Tilavet Secdesi ve Secde Ayetleri

Tilavet secdesi, Kur’an-ı Kerim'de bulunan 14 secde ayetinden birisini okumak veya duymakla mükellef tarafından yapılması vacip olan secdeye denir. Kur'an-ı Kerim'deki secde âyetlerinden birini okuyan veya dinleyen âkıl, bâliğ bir Müslümanın bir defa secde yapması vacibtir. Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre tilâvet secdesi sünnettir. Secde âyetinin tercemesini okuyan veya dinleyen kimse de secde yapmalıdır. 
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar ve kendilerine Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar." (el-İnşikâk, 84/21) Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ı Kerim'i okuyan ve dinleyene secde etmek vacibtir." (Buhârî, Sücûd, 10; bk. Nasbu'r-Râye, II, 178). Hadisin anlamı mutlak olup, dinlemek isteyeni de istemeyeni de birlikte kapsar. 

Tilavet secdesini nasıl yaparız? 
Başta, tilâvet secdesi yapacak kişinin abdestli, üstünün başının ve secde yapılacak mekanın temiz olması ve avret yerlerinin de örtülü olması şarttır. Abdestli bir şekilde Kıbleye karşı dönülür, "Allahü Ekber" diyerek eller kaldırılmadan direkt secdeye gidilir. Secdede Üç kere "Sübhâne rabbiye'l-a‘lâ" denildikten sonra yine "Allâhü Ekber" diyerek kalkılır. Kalktıktan sonra "Gufraneke Rabbena ve ileykel-masir" denilir. Bu secdede aslolan, yüzün yere konulması, yani secde edilmesidir. Tilâvet secdesine varılırken ve kalkarken alınan tekbirler de müstehaptır. Asıl secde ise vacibtir. Tilavet secdesinin özürsüz olarak geciktirilmesi mekruhtur. Namazı bozan her şey tilâvet secdesini de bozar. Daha tilâvet secdesinden kalkmadan abdestin bozulması, konuşma veya kahkaha ile gülme gibi durumlarda tilavet secdesi tekrar yapılır.
Tilavet secdesi ile ilgili çeşitli hükümler: 
Bir mecliste secde âyetinin birden fazla tekrarlanması hâlinde bir tilâvet secdesi yeterlidir. Birkaç secdenin bulunduğu çeşitli âyetleri okuyan kimsenin, meclis bir olsun farklı bulunsun, her bir âyet için ayrı bir tilâvet secdesi yapması vacib olur. Namaz sırasında okunacak secde âyeti için tilâvet secdesi derhal vacib olur. Çünkü bu namazdan bir parça olmuştur, namaz dışında kaza olunamaz.  Secde âyeti namazda kıyam halinde okunsa, eğer bundan sonra üç âyetten fazla okunmayacaksa namaz için yapılacak rukû veya secdelerle, bu tilâvet secdesi de yerine getirilmiş olur. Ancak üç âyetten fazla okunacak ise, bu secde âyetinden dolayı hemen bağımsız olarak secde edilmesi gerekir. Secde âyetini namazın içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı âyetlerin miktarına bakmaksızın derhal "Allahu ekber" diyerek tilâvet secdesine varır. Tilâvet secdesi niyetiyle yalnız rükûya varması da yeterlidir. Bundan sonra yeniden ayağa kalkar, birkaç âyet daha okur ve namazına devam eder. 
İmamın cuma ve bayram namazları ile gizli okunan namazlarda secde âyetini okuması mekruhtur. Çünkü cemaatin yanılmasına yol açabilir. 
Kur'an-ı Kerîm'de on dört yerde secde âyeti bulunmaktadır. Bu süre ve âyet numaraları şunlardır: el-A'raf, 7/206; er-Ra'd, 13/15; en-Nahl, 16/49; el-İsrâ, 17/107; Meryem,19/58; el-Hac, 22/18; el-Furkân, 25/60; en-Neml, 27/25; es-Secde, 32/15; Sâd, 38/24; Fussilet, 41/37; en-Necm, 53/62; el-İnşikâk, 84/21 ve Alak, 96/19.
Bu secde ayetleri ile dua ve niyazda bulunulabilinir. Zikredilen on dört secde âyetini bir mecliste okuyup her biri için ayrı ayrı secde yapan veya hepsini okuduktan sonra tamamına birden on dört secdede bulunan bir kimsenin dünyevî ve uhrevî istek, sıkıntı ve kederleri konusunda yeterli olacağı rivayet edilmiştir. Tilavet secdesi ile ilgili ilmihal bilgileri için tıklayınız.

