla almaktan daha mühim bir şeyin şu dünyada
olmadığını acı bir şekilde öğrendik. Yaşamak için her şeyi bir anda feda edebileceğimizi,
vazgeçmem dediğimiz her şeyi hiç düşünmeden bir anda silebileceğimizi öğrendik.
Beğenmediğimiz, sürekli şikayet ettiğimiz hayatımızın aslında ne kadar da
anlamlı olduğunu anladık. Bir virüs ile Allah, biz insanoğluna ne büyük
ibretlik dersler verdi ve bu dersi şu kısacık hayatlara nasıl sığdırdığını
gördük.
Dünya,
insanlar için bir imtihan vesilesidir. İmtihanın amacını bilen insanlar,
dünyaya neden geldiklerini anlayabilirler. İnsan, pervasızca tüketip kullandığı
dünya nimetlerinden sorguya çekileceğini bilmek zorundadır. İnsan, kendisine
verilen ömür içinde, hiç durmadan arayarak Hakk’ı bulacak ve diğer insanlara da
Hakk’ı tavsiye etmek için gönderilmiştir. İnsan, bu gerçeği tam olarak
anladığında ve kendine verilen sürenin ne kadar önemli olduğunu hissettiği
anda, nasıl hareket etmesi gerektiğini çözebilir. İnsanı, ölümden ancak
eceli korur. Eceli gelmeyen bir insana, var olan hiçbir şey zarar veremez,
hiçbir keder onu korkutamaz. İnsana canını Allah vermiştir ve ancak Allah
alacaktır. Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım sevdiklerimizi, değer
verdiklerimizi başlarına isabet edecek bir musibetten asla koruyamayız. her
türlü tedbiri alırız ama muhafaza edemeyiz. "Hafız" isminin mutlak sahibi,
Allah'tır. Bu yegane gerçektir. Var olan bütün musibetler ve kederler insan
için ancak bir imtihan vesilesidir.
İnsan
bulunduğu her hal ve ortamdan, ders çıkarmak üzere yaratılmıştır. Bu virüs
sayesinde insanlar; özgürlüğün, sayısız nimetlerin, gezmenin, eğlenmenin,
hesapsız alışverişlerin, insanlarla iletişim kurmanın, hayvan ve doğa
sevgisinin, temiz ve hijyenik olmanın, sevdiklerine karşı özlemin, işe gitmenin
ve bir iş sahibi olmanın, nefes almanın, ne kadar kıymetli olduğunu az çok
muhasebe edip anlayabilmişlerdir. İnsanlar; dünyada sahip oldukları her şeyin
aslında kendilerine birer emanet olduğunu az çok idrak etmişlerdir. Kısa ve öz
olarak dünya hayatının bir yalandan ibaret olduğunu anlayan insanlar, esasında
hakikat sırrına mazhar olacaklardır.
İnsanlarımız
bir korku kültürü içerisinde, evlerine kapanmış vaziyette hayatlarını devam
ettirirken, bu durumdan pay çıkarmak maksadıyla yeni bir dünya düzeni
kurgulayanlar; paranın ve kıymetli eşyaların bilerek değersizleştirildiği bir
kapitalizm sorgusu mu yapmaktadır? Acaba kapitalizm, yeni bir evreye mi geçmiştir?
İnsanların tamamıyla azınlık bir zümre tarafından köleleştirildiği, iş ve
mesleklerin giderek önemsizleştirilerek, robot ve yapay zeka yardımıyla yok
edildiği, kültür ve dinlerin tahakküm altına alındığı, kimin nasıl yaşayıp
nasıl yaşamayacağına karar verildiği, yapay Tanrı modellerinin ortaya
çıkarıldığı/çıkarılmak istendiği bir dünya mı tasavvur edilmektedir? Tek dünya
devleti ve küresel sistem derken; azınlık bir zümre tarafından kontrol edilen
gıda, ilaç, silah ve diğer tüm sanayilerin tek elde toplandığı, insanların bu
azınlık zümreye köle olarak bağlandığı, bir ortamın hayali mi kurulmaktadır? Bu
soruların cevaplarını zaman gösterecektir.
