Hayvanlar, vahşilikleri ve uysallıkları ile ayrı yaratılışların örnekleri ile insana birer mesaj niteliğindedir. Allah-ü Teala tarafından eşsiz özellikleriyle yaratılan hayvanlar, insanların bu dünyada hem azığı hem de dünyalık işlerinde yardımcısıdır. Nitekim bu durum Kur’an-ı Kerim ayetlerinde: “Eti yenen büyük ve küçük baş hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için soğuktan koruyucu şeyler ve başka yararlar vardır, ayrıca onlardan beslenirsiniz. Onlarda akşamları otlaktan getirirken, sabahları otlatmaya salıverirken size sergiledikleri bir güzellik de vardır. Bu hayvanlar ancak kendinizi fazlasıyla yorarak ulaşabileceğiniz bir beldeye yüklerinizi taşır. Kuşkusuz rabbiniz çok şefkatli, çok merhametlidir. Binmeniz ve güzelliğini seyretmeniz için atları, katırları, eşekleri de yarattı. O, sizin bilmediğiniz başka şeyler de yaratır.” (Nahl Suresi/5-8) şeklinde geçer.
Haramlığı insana emir ve yasaklarla bildirilen tüm hayvanların dışında kalanlar, insanın istifadesine sunulmuştur. “Yapılması gereken işte budur. Kim Allah’ın koyduğu yasaklara saygı gösterirse bu, rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Size vahiy ile (haramlığı) bildirilenlerin dışındaki hayvanları yemeniz helâl kılınmıştır. Öyleyse pislikten yani putlardan uzak durun ve asılsız sözden de kaçının.” (Hac Suresi-30) [2] Bu kullanım ve yararlanma biçimi, asla fıtri amacın dışına çıkmamalıdır. Hayvanların insanoğluna birer emanet olarak verildiği bilinci, asla unutulmamalıdır. İnsan ise kendisine emanet olan bu hayvanlardan, sadece ihtiyacı kadar yararlanması gerektiği fikrinden uzaklaşmamalıdır. Hz. Hud (a.s) kavmi için Kuran-ı Kerim’de “Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti." (Şuara Suresi-133) şeklinde çocuklarla birlikte aynı ayetin içerisinde zikredilmiş olması, hayvanların bizler için önemli birer varlık olduğunun alameti konumundadır. Ayrıca hayvanlar, insanlara boyun eğdirilmiş ve insanın hizmetine sunulmuş aciz varlıklardır. “Görmezler mi ki kendi kudretimizin eserlerinden olmak üzere onlar için sahip oldukları nice hayvanlar yarattık. Bunları kendilerine boyun eğdirdik ki bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler. Bunlarda kendileri için içecekler ve başkaca yararlar da vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?” (Yasin Suresi/71-73) ayet-i celilesi, bu durumu en güzel biçimde ifade eder. Eğer Allah dileseydi; insan, hayvanların hiçbirisine söz geçiremez ve onlardan asla yararlanma fırsatı dahi bulamazdı. İnsan, dünyaya bir imtihan amacıyla gelmiş ve ebedi hayatı kazanma gayesi etrafında fani yaşamına bırakılmıştır. İnsan bir efendi değildir. İnsan, bir yolcu misali konakladığı bu dünya ortamında, her şeyden lazım olduğu kadar yararlanması gereken bir varlıktır. Hayvanlara yapılan eziyet ve zulümler aslında bu bilincin kaybolması sebebiyle tezahür etmeye başlamıştır. Hayvanlar hususunda insanların pervasızlığı, zalimliği, merhamet ve şefkat damarlarının yoksunluğu genelde insanın dünyaya bağlılıklarının bir sonucudur. İnsanın kendinden olmayana eziyet etme davranışının sebebi, rahmet ikliminden uzaklaşmasıdır. Problem, insanın yegane güç olma iddiası ve yaratıcısına baş kaldırmasıdır. İnsanın kendisine bahşedilen her türlü nimeti, hayvanları, meyve ve sebzeleri, çeşitli bitkileri ve eşyayı da son derece hor kullanan israf eden bir yapısı vardır. Varlıkların yaratılış vasfını bozan, hayvanları ve nebatatı hormonlarla haddinden fazla büyüten, tohumu yok eden, sonra tekrar tarım ıslah çalışmalarına girişen ve bunu organik ürün adı altında pazar oluşturup diğerlerinden iki, üç kat farkla satan zihniyet, maalesef günümüz kapitalist düşüncesinden başka bir şey değildir.