Kula kulluk edilmez

Sözlükte “esir, köle, uşak” anlamına gelen "kul" kelimesi, Türkçe bir kelime olup, Orhun Yazıtları’nda "esir ve köle" anlamında geçer. Osmanlı padişahlarındaki kullanımda, "halk, tebaa, hizmetkâr, sadık" gibi anlamlara gelir. Dîvânü lugāti’t-Türk’te "kul" kelimesine, Osmanlı kullanışına uygun olarak “tâbi, hizmetkâr, sadık” anlamları verilmiştir. Arapça ve diğer Sami dil ailesinde kul kelimesi, "abd" (ﻋﺒﺪ) şeklinde olup, “hür veya köle olan insan” anlamlarına gelir. Bazı kelimelerin mecazi olarak kullanımı, her ne kadar yaygınlık kazansa da itikadi açıdan uygun değildir. Kul kelimesi de kanaatimce sadece "Allah'a kul olmak" şeklinde, Allah'tan başka hiçbir varlığa has kılınamayacak kadar özel bir kelimedir. "Kul olmak" kelimesi, bazen çok sevilen kişiler için; "kulun kölen olayım" şeklinde sevgi-saygı amaçlı, bazen yüksek makamlar karşısında; "kulunuz" "bendeniz" şeklinde nezaket amaçlı, bazen de birini kendine hizmetçi kılmak manasında; "kapıma kul ederim" şeklinde tehdit amaçlı olarak, mecaza hamledilerek kullanılır. Benzer şekilde, tarihte Osmanlı padişahlarından nakledilen "kullarım" şeklindeki bir hitap tarzıyla da "köle, hizmetkar, asker" anlamlarında "kul" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin böyle mecaz ya da hakiki anlamıyla Allah'tan başka varlıklar için kullanılması, kanaatimce haddi aşan bir kullanımdır. O kadar kelime arasından "kul" kelimesinin seçilip kullanılması, nefsin kolayca kibre düşebilmesinin yolunu açması bakımından bana göre sıkıntılıdır. İşte bu yazıda "kul olmak" kelimesinin kullanımından yola çıkarak, "hiçbir mahluka kul veya köle olmadan yalnız Allah'a kul olunacağını" anlatmaya çalışacağım. 
Kuran-ı Kerim'de "abd" hitabı Muhammed ﷺ ve diğer peygamberler, cinler, melekler ve insanlar için kullanılmış ve tapınma manasındaki bir  kulluğun yalnızca Allah için olacağı, Kuran-ı Kerim'de net bir biçimde bildirilmiştir. "Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler." (A’raf Suresi, 194) ilahi hitabı ve “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” (Hud Suresi, 26) ayeti, "kul" kelimesinin kullanımının da böyle bir vasıfa sahip olacağını akla getirir.