Kimin,
nerede ve nasıl yaşayacağına karar verenler/karar verdiğini zannedenler, kimin
hangi yiyecekleri yiyip/yiyemeyeceğini ve ne kadar oranda yiyeceğini organize
edenler, milletlerin sağlığına ve hasta olmasına karar verenler, küçücük beden
ve zekalarıyla esasında ilahlığa soyunduklarını görmüyorlar mı? Dünyada bu
kadar düzensizliğin, bunca hayasızlığın, bu denli bir büyüklenme ve kibrin neye
mal olacağını elbette bilemiyoruz. Bildiğimiz bir gerçek varsa o da şudur: "Onlar,
Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kafirler hoş
görmese bile kendi nurunu tamamlayacaktır." (Saff suresi-8) Mutlak
güç ve iktidar ancak hüküm ve hikmet sahibi olan Allah azze ve Celle'dir. Bütün
tuzakları boşa çıkaracak olan, azamet ve kibriya sahibi ancak Allah'tır. "Küfürde
'büyük çaba harcayanlar' seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar
veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük
bir azap vardır." (Al-i İmran-176) "Gevşemeyin, üzülmeyin;
eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz."(Al-i
İmran-139) ayetleri bize tek kudret ve hüküm sahibinin, Allah olduğunu açık
açık göstermektedir. Yeter ki ayette de geçtiği gibi bizler, bu hakikate, bu
ilahi ikaza kalplerimizi ve dilimizi eğip bükmeden gerçekten iman etmiş
olalım.
Şimdiki mevcut salgın ortamının sebebi olarak gösterilen virüs özelinde
düşündüğümüzde; inandığımız ayet ve hadisler, bizlere birer ibrettir. Tehlikeye
ve musibetlere körü körüne atılmamayı emreden Allah, Kuran-ı Kerim'de şöyle hitap
eder: "Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle
tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever."(Bakara
Suresi-195) Bir başka ayet-i celile'de, Rabbimiz Eyüp (a.s) içine düştüğü
hastalığı karşısında örnek vererek, teslimiyet biçimini bize gösterir: "Eyüp
de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık)
beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya
Suresi-83) Başka bir ayette Kur'an-ı Kerim; şifanın sadece Allah'tan
geldiğine işaret eder: "Hastalandığım zaman bana şifa veren ancak
O'dur." (Şuara Suresi-80) Müslümanların benzer musibetler
karşısında, ancak sabretmeleri gerektiğini, Allah şöyle ifade eder: "Yüzlerinizi
doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret
gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine
rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene
ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve
ahidleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar,
doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır." (Bakara suresi-177)
Dünya
hayatında karşılaşılan her türlü kötülük ve musibet karşısında nasıl
konuşacağımızı, Kitabımız bizlere şöyle gösterir: "Onlara bir
musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve
şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara suresi-156) Başa gelebilecek
her türlü sıkıntıya rağmen tedbir ve tevekkül içinde olmayı, bir başka ayette
Allah, inanan kullarına şöyle emreder: "De ki: "Allah'ın bizim
için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevla’mızdır.
Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe suresi-51)
Başa gelen her şeyin insana kendi yapıp ettiklerinin bir sonucu olduğunu şu
ayet çarpıcı bir şekilde gösterir: "Size isabet eden her musibet,
(ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder. Siz
yeryüzünde (O'nu) aciz bırakacak değilsiniz. Ve sizin Allah'ın dışında ne bir
veliniz vardır, ne bir yardımcınız vardır." (Şura suresi-30/31)
Allahü Teala
dilemezse hiçbir şey insana zarar veremez. Bu gerçeği bir ayet-i kerime,
paslanmış yüreklere adeta şöyle haykırır: "Allah'ın izni olmaksızın
hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun
kalbini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir." (Tegabün
Suresi-11) Kur'an'ı Kerim her konuda bizlere bir rehberdir. Kur'an'ı
Kerim'de okuduklarımızı, kalbimize her zerresiyle nakşedip, hayatın akış süreci
içinde değerlendirme imkanı bulabilirsek, ancak o zaman hayatımıza bir anlam
çıkarabiliriz.