İnsan, hayvanların etinden, sütünden, yumurtasından, derisinden vs. gerektiği kadar yararlanmalıdır. Bir tavuk, insana günde bir yumurta verir. Bir koyun, bir sığır bir ailenin günlük içeceği süt miktarını fazlasıyla karşılar. Zayıf düşmüş, yaşlanmış, yumurtadan kesilmiş ve üremeyi devam ettiremeyecek durumdaki hayvanlar da insana et olarak katkı sunar. Bu miktar bir aileyi ve yardımlaşma ile bir toplumu çok uzun süre ayakta tutar. Buradaki temel gaye ölçüyü koruyabilmek ve haddi aşmadan hayata devam etmek ve hükümran olma sevdasından uzak kalıp nefsini terbiye ederek yaşayabilmekten geçer. Hayvanlar, temel besin maddelerinin başında gelmektedir. Hem insanlar hem de diğer canlılar, hayvanları birer besin maddesi olarak kullanıp, hayatlarını devam ettirmektedirler. Gerek etleri, gerek sütleri, gerek diğer uzuvları ile hayvanlar hem kendi aralarında, hem de insanlar için temel ihtiyaçların giderilmesi için elzem varlıklardır. Sadece bitkisel bir beslenme modeli ile insan vücudu için gerekli mineral ve vitaminler elde edilemez. Sentetik yollarla laboratuvar ortamlarında üretilmiş güya hayvansal nitelikteki maddeler, asla asli hayvanların yerini tutamaz. Vahşi hayvanlar, et tüketimi olmasa yeryüzünden silinirler. Böcekler, balıklar, sürüngenler, yırtıcı kuşlar gibi nice sayısız hayvan ve hatta çeşitli bitkiler et tüketimi ile canlılıklarını muhafaza edebilirler. Eşrefi mahluk olan insanın da en temel ihtiyaçlarından birisi et tüketimidir.
İnsan, et tüketiminin yanında hayvanların sütünden de yararlanır. “Sizin için hayvanlarda da alınacak ders vardır. Size onların karınlarında oluşandan içiriyoruz; onlardan sağladığınız başka birçok fayda da var, etleriyle besleniyorsunuz. Onların üzerinde ve gemilerde taşınıyorsunuz.(Mü’minun Suresi/21-22) İnsan, süt üzerinden bazı işlemlerle peynir, yoğurt, ayran vs. gibi çeşitli ürünler elde ederek bunları hayatının idamesinde kullanılır. Süt ve süt ürünleri, çocukların büyümesini ve gelişmesini sağlamakla birlikte yetişkinlerde vücut direnci sağlar. Kemikleri güçlendirip, mikrop ve enfeksiyonlara karşı bağışıklık sistemini korur. Beyin ve zihin gelişimi için oldukça faydalı bir besin olan süt ve süt ürünleri, vücut dokularının ve hücrelerinin yenilenmesine ve cildin canlılığını korumasına da yardımcı olur. “Sizin için sağmal hayvanlarda da kesin olarak ibret vardır. Nitekim size hayvanın karnında, besin artıklarıyla kan arasında (oluşan), içenlere lezzet veren saf süt içiriyoruz.” (Nahl Suresi/66) Birbirinden farklı nice nebatatı yiyip, onlardan büyük bir ibretle süt meydana getiren inek, koyun, keçi gibi hayvanları, insanın emrine sunan Allah’a hamd olsun. Süt ve sütten elde edilen çeşitli ürünler, Allah’ın yüce kudretini göstermesi açısından, insan için büyük bir ibret vesikasıdır. Zikredilen Nahl Suresi/66 ayetin tefsirinde, tefsir alimi Zemahşeri tarafından şöyle bir açıklama yapılmıştır: “Süt, vücuttaki besin artığının bulunduğu sistem ile kanın bulunduğu sistem arasından gelmekte, bunlara asla karışmamaktadır; bu sebeple de yapısı ve özellikleriyle besin ve kandan farklı bir değer taşımaktadır. Âdeta süt ile kan ve besin artığı arasına Allah’ın kudretiyle bir perde çekilmekte, sütün bunlardan birine veya ikisine karışarak renk, tat ve kokusu bakımından saflığının bozulması önlenmektedir.”(Zemahşeri, II, 334)[3] İnsanın temel besin maddelerinden biri olan sütü, bu şekilde büyük bir hikmetle yaratan Allah, hayvanları vesile kılarak süt ve süt ürünlerini insanlara rızk olarak sunmuştur. İnsan, bu hikmet karşısında boyun büküp şükretmesi gerekirken, maalesef hırs ve hevasının esiri olmuş, daha fazla süt ve et üretmenin yollarını aramış çeşitli hormon ve ilaçlarla hayvanların fıtratını bozmayı başarmıştır.