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur ve sadece O'na kulluk eder. Ancak Allah'a boyun eğerek gerçek manada huzur bulabilir. Allah'a itaat etmek ve O'nun emirlerini yerine getirmek, insanın hayatına bir anlam katar. Allah'a kul olmak; insanı doğruya, adalete ve hidayete yönlendirir. İnsanın gerçek huzuru bulması, Allah'a kul olmaktan geçer. Allah'a karşı sevgi ve itaat, insanın kalbini tatmin eder; manevi mertebeler elde etmesini, derecesinin yükselmesini sağlar. İnsan, yaratılış amacının bilincinde olmak zorundadır. İnsanın yaratılış gayesi, Allah'ı Rab olarak tanımak, sadece Allah'a ibadet etmek, daima Allah'a şükretmek ve O'nun rızasını kazanmaya çabalamaktır. İnsanın bütün varlığı ile Rabbine itaat etmesi ve O'nun rızasını kazanması için çaba göstermesi, bu dünyada varolmasının gereğidir.
Allah'ın kulları olarak insanlar, Allah'a itaatsizlik etmeden ve O'nun emirlerine eksiksiz uyarak yaşamaya gayret göstermelidir. İman, ibadet, takva ve güzel ahlak, insanın Allah'a kul olma sorumluluğunun temel unsurlarıdır. Allah'a kul olmak; insanın hayatında doğru yolu tercih etmesi, hidayete kavuşması, dünyada salih amel için hareket etmesi ve yaşamını Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla düzenlemesi anlamına gelir. İnsan, ancak Allah'a kul olur. O'nun emirlerine ve yasaklarına itaat eder. Yaratılmış hiçbir mahluk, ibadete layık değildir. İbadet ve kulluk ancak Allah'a yapılır. Nitekim Allah'ın kendilerine zenginlik, mal-mülk ve hakimiyet verdiği Karun, Haman, Firavun ve Nemrut gibi geçmişte ilahlık taslayan, mal ve servetleriyle böbürlenen sahte yeryüzü tanrıları; Allah yerine başka ilah arayışına giren buzağıyı tanrı edinen Samiri gibi daha pekçokları Allah'ın gazabı karşısında yok olup gitmişlerdir. "Karun'u, Firavun'u, Haman'ı da yok ettik. Andolsun ki, Musa, kendilerine apaçık belgeler getirmişti de onlar Yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı." (Ankebut Suresi, 39) Andolsun ki güç ve kuvvet ancak Allah'ındır.  İnsan, ancak Allah'a kul olursa gerçek anlamda özgürleşir ve huzura erer. İnsan yaratıcıya karşı kulluğunu kabul ettiği zaman, boyun eğip itaat ettiği zaman, dünyada hiçbir şeyden çekinmez, kimsenin önünde eğilmez. Bu durum da kişiye manevi bir huzur ve anlam katar. İnsan başka hiçbir varlığa kul olamaz, başka bir varlığın önünde eğilemez. Böylece Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak hareket eden bir insan, ancak Allah'a kul olabilir. İnsanlar ister gönüllü olarak isterse de gönülsüz olarak davransın sonunda, "Göklerdeki ve yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir." (Meryem Suresi, 93)
| | | Devamı... 0 yorum