Konu ile
ilgili daha pek çok ayet vardır. Ayetlerden ancak birkaç tanesini meramımızı
anlatması için burada yazımıza dahil ettik. Hadis-i şeriflerde de mevzuyu
derinlemesine incelemeye imkan veren pek çok rivayet mevcuttur. Özellikle bir
tanesini virüs özelinde burada zikretmek önemli olacaktır. Salgın hastalıklarla
ilgili Rasülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyurdular: "Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz,
bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan da ayrılmayınız." [Buhari,
Tıbb 30, Enbiya 50, Hiyel 13, Müslim, Selam 92, (2218), Muvatta, Cami 23, (2,
896), Tirmizi, Cenaiz 66, (1065)] Salgın hastalıklar hakkındaki şu rivayeti
konuyu aydınlatması için burada söylemeden geçemeyeceğim. "Hz. Ömer
(r.a.) bir yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam’da salgın hastalık zuhur
ettiğini haber alınca gerekli istişareler neticesinde Şam’a gitmekten
vazgeçmiştir. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın ve Hazret-i Peygamber’in emrine daha muvafık
olan bu ihtiyat ve tedbir karşısında sahabeden Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.),
Hz. Ömer’e (r.a.): “–Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye
sormuş, Hz. Ömer (r.a.) ise, o âlim ve fazıl sahabeden böyle bir suali
beklemediği için: “–Keşke bunu senden başkası söyleseydi Ey Ebû Ubeyde!
Evet, Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin,
senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vadiye
inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde
otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” (Buhârî, Tıb, 30)
şeklinde hitap ederek, insanın tedbiri alıp, sonra tevekkül içinde davranması
gerektiğini Hz. Ömer, bizlere uygulamalı olarak göstermiştir.
Virüsün yayılmasını
önleme için ardı ardına tavsiyeler sunan hekimler, elleri yıkamanın, ağza ve
buruna su vermenin ve her daim temiz olmanın önemini anlatıyorlar. Peygamber
efendimiz yıllar önce abdestin her derde deva olduğunu anlatıp, yemeklerden
önce ve sonra ellerin yıkanması gerektiğini, tuvalette su ile temizliğin çok
mühim olduğunu uygulamalı olarak, biz insanlara tebliğ etmiştir. Hadis-i
Şerifte, Rasülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), "Kim abdest alır
ve abdestini güzel yaparsa günahları, hataları vücudundan tırnak diplerine
varıncaya kadar çıkar dökülür." (Buhari, Vudu 25, Müslim, Taharet 8)
buyurmuştur. İnsanlar, İslam'ın bu temizlik gerçeğini, virüs sayesinde artık
bizzat yaşayarak gördüler. Dünyada yayın yapan dergiler ve basın bültenleri,
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'i ve tebliğini okuyucularına anlatmaya
ve İslam'ın temel prensiplerinin ne kadar değerli olduğunu iletmeye başladılar.
Mikroskop altında zor görülen küçücük bir virüs, tüm insanlığı ve düzeni değiştiriyor,
kimilerini de Yaradan Rabbin davetine çağırıyordu. Hak elbette ortaya
çıkacaktı. İnsanlar bir ibret vesikası olan bu salgın döneminde kendi
hayatlarını sorgulayarak, ya değişecekler ya da eski hayatlarına dönebilmenin
özlemi içerisinde psikolojik travmalara maruz kalarak “yeni normallerine”
alışacaklardı.
Son söz
olarak bu zaman zarfında neleri yapabileceğimizi dile getirerek yazıyı
noktalım; Müslümanlar olarak bizler; yukarıda zikrettiğim ayetler ve hadisler
çerçevesinde şöyle bir hareket tarzı benimsemeliyiz. Her olay karşısında daima
ihtiyatlı davranmalı, bakış açımızı sürekli taze tutup, bütün tedbirleri
aldıktan sonra tevekkül içerisinde Allah'a teslim olmalıyız. Her olaya farklı
açılardan bakabilmeyi öğrenmeliyiz. Her durumdan, kendimize bir ibretlik ders
çıkarmalıyız. Hiçbir zaman tedbiri elden bırakmayıp, kendimizi ve
sevdiklerimizi her şart altında ümitsizliğe düşmeden muhafaza etmeye gayret
göstermeliyiz. İnsan olma vasfımız gereği, sürekli kulluk bilinci içinde,
acizliğimizi bize gösteren Allah'a yalvarma halinde olmalıyız. Asla kibir ve
büyüklenme içerisinde olmamalıyız.