İnek ve koyunları, makineleşmiş ortamlarda ilaç, hormon ve vitaminlerle zenginleştirildiği iddia edilen yemlerle dar alanlarda, hiç gezdirmeden adeta hapis hayatı içinde besleyen insan, hayvanın fıtratına maalesef müdahale etmiştir. Allah ayetinde “Yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, onda size yollar açan ve gökten su indiren O’dur. Onunla her çeşitten çift çift bitkiler çıkardık. Kendiniz yiyin, hayvanlarınızı da yayarak otlatın. Kuşkusuz bunlarda akıl sahiplerinin çıkaracağı dersler vardır.” (Taha Suresi/53-54) buyurmasına rağmen hayvanları öyle bir hapis hayatının içine sokan insan, gerçekten de hayret verici şekilde zalim ve bencildir. Islah çalışmaları adı altında nesli bozan, erkek ve dişiyi ayrı ortamlarda tutup sadece kendi belirledikleri zamanlarda laboratuvar ortamlarında üreten düşünce, en temel fıtrat olan çoğalma özelliğini dahi hayvanların kendi isteklerine asla bırakmayarak kontrol altına alan zihniyet, aynı bencil kapitalist fikrin semeresidir. İnsan dengeli olmak mecburiyetindedir. Her şeyi gerektiği kadar, ihtiyaç zamanında kullanmakla mükelleftir. İnsan, her zaman orta yolu bulmak zorundadır. Bu bakımdan insanın zihni gelişimini sağlayan et tüketimini, tamamen reddeden, hiçbir şekilde hayatlarına sokmayan insan zihniyeti de kabul edilebilir bir şey değildir. İnsanı et ürünlerinden uzaklaştırarak, helal olanı haram ve iğrenç gibi göstermeye çalışan vegan ve bitkisel yaşam fikri de fıtrata ters olup, bu hayat tarzlarını, modern bir yaşam biçimi olarak kabul ettirmeye çalışmak da bir o kadar garip bir mevzudur.
Veganlık, hayvansal her türlü ürünü reddedip kullanmamaya dayalı bir yaşam biçimidir. Bu yaşam tarzını benimsemiş insanlar; hayvanların da insanlar gibi eşit canlılık hakkı olduğunu savunarak, hayvanların insanlar için yaratılmış olduğu fikrini kabul etmezler. 1944 yılında Elsie Shrigley ve Donald Watson tarafından vegetarian kelimesinden türetilmiş Veganizm, et ve süt ürünleri ile birlikte, yumurta, bal, deri, süet, yün ve ipek gibi hayvan kaynaklı bütün ürünlerin kullanımını da reddeder. [4] Son yıllarda dünya üzerinde bu tür vegan yaşam tarzının reklamlarla desteklenip, çeşitli basın ve yayın organları ile teşvik edildiği ve yatırım fonları aracılığıyla ile de desteklendiği gözlemlenmektedir. Bu mevzu derin bir konudur, vegan yaşam üzerinde çok farklı görüş ve tezler mevcut olduğundan, konumuzu dağıtmaması açısından bu kadarlık bilgiyle yetinelim.