Cemaatler ve cemaatleşme Sorunu

Cemaat: TDV İslam ansiklopedisinde şu şekilde tanımlanır. “Toplamak, bir araya getirmek” anlamındaki cem‘ masdarından türeyen Arapça bir isim olup sözlükte “insan topluluğu” mânasına gelir. Fıkıh terimi olarak namazı imamla birlikte kılan topluluğu ifade etmek için kullanılır. İslâm dininde cemaat halinde ibadet teşvik edilmiş, hatta bazı ibadetler için cemaat şart koşulmuştur. Her gün kılınan beş vakit namaz, haftada bir kılınan cuma namazı, bayram namazları cemaatle eda edilen belli başlı ibadetlerdir. Cemaatle namaz, müslümanlar arasında mevcut mânevî bağın en önemli tezahürlerinden biridir. Namazların cemaatle kılınmasının hikmeti, müslümanların birbirleriyle görüşüp hallerinden haberdar olmalarını, bilgi alışverişinde bulunmalarını, aralarında disiplin, sevgi ve düzenin yerleşmesini ve ibadetlerini severek yapmalarını sağlama amacına yönelik olmalıdır. " 
Buradaki cemaat tanımı, namaz için gerekli olan şartların başında gelen tanımdır. Günümüz anlayışında ise cemaat denilince akla topluluklar, tarikatler ve bir fikir etrafında toplanmış olan oluşum ve teşkilatlar gelmektedir. Bir topluluğa intisab etmiş, aynı gayeye doğru yola çıkmış, kader birliği yapmış insanların herşeyden önce, İslam'ın koyduğu temel esaslara bağlı olarak hareket etmesi elzemdir.İntisab, bağ manasına gelir. İntisab edilen, bağlanılan yoldaki tüm gözlemler ve uygulamalar İslam'ın akaid ve inanç esaslarına tamamen uymalı ve Kuran-ı Kerim/Sünnet çizgisinden bir milim dahi sapma göstermemelidir. Şeyhin, mürşidin hal ve hareketlerinde, en küçük İslam'a aykırı bir davranış varsa, gidilen yolun sıhhati gözden geçirilmelidir. Hareketler ve davranışlar tevil edilmemeli, aklını kiraya vererek yorumlamaya çalışılmamalıdır. Tasavvuf kaideleri İslam şeriatine aykırı yorum içeremez. Eğer böyle bir durum söz konusu olursa o tarikat ve yol İslam dışı addedilir ve oradan hemen uzaklaşmak gerekir. İnsan, akıl sahibidir ve bilgi sahibi olmak zorundadır. Rüyalara, menkıbelere körü körüne inanmak ile kişi ahiretteki sorumluluğundan kurtulamaz. Tasavvuf ve tarikat konusu, İslam'da en çok farklı görüşün çıktığı ve bundan sonra da çok fazla yorumların oluşabileceği, yumuşak zemine dayalı bir mevzudur. Bu konuda ünlü tasavvuf alimlerinin yazdığı risalelerden ve özellikle İmam Rabbani'nin konu ile ilgili bakış açılarından örnekler vermek elzemdir.

| | | | Devamı... 0 yorum

Sandalyede Namaz

Takvim yapraklarında göz gezdirirken karşılaştığım "namazda kıyam" yazısı ile bugünlerde (2015) gündelik hayatta çok sık gördüğüm "saldalyede namaz olayı" arasındaki fark dikkatimi çekti. Üniversiteyi okuduğum yıllarda, Ankara'da camilerde defaatle sandalyede namaz kılanlarla karşılaşmıştım. O zamanlar (2006) tek tük olan bu hadisenin şimdilerde sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde sayıları azımsanamayacak bir boyuta gelmiş bulunan 'sandalyede namaz kılma olayı' hakkında düzenli bir şeyler yazmak için düşünürken, böyle bir namazın fıkhen caiz olup olmadığını da her yönüyle araştırma fırsatı buldum. Detaylarına inmeden yüzeysel olarak ortada bir acayiplik olduğunu söyleyerek, bu konuda bazı fikirleri acizane beyan etmek istiyorum. 
Camilere yürüyerek gelen onlarca abimiz, amcamız, dedemiz camide bir takım rahatsızlıklarını öne sürerek sandalyede, taburede veya camilerde onlar için özenle yapılmış sıralı oturak biçimindeki kısımlarda namazlarını ikame ediyorlar. Bu konuda bir örnek olarak Yozgat'ta bir öğle namazında camide karşılaştığım manzara gerçekten içler acısı vaziyetteydi. Büyük bir caminin ilk iki safında ayakta namaz kılanlar, daha sonra arkada üç saf halinde özel otobüs koltuğu mahiyetinde sıra sıra dizilmiş birbirine bağlı biçimde özel hazırlanmış oturaklarda namaz kılanlar vardı. (Aşağıda konu ile ilgili fotoğrafı ekledim, yıl: 2015) Arka sıra cemaatin üç safı bu şekilde oturak olarak düzenlenmiş ve bu kısımlarda namz kılanların sayısı ile normal saf düzeninde namaz kılanların sayıları gittiğim vakit namazında neredeyse aynı sayıda idi. Namaz çıkışında: "çoğunluğu genç ve dinamik görünümlü bu kişilerin acaba ne rahatsızlığı var da böyle namaz kılıyorlar?" demekten kendimi alamamıştım. 
| | | | | Devamı... 1 yorum

Kurban Hükümleri

KURBAN Zilhicce ayının onuncu, on birinci, on ikinci günleri ile on birinci, on ikinci gecelerinde ibâdet ve Allâh’a yakınlık niyeti ile kesilen beş nevi hayvana (deve, koyun, keçi, manda ve sığır) kurban denir. Zarûrî ve aslî ihtiyaçları ve borçlarından sonra nisâb miktârı malı olan her Müslümana senede bir kere Kurban Bayramı günlerinden birinde kurban kesmek vâcibdir. 