Azamet
sahibi olan ancak Allah'tır. Allah'ın affetmeyeceği günahlardan birisi,
şeytanla özdeşlemiş olan kibir günahıdır. İnsan acizdir ve bu acizliğini
bilerek dünya yaşamına devam etmelidir. Başımıza gelen bütün musibetlerden
çıkaracağımız çok ders vardır. Önemli olan samimiyetle davranarak, hayatımızı
ibadet bilinci içinde geçirmek ve Yaradanı asla unutmadan yaşamaya devam
edebilmektir. Allah, tam bir bilinç hali içerisinde yaşamımızı sürdürebilmeyi,
iman ve ihlas içerisinde hareket ederek, ruhumuzu teslim edebilmeyi, hepimize
nasip etsin. Bizlerin sağlık ve sıhhatlerinin Allah'ın himayesinde olması
temennisiyle, Cenâb-ı Hak hepimizi her türlü salgın, afet ve belalardan
muhafaza etsin. (amin).
24/03/2020
Kadir PANCAR
Kadir PANCAR
Dilsiz şahit hayvanların vebali
Çeşitli mecralarda sıklıkla bahsedilen hayvan hakları konusu üzerinde çeşitli okumalar sonucu elde ettiğim verileri, özellikle son yıllarda Amerika ve Avrupa kıtalarında yayılmaya başlayan vegan yaşam tarzı ve et tüketimine alternatif arama çalışmaları eşliğinde değerlendirmek istiyorum. Basın bültenlerinde sıklıkla karşılaşılan hayvanlara eziyet ve işkence haberleri, sentetik et üretimi, vegan yaşam özendirme reklamları birlikte izlendiğinde görünenden farklı bir bakış açısına sahip olunacaktır diye düşünüyorum. Konuyu derinlemesine incelemeye çalıştığım bu yazıda gayret bizden tevfik Allah'tandır.
Hayvanlar, bizim gibi can taşıyan, kendi dünyalarında insana mahkum olmadan yaşayan, insanların çeşitli işlerine yardımcı olan, sessiz/sakin, zikir ve secde ehli olan canlılardır. Hayvanlar bizim idrak edemeyeceğimiz kendilerine has halleriyle, Allah’a secde ve tesbih ederek yönelmişlerdir.[1] Kâinatta çeşit çeşit görevleri olan, her biri ayrı renk ve şekillerle hem güzelliğin hem de vahşiliğin numunesi konumunda olan hayvanlar, esasında insanlığa her haliyle birer ibret vesikasıdır. Kur’an-ı Kerim, bu yaratılış çeşitliliğini şöyle ifade etmiştir: “Allah’ın gökten su indirdiğini görmez misin? Sonra onunla renk ve çeşitleri farklı ürünler çıkardık. Dağların da farklı renklerde; beyaz, kırmızı, simsiyah yolları, kısımları vardır. Aynı şekilde, insanlardan, binek hayvanlarından ve eti yenen hayvanlardan da farklı tür ve renklerde olanlar vardır. Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar. Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır.” (Fâtır Suresi/27-28)
15 Temmuz 2016
İstanbul'daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün ordu içinde kümelenmiş bir güruh olan darbe taraftarı (FETÖ/PDY) rütbeli ve rütbesiz askerleri tarafından kapatılması ile başlayan karanlık darbe girişimi sürecinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde milletvekillerinin de bulunduğu bir sırada, havadan uçaklarla bombalanmış; darbeciler tarafından kaçırılaran helikopter ve tanklarla masum halkımızın ateş altına alınmasıyla da vatandaşlarımız vatanını milletini savunurken şehit olmuş veya yaralanmıştır.


Tatil Nedir?