İnsan, hayvanların etinden ve sütünden yararlandığı gibi onların derilerinden ve kürkleri gibi çeşitli kaynaklarını da kullanılır. İnsanoğlu, hayvanların uzuvları ile günlük yaşamlarında yararlanacakları pek çok eşyayı üretebilme becerisini gösterebilmiş yegane canlıdır. Kuran-ı Kerim’de: “Allah, size evlerinizi huzur yeri yaptı; hayvanların derisinden gerek yolculuk gününüzde, gerekse ikamet gününüzde kolaylıkla taşıyabileceğiniz barınaklar yapmanızı; keza bir süreye kadar onların yünlerini, yumuşak tüylerini, kıllarını ev ve giyim eşyasıyla ticaret malı olarak değerlendirmenizi sağladı.”(Nahl Suresi/80) buyrularak, insanın hayvana hükmetme çabası ayette dikkat çekici biçimde ifade edilmiştir. İnsanın, hayvanlar özelindeki bu ‘efendilik’ düşüncesi o kadar ileri gitmiştir ki, Allah’ın ayetteki “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir. (Ahzab Suresi-72) hitabında olduğu gibi insanın bu efendilik taslaması, adeta cehalet ve zalimliğinin bir tezahürü olmuştur. İnsan, her işinde orta yolu bulmak ve buna göre davranmak zorundadır. Midesini doldurmak uğruna kendinden daha aciz olan hayvanları hadsiz yok etme, onların yaşama hakkını, zevkü sefa için elinden alma bir hak değildir. Allah’ın razı gelmediği davranışları, hayvanlara dikte ederek onları metalaştırma gibi bir hak da insanoğluna verilmemiştir. İnsan, kendine emanet olarak verilen dünya nimetlerinin tamamından sorumlu olarak hesaba çekilecektir. Şefkat ve merhamet damarından yoksun olarak yaşayanlar, İslam’ın kemalat düşüncesinden ve rahmet ikliminden uzak bir yaşantıda debelenen nasipsizlere benzer ki, “Allah, rahmetini yüz parçaya ayırdı, doksan dokuz parçasını yanında tuttu, bir parçasını ise yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça sayesinde bütün mahlûklar birbirlerine merhametli davranırlar. Hatta kısrak (yavrusunu emzirirken) basıp da ona zarar verme korkusuyla ayağını kaldırır.” (Buhârî, Edeb,19) hadis-i şerifinde belirtildiği gibi hayvanlarda bile görülen rahmet, insan/hayvan/bitki ayrımı yapmayıp tüm canlara acımasız davrananlara maalesef çok uzak bir kavramdır.
***
İnsanların günümüz dünyasında hayvanlara gösterdiği çeşitli zalimlik ve cehalet örneklerinden bazılarını paylaşarak konuyu biraz farklı yönlerden incelemek istiyorum.
İnsanlar, balık ağlarını yavru balıkları bile avlayacak kadar sık ördükten sonra denizlerin diplerine kadar kuruturlar, daha sonra da av yasağı ilan ederek güya balıkların üreme dönemlerini koruma altına alırlar. Kendilerince avlanacak balık boyları belirlemeye çalışarak, balıkları üreme dönemlerine güya hazırlamış olurlar. Av zevki uğruna yemek maksatlı olmadan balık avlayıp, sonra balıkların ağızlarına batmış olta iğnelerini ağızlarını kopartarak çıkarıp tekrar denize bırakan zihniyet ile dip trolü denen balık ağı ile her şeyi süpüren av yöntemi arasında insanın bencilliği konusunda, bir farkın olmadığını rahatlıkla görebilirsiniz. Zıpkınla veya dinamitle balık avlayıp bunu marifet gibi teşhir edenleri rahatlıkla sosyal medyada görebiliriz. Yengeç, karides, ıstakoz gibi deniz mahsullerinin tencerelerdeki seslerine şahit olmuşuzdur. Binlerce balık olacak havyarların, tabakta meze oluşuna da tanık olmuşuzdur. Balıkları deniz ortamında çevrelenmiş kapalı havuzlarda, ne olduğu belli olmayan yemlerle kısa sürede yetiştirip avlayarak, tezgahlarda insanların hizmetine sunarken, kendilerine göre doğal olan bu ortam ve doğal yemlerle (!) ürettikleri balık ürünlerini daha kolay satabilmek için ‘sağlığa yararlı olma kisvesi’ altında bu besinlerin reklamlarını yaparak satabilmenin yollarını arayanlara da çok defa şahit olmuşuzdur.