اَسْتَعِيذُ بِاللهِ : إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ. فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ. (سورة الكوثر)

 “(Habîbim Ahmed,) Şüphe yok ki biz sana Kevser’i verdik. Sen de Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes...” (Kevser Sûresi, âyet 1-2) 

 

KURBAN İBADETİNİN MÜSTEHABLARI 

1- Kurban edilecek hayvanı kurban günlerinden evvel alıp beslemek. 

2- Kesileceği yere incitmeden ve hürmet ile götürmek. 

3- Kesebiliyorsa kendisi kesmek. 

4- Kesemiyorsa ehil bir kimseyi vekil edip kesilirken hazır bulunmak.

 قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا تَضْرِبُوا وُجُوهَ الدَّوَابِّ، فَإِنَّ كُلَّ شَيْءٍ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ. (طس)“

Hayvanlara vurmayınız. Zira bütün her şey Allâhü Teâlâ’ya hamdederek tesbih eder.” (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’s-Sağîr) 

| | Devamı... 0 yorum

Kurban İbadeti ve Kurban Bayramı

Kurban Allah'a yaklaşmanın bir vesilesi olarak şartları müsait olan her müslümanın yerine getirmesi gereken ulvi bir ibadettir. Kurban, sözlük anlamıyla “yaklaşmak, Allah’a yakınlık vesilesi” demektir. Dinî terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli vakitte, belirli şartları taşıyan hayvanın, usulünce boğazlanması” demektir. Kurbanın dinî bir hüküm oluşu, Kitab, Sünnet ve İcmâ-i ümmet ile sâbittir. 

Hanefî mezhebine göre vacib olan Kurban, Şafiî, Malikî ve Hanbelîlere göre müekked (kuvvetli) sünnettir. Kurban ibdaetinde kaçmanın yollarını değil kurbanı kesebilmenin yolları aranmalıdır. Bir yılda bir yapılan bu ibadete bahaneler bulmak ve bu ibadetten kaçmak için türlü türlü fetvalara müracaat etmek müslümana yakışan bir davranış değildir.Kurban ibadetini vaktinde bilerek ve gevşeklik göstererek yerine getirmeyenlerden, bedenlerimizin bir zekatı olarak akacak olan o kurban kanı, başka sıkıntı ve kederlerle sene içerisinde bizden akacaktır.
 
| | Devamı... 0 yorum

Cenaze Namazı

555- Yıkanıp hazırlanan müslüman bir ölü, ön tarafa konarak onun namazı kılınmak üzere müslümanların abdest almaları ve kıbleye yönelmiş bulunmaları farz-ı kifayedir. 

556- Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyetle ölünün kadın veya erkek, kız çocuk veya oğlan olduğu tayin edilir, imam olan zat, Allah Teala'nın rızası için, hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar, imamete niyet etmesi gerekmez; ister cemaat arasında kadın bulunsun, ister bulunmasın. Cemaattan her biri de, Allah rızası için o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder. Ölü erkek ise, "şu erkek için", kadın ise "şu kadın için" diye duaya niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir. Cemaattan biri, ölünün erkek mi, kadın mı, büyük mü, küçük mü olduğunu bilmediği zaman, "üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imamla beraber namaz kılmaya ve dua etmeye" diye niyet eder. 