Tatil kavramı; ekranların başında vakit öldürmek, boş boş gezmek ve sadece oyun/eğlence anlamında bir kavram değildir. Elbette uzun yaz tatil dönemleri ve ara tatiller, kişilerin bedenen ve zihnen dinlenme zamanıdır. Lakin bu "dinlenme" vakitlerin boşa harcanmasına, amaçsız bir şekilde heba edilmesine sebep olmamalıdır. Esasında herşeyi vaktinde ve düzenli olarak yaptığımız zaman, stres ve kaygıdan uzaklaşarak yaratılış amacımıza uygun bir hayata sahip olabiliriz. İslam dini, asla boş kalmayı ve tembelliği kabul etmez. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber efendimize hitaben: “O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul!” [İnşirah Suresi/7] buyrulmaktadır. Âyet-i Kerime, bir iş tamamlandığında boş kalarak dinlenilmesini değil, bilakis insana fayda veren farklı bir işle meşgul olunmasını emrediyor. Kur’an-ı Kerim'de zikredilen ve tavsiye edilen dinlenme çeşidi bu şekildedir. Kur’an-ı Kerim'in "insanın başıboş olarak dünyaya gönderilmediğini" [Kıyamet Suresi/36] ifade ettiği biçimiyle, kamil insanın “tembellik ve boşluk” anlamlarına gelen "tatil" (عطله) kelimesi ile bağdaştırılabilecek herhangi bir yönü yoktur. Bir işi bitirdiğiniz zaman eğer dinlenmek istiyorsak; boş ve âtıl kalarak değil, iş değişikliği yaparak veya başka bir işle meşgul olarak ancak kamil manada dinlenebiliriz.
Çağın Hastalığı Unutkanlık
"Kur’an-ı Kerim’de 240 yerde zikredilen “insan” kelimesi bünyesinde muhabbet ve insanlarla irtibatı temsil eden “üns” ve unutmak anlamındaki “nesy” olmak üzere iki kök mana barındırmaktadır. Bünyemize yerleştirilmiş olan unutma özelliği bağlamında hoş görülecek şeyler olduğu gibi unutma hastalığının sirayet etmesine asla izin vermememiz gereken mevzular da bulunmaktadır. Elbette ki bu hastalığın zararlarından korunmak için bizzat Rabbimiz tarafından talim ettirilen “Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma”duasını sık sık etmeli, unuttuklarımızın affını niyaz etmeliyiz.
Kur’an-ı Kerim’de cennetteki yasaklı meyveden unutarak yediği zikredilen insanlığın atası Hz. Âdem’in nesli olarak bu hastalığın bizlere de sirayeti pek tabidir. Bugün Müslümanların yaşadığı sosyal, siyasal bütün çağdaş şartları ve ülkemizde geçmişte hâkim olan baskı ortamı şartlarını da göz önünde bulundurarak unutkanlığın sebeplerini şu maddelerde özetleyebiliriz:
Haram bakış nisyan verir. Kur’an-ı Kerim’in koyduğu, başta gözlerimiz olmak üzere tüm duyu organlarımızı haramlardan muhafaza etme emri, hiçbir şart ve zamana bağımlı olarak değişmeyen, herhangi bir yorumla da kesinliği asla değişmeyecek olan bir emirdir. Unutmayalım, bu emir yüce Allah’ın kıyamete kadar -şartlar, imkânlar ne kadar gelişirse gelişsin- gelecek tüm insanlığın dertlerine deva ve meselelerine çözüm olarak indirdiği kitabı Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir.
Haddinden fazla uyku da beyni hantallaştıracağından unutkanlık sebeplerindendir. Bunun gibi her türlü iş ve amelde de ölçüyü muhafaza etmemiz gerekmektedir. Zira ölçüsü konulmayan yalnızca iki amel vardır. Bunlar ise hayatımızın her alanında, hangi işle meşgul olursak olalım devam etme özelliğine sahip olan zikir ve cihattır.
Midenin sürekli dolu olması.
Güneşin doğmasından sonra ve batmasından önceki kerahat vakitlerinde uyumak.
Sabah kahvaltısını terk etmek.
İçi boş hayaller kurmak. Hayal gücü meşru dairede ve bir gün elde edilmesi mümkün olan şeyler için kullanıldığı takdirde elbette bir nimettir. Faydasız ve meşru daire dışında olan şeyleri hayal etmek ise hem zihnimizi beyhude yere meşgul edecek hem de unutkanlığa sebep olacaktır.