Tavukları kafese hapsedip kısa sürede civciv halinden hormonla büyüten, gece gündüz yumurtlasın diye ışık altında bekleten zihniyet de yine aynı bencil yapının bir yansımasıdır. Bu zihniyete göre tavuklar, daha en başta yumurta halinde iken eziyet kültürünün içine bırakılıyorlar. Yumurtalar büyük bir kuluçka makinesinin içinde, tavuk annelerinin sıcaklığından mahrum olarak makinenin engin sevgisi(!) ile yoğrulan dünyada hayata gözlerini açıyorlar. Tavukların altında günlerce bekleyerek anne sıcaklığı ile olgunlaşan geleneksel civcivler yerine, artık herhangi bir şekilde tavuk anneleriyle bir araya gelmelerine izin verilmeden, sıkışık çok katlı kafeslerde, özel hazırlanmış yemlerle besleniyor, ardından alanında uzman kişiler tarafından dişi ve erkek civcivler, hızlı entegre tesislerde birbirlerinden birer meta gibi atılarak ayrılıyorlar. Dişiler yumurta üretimi için kafeslere gönderilirken erkek civcivler ise ya telef oluyor ya da öğütülerek yem yapılıyor. Dar kafeslerin içinde yaşamaya zorlanan tavuklar çömelerek ya da sadece ayakta kalarak yem yemeleri ve çok seri şekilde yumurta üretmeleri sağlanıyor. Bu süreçte tavuklardan bazıları yaşadıkları yoğun stresten ölebiliyor. İnsanoğlu, tavuk çiftliklerindeki bu hastalık ve ölümleri ilaçlarla kontrol altına almayı başaramadığı durumlarda telef olan tavukları da endüstrinin başka kollarında değerlendirerek kendilerine göre hep kazanıyorlar. Diğer kafes tavuklarına nazaran biraz daha geniş mecralarda yaşama şansı bulan tavuklar; organik ve gezen tavuk olarak adlandırılıp, yumurtaları ve etleri de, daha pahalı olarak tüketiciye sunuluyor. Şu ‘gezen tavuk’ ve ‘organik’ kelimelerini bir kere düşünün. Gezmeyen, hareket etmeyen tavuk mu olur? İnsanın tüketim çılgınlığına ve pervasızlığa yetişebilmek için, tavukların bu şekilde adlandırılması, kapitalist dünyada maalesef mümkün oluyor. Ayakları toprağa basmadan, tavuk entegre tesislerinde yumurtadan çok kısa sürede olgunlaştırılıp sofralara gelen yetişkin civcivler ve bunların tüketilmesi sonucu oluşan hastalıkların çarelerini aramakla boğuşan insanların bu davranışı, zalimlik ve cehalet göstergesi olmakla birlikte, kapitalizmde yerleşmiş doğal köleliğin işaretidir.