Temel sebeplerini sıraladığımız bu hastalığın çözüm yollarına gelecek olursak;
Bu konuda ilk önerim Kur’an-ı Kerim’den ayetler ezberlemektir. Bu tavsiyedeki asıl hedef ve maksat Kur’an-ı Kerim’den ezber ayetleri çoğaltmak değil, zihni Kur’an ile yormaktır. Bu gayret neticesinde unutkanlığın sona erdiğini görmek, belki Kur’an-ı Kerim’in mucize bir kelam oluşunun delillerinden biri olarak da kabul edilebilir. Kur’an’a vakit ayırmaz, zihnimizi Allah’ın kelamıyla değil de, faydasız ve gereksiz şeylerle, TV programlarıyla yorarsak bunun aksi bir tesiri görmemiz de kaçınılmaz olacaktır.
Unutkanlığı yenmenin bir diğer yolu ise “Elin karda, gönlün Yarda” prensibini şuur haline getirmektir.
Bu hastalığın bir diğer tedavisi ise zikrullah ile meşgul olmaktır. Allah’ın adını -hassaten seherlerde- zikretmek ruhumuz için tarifi imkânsız bir gıda ve vitamin niteliğindedir.
Bir de bu hususta somut bir öneri verecek olursak; âlimlerimiz hafızanın kuvvetlenmesi için hassaten sabah namazı eda edildikten sonra 21 adet çekirdekli siyah üzüm yemeyi tavsiye etmişlerdir."
Abdullah BÜYÜK
15/01/2016
http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdullah-buyuk/cagimizin-hastaligi-unutkanlik-ve-sebepleri-13435.html
Arpaçay’da Matematik Projesi
Kars Arpaçay 3 Kasım YBO koridorunda Matematik Sokağı açıldı. Kars’ın Arpaçay İlçesi 3 Kasım Yatılı Bölge Okulu (YBO) koridorlarında Kaymakam Lokman Önder’in de katılımıyla ‘Matematik Sokağı’ açılışı yapıldı. “Yerin Seni Matematik” sloganıyla hayata geçirilen projede öğrencilerin korkulu rüyası olarak görülen Matematik dersinin sevdirilmesi amaçlanıyor.
İlçedeki TEOG sınavlarında başarının artırılması için Milli Eğitim Müdürlüğü’nde kurulan Proje Ofisinde bir araya gelen Matematik öğretmenleri, öğrencilere bu dersi sevdirmek için renkli bir projeye imza attılar. Öğretmen Melda Sezer tarafından hazırlanan “Yerim Seni Matematik” projesi; Kaymakam Lokman Önder, İlçe Milli Eğitim Müdürü Metin Avcı, 3 Kasım YBO Müdürü Fettah Yağışan’ın destekleriyle okulun matematik öğretmenleri Kamerşah Karacan, M. Furkan Sarıarslan, İlker Deniz Türk ve Müjdat Karadağ tarafından hayata geçirildi. Ardından öğrencilerin matematik dersinde anlamakta zorlandıkları ve sınavlarda başarıya dönüştüremedikleri konuları belirlediler. Daha sonra bu konular üzerine hangi şekil ve şemaların nerelere çizileceği üzerinde duruldu. Uzun süren çalışma önceki gün şekillendi ve 3 Kasım YBO’nun ikinci katındaki koridora “Matematik Sokağı” adı verilerek şekil ve şemalar; duvarlar, kapılar ve koridora çizildi. Matematik Sokağı’nın açılışı Kaymakam Lokman Önder ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Metin Avcı tarafından yapıldı. Projenin emektarı öğretmenler katılımcılara koridoru gezdirerek şekil ve şemalar hakkında bilgi verdiler. Sınıflarından teneffüse çıkan öğrencilerin karşılaştıkları matematik şemaları tek tek anlatılarak hedefin; öğrencilere matematiği sevdirmek olduğu vurgulandı.
Kaymakam Lokman Önder ortaokul öğrencilerinin ders gördüğü sınıfları da tek tek gezerek uygulamadan memnun kalıp kalmadıklarını sordu. Öğrencilerin bu projeyle birlikte matematiği sevmeye başladıklarını söylemeleri herkesi sevindirdi. Özellikle de projeye kafa yoran öğretmenler matematik dersindeki başarının önümüzdeki sınav sürecinde daha da artacağına olan inançlarının arttığını belirtiler. Öğrenciler, uygulanan projenin kendilerine ne kadar faydalı olduğunu uygulamalı olarak da gösterdiler. Koridora çıkan öğrenciler, “sek sek” oyunlarıyla da renklendirilen renkli şekiller üzerinde öğrendiklerini anlatmaya başladılar. Matematik dersini önden sevmediklerini, bugüne kadar “canavar” olarak gördükleri matematik dersini artık çok sevdiklerini ve daha da başarılı olacaklarını ifade ettiler. Öğrenciler son olarak hep bir ağızdan “Matematik Öcü Değil, Biz Matematiği Çok Seviyoruz” diyerek başarıdan başarıya koşacaklarının inancını gösterdiler. Öğrenciler ayrıca, derste işlenen konuları koridorda dolaşırken görmelerinin kalıcı öğrenmeyi sağladığına da dikkat çektikleri gibi koridordaki matematik sembol ve formüllerden yararlandıklarını, bu uygulamanın zihinde kalıcı etki bıraktığını kaydettiler.
Kaymakam Lokman Önder, “İlçe Milli Eğitim müdürlüğümüz tarafından başlatmış olduğumuz Matematik Sokağı ve Yerim Seni Matematik konulu projenin açılışını gerçekleştirdik. Bu proje bizim TEOG sınavlarında sonuçları değerlendirdikten sonra eksik olduğumuz bir alan olan Matematiği nasıl daha iyi hale getirebiliriz düşüncesiyle hareketle bunun çözül yollarını bulmak için bu projeyi geliştirdik. Bu kapsamda 3 Kasım YBO’yu pilot okul olarak seçtik ve burada Matematik Sokağı’nı oluşturduk. Öğrencilerin matematiğe olan sevgi ve ilgilerini daha artırmayı hedefliyoruz. Bu projeyle daha iyi sonuç alacağımıza inanıyoruz. Eğitimde Arpaçay’ı bir marka yapmayı da hedefliyoruz. Matematikle ilgili klasik yöntemlerde ciddi bir başarı olamıyoruz. Bu tür alternatif yöntemleri denemek istiyoruz. Öğrencilerimizin hayatında bir nebze olsun değişiklik olabilirse, matematikteki başarıyı biraz daha artırabilirsek bu bizi daha mutlu edecektir çünkü bu bizim en büyük hedefimiz.” dedi.
Milli Eğitim Müdürü Metin Avcı da, “İlçemizde hayata geçirmiş olduğumuz “Yerim Seni Matematik” projesi dahilinde bu sokağımızı oluşturduk. Projeyle ilgili öğretmen arkadaşlarımız drama eğitimi de aldılar. Böylelikle öğrencilere daha nasıl verimli olunacağı konuşuldu. Daha sonra Matematik Sokağı, Şanlı Gün ve turnuvalar hatta matematik yarışmaları düzenleyerek çocuklarımıza matematiği nasıl sevdirebilirizden hareketle yola çıktık. Çocukların korkulu rüya olarak gördükleri ya da matematiğe karşı olan önyargıları yıkmak için öğretmen arkadaşlarla bu projeyi hayata geçirdik. Şu an eminim ki çocuklarımız artık matematiği korkarak değil, önyargılarıyla değil, severek ve ruhlarına işletilerek öğrenmeye başladılar. Okullarımızdan aldığımız dönüklerde de şunu görüyoruz ki projemiz yüzde 60-70 oranında başarılı olmuştur. Böylelikle amaçlarımıza ulaşmış olacağız.” diye konuştu.
PROJENİN AMACI:
Matematik dersine karşı ön yargıların yıkılıp matematiği sevdirmek, matematik başarını arttırmak ve Teog sınavındaki matematik başarısının da artmasını sağlamak.
PROJENİN GEREKÇESİ:
Arpaçay İlçe genelindeki ilkokul, ortaokul ve liselerde Öğrencilerin matematiğe karşı korku ve ön yargılarının olması,
Matematik dersinin öğrencilere soyut gelmesi,
Öğrencilerin matematik dersini sevmemeleri ve matematik dersinde başarısız olmaları,
Teog sınavındaki matematik başarısının çok düşük olması.
PROJENİN HEDEFLERİ:
Projemizin ana hedefi matematiği eğlenceli hale getirerek öğrencilerimizde matematik ön yargısını ve korkusunu yıkıp matematiği sevmelerini sağlamak.
Matematiği seven öğrenciler artık matematik çalışmaktan korkmadan matematiğe gerekli özeni göstermelerini sağlamak.
Matematiği somutlaştırarak matematiğin daha kolay anlaşılmasını sağlamak.