Kedi ve köpek gibi hayvanların bir bebek gibi giydirilip kuaförlerde saçların tarandığı, ne olduğu belli olmayan mamalarla beslendiği zihniyet ortamı; insanın kendi bencil hisleri uğruna aciz hayvanları nasıl kuklaya dönüştürdüğünün işaretidir. Kimsesiz kalmış yardıma muhtaç binlerce insan evladına, anasız babasız yetim çocuklara en küçük bir hayrı olmayıp da kedi/köpeğe en güzel kıyafetleri ve yiyecekleri alıp, milyonlarını bağışlayarak, arkadaşlığı/dostluğu hayvandan bekleyen, yalnızlıklarını bu şekilde gidereceğini düşünen insanların hali; “Sürü veya av veya ziraat köpeği dışında bir köpek besleyen kimsenin, ecrinden her gün bir kırat eksilir." (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî) [5] hadis-i şerifi mucibince birer ibret vesikasıdır. Kedi ve köpeklerin güzellik yarışmaları adı altında podyumlarda gezdirilmesi, bakım otelleri ile sıradan bir insanın hayal bile edemeyeceği hizmetleri görmesinin yanında, daha şansız ortamda dünyaya gelen benzer yaratılışa sahip kedi ve köpeklerin başka bakımevlerinde çeşitli eziyetlerle öldürülmesi, bahçelerde ve sokaklarda zehirlenmesi, ayaklarının kuyruklarının kesilmesi, zaman zaman ırklarının bozularak çeşitlendirilmesi, aşılarla kısırlaştırılması, fazla havlayıp ortamları rahatsız etmesin diye ses tellerinin yok edilmesi gibi akla hayale gelmedik işkence hareketleri, insanların vahşiliklerine örnektir. İnsanın bu misallerdeki durumu bile, bir ikilemin içinde yuvarlanıp gittiğinin göstergesidir. İnsan, yolunu şaşırmıştır ve kaybettiği yolu bulmamak için direnmektedir.
İspanya'da her yıl yapılan sözde festivallerde, boynuzları kesilen ve yakılan boğaların, halk arasına salınarak insanlarla birlikte arenalara kadar koşturulması ve arenada ok ve kılıç darbeleriyle eziyet içinde öldürülmesi, sadece bir yerel gelenek olarak ifade edilebilir mi? Japonya, Norveç ve Danimarka gibi ülkelerde her yıl yüzlerce balinanın, yunus balığının ve köpek balıklarının katledilmesi, Kanada'da her yıl yüz binlerce fokun sopalarla canlı canlı dövülerek öldürülmesi, Çin, Nepal, Tibet..vs. gibi Uzakdoğu ülkelerinde her türlü hayvanın ayırt edilmeden canlı canlı yenilmesi ve bunlardan nice garipliklerle dolu süs eşyalarının yapılması, tavşanların ve kazların tüylerinin canlı canlı yolunarak tekstil sanayisinde kullanılması, insanların bu hayvanlara reva görülen zalimliklerine dünyadan bazı bilinen örnekleridir.
Avustralya da çok su içiyorlar diye deve katleden zihniyet insanın yine bu bencil yapısıdır.[6] Yerli Aborjin halkının yaşadığı bölgede, günlerce binlerle ifade edilen sayıda deve itlaf edilmiş ve dünya, bu olayı kılını kıpırdamadan izlemiştir. Kuraklık sorununa kendi akıllarınca çözüm bulan bu zihniyet, zalimliğin ve cehaletin göstergesidir. Kuş gribi, deli dana gibi ne olduğu belli olmayan hastalıklarla, sağlıklı veya hasta diye ayırt edilmeden topyekun yakılarak itlaf edilen hayvanlar gibi en küçük bir olayda savunmasız dilsiz hayvanları hapseden, itlaf eden, işkencelere maruz bırakan düşünce yapısı, insanın egoist zihniyetinin yanında, dünyaya hükümran olma sevdasını da içinde barındırmaktadır.
Gerçekten hayatımda bu konuyu bu kadar çok boyutlu ele alan ve bu kadar düşündürücü bir yaklaşımla irdeleyen başka bir yazıya rastlamadım. Allah sizlerden razı olsun. İnşallah bu yazı da çokça kişiler tarafından okunur ve ibret alınır...
YanıtlaSilGüzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim. İstediğinz mecralarda paylaşarak yazının okunmasına katkı sağlayabilirsiniz.
SilKöpek sorunuyla boğuştuğumuz şu günlerde hayvanlara nasıl yaklaşılması gerektiğini güzel ele almışsınız, teşekkürler.
YanıtlaSil