Öğrencilerin matematiğe karşı ilgisini ve dikkatini çekmek.
Matematiksel düşünme becerilerinin gelişmesini sağlamak.
Görsellerle zenginleştirilmiş ve günlük hayatla ilişkili ortamlar oluşturarak öğrencilerin matematiği kalıcı öğrenmelerini sağlamak.
Matematikten korkmayan, matematik dersine de gerekli özeni gösteren, matematiği seven, matematiği daha kalıcı öğrenen öğrencilerin artık matematikte başarılı olacağı düşüncesiyle matematik başarısının artmasını sağlamak.
İlçede matematik başarısının artmasıyla ortaokullarda gerçekleştirilen TEOG sınavında da matematik başarısının artmasını sağlamak
YAPILMASI PLANLANAN ÇALIŞMALAR:
Matematik öğretmenlerine drama eğitimi verilip matematik öğretiminde drama tekniğini kullanmak
Matematiğe uyarlanmış oyunlar geliştirmek, haftanın belli bir günü okullarda “Şanslı Gün” uygulaması yapmak, okullarda matematik turnuvaları düzenlemek
Öğrencilere satranç oyununu öğretmek ve satranç oyunu oynayabilecekleri alan oluşturmak
Matematikteki temel kavramları anlatan, matematik karikatürlerinin ve matematiği anlatan sözlerin olduğu görseller ile okul koridorlarını boyayıp matematik afişleri ve materyalleri ile okul koridorlarında “Matematik Sokağı” oluşturmak
PROJENİN ÇIKTILARI:
Matematik öğretmenlerine drama eğitiminin verilmesi, matematik öğretiminde drama tekniğinin kullanılması ve uygun ortamın oluşturulması
Matematik öğretiminde kullanılacak matematiğe uyarlanmış oyunlar
Okullarda “Şanslı Gün” uygulaması ve matematik turnuvaları
Satranç derslerinin verilmesi, satranç alanının oluşturulması ve gerekli satranç malzemeleri
Okul koridorlarında “Matematik Sokağı” oluşturulması
PROJENİN HEDEF KİTLESİ:
Ortaöğretimin temeli olan aynı zamanda ilkokuldaki hataların telafi edilme şansı olduğu için ve TEOG sınavındaki matematik başarısızlığının da etkisiyle projeye öncellikle ortaokullardan başlamak üzere ilçedeki tüm ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerimiz
KİŞİ/KURUM VE KURULUŞLAR:
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Proje Ofisi organizatörlüğünde tüm ilkokul, ortaokul ve liseler
İŞBİRLİĞİ YAPILACAK KURUM VE KURULUŞLAR:
İlçe Kaymakamlığı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüze bağlı tüm Okul Müdürlükleri, Kafkas Üniversitesi
PROJENİN ZAMANI: 2015 ile 2017 yılları
Projenin Her Yıl İçin
Başlangıç: Eylül ayı
Bitiş: Haziran ayı
Projeden beklenilen sonuçlar alındığında İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz tarafından ortaokulların yanında ilkokul ve liselerde de olmak üzere ilçede bulunan tüm okullarda yapılması planlanmaktadır.
SONUÇ:
2015-2016 yılında Arpaçay ilçesindeki tüm ortaokullarda 2016-2017 yılında tüm okullarda matematiği sevdirmek ve matematikte başarıyı arttırmak için matematik sokağının yapılması, satranç eğitimi ve okullarda satranç oynanması, okullarda şanslı gün uygulaması, matematik turnuvalarının düzenlenmesi, matematik derslerinde matematiğe uyarlanmış oyunlara ve dramaya yer verilmesi.
Kaynak: http://www.karsmanset.com/haber/sek-sek-oyunu-ders-formati-oldu-31431.htm
Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(301)
geometri
(133)
ÖSYM Sınavları
(61)
trigonometri
(56)
üçgen
(49)
çember
(36)
sayılar
(32)
fonksiyon
(30)
türev
(26)
alan formülleri
(25)
analitik geometri
(23)
dörtgenler
(19)
denklem
(18)
limit
(18)
belirli integral
(14)
katı cisimler
(12)
istatistik
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(6)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)






