557- Cenaze namazının rükünleri kıyam ile tekbirdir. Sünnetleri de, hamd ve sena etmek, salat ve selam getirmek, hem ölüye hem de diğer müslümanlara dua etmekten ibarettir. Duanın rükün olduğunu söyleyenler de vardır. Namaz şöyle kılınır: Cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır, niyet edilir. İmam olan zat, ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat da gizlice tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbir bir bakıma bir rükündür, bir bakıma da bir şarttır. Bu tekbirin arkasından hem imam, hem de cemaat "Sübhaneke"yi okurlar. (Buna: "Ve celle senaüke"yi de eklerler). Sonunda ellerini kaldırmaksızın "Allahü Ekber" diye imam aşikâre tekbir alır. Cemaat da, ellerini kaldırmaksızın gizlice tekbir alır. Bundan sonra hepsi gizlice "Allahümme Salli ve Allahümme Barik" dualarını okurlar. Tekrar aynı şekilde "Allahü Ekber" diye tekbir alınır. Bu defa da ölüye ve diğer müminlere gizlice dua (cenaze duası, rabbena duası, fatiha şerife) edilir. Bu duadan sonra yine "Allahü Ekber" denilip tekbir alınır ve arkasından önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa imam yüksek sesle, cemaat da gizlice selam verirler. Böylece namaz tamamlanmış olur. Bu vacib olan selam ile ölüye, cemaata ve imama selam verilmesine niyet edilir. Bazılarına göre bu selamda ölüye niyet edilmez. 

(Cenaze namazında Fatiha süresinin okunması, Şafiîlerce bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir. Hanbelîlerce de bu bir rükündür. Birinci tekbirden sonra okunması vacibdir. Malikîlere göre okunması tenzih yolu ile mekruhtur.) 

İskat-ı Salât (Namaz Borcu)

İskat-ı Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi

    476- Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarla vitir namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir sadaka verme işlemine "İskat-ı Salât" denilmektedir. Şöyle ki: Mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını, ima ile dahi olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı yapmaksızın ölse, bunların düşürülmesi için (bunların manevî sorumluluğundan kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir. Böylece bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.

    477- İskat-ı Salât (namazların düşürülmesi) için vasiyette bulunmamış olan bir ölünün velisi (varislerinden biri) tarafından bağış yolu ile verilecek bir mal ile de, bu "İskat" işlemi yapılabilir. Ölünün bu yüzden bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur. Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu konuda yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilaf vardır. Her halde, yabancı bir kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevab ulaşır.
    478- Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış namazlarını düşürmek için fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır. Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez. Fakat bu hastalık halindeki namazlarını kaza etmek fırsatını bulamayacağını düşünerek vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış olduğu malın üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı Salât olarak) yerine getirilir.
    479- İskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak hayatı esas alınır. Şöyle ki: Ölü erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı yıl hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen bir erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz karşılığında bir fitre mikdarı fidye verilir. 
   480- Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap edilen namazların karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla on fakire devir şeklinde verilebilir.
    Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli senelik hayatı için devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul edilerek namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık devir yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün itibarı ile yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre üzerinden doksan lira eder. Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan lira on fakire veya birkaç birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu ayrılan para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa devir yeterli olur. Eğer ayrılan para kırkbeş lira olursa, o zaman bin iki yüz defa devir gerekir. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın mikdarına göre değişir.
| | | | Devamı... 0 yorum

Cibril Hadisi

Cebrail aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) de aralarında bulunduğu bir sahabe' topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrail (a.s.)'in bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise "Cibril hadîsi" adı verilmiştir.

Ömer İbnü’l-Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi: "Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, üzerinde yolculuk eseri bulunmayan ve hiçbirimizin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve: "Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat!" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam: "Doğru söyledin." dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam: "Şimdi de imanı anlat bana" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir.” buyurdu. Adam tekrar: "Doğru söyledin" diye tasdik etti ve "Peki “ihsan” nedir, onu da anlat" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu. Adam yine: "Doğru söyledin" dedi ve sonra da "Kıyâmet ne zaman kopacak?" diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir.” cevabını verdi. Adam: "O halde alâmetlerini söyle" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Cariyelerin (efendilerini) sahiplerini doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalar kurmada birbirleriyle yarışmalarıdır." buyurdu. Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben: "Allah ve Rasûlü bilir." dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi.” buyurdu. " (Müslim, Îmân 1,5; Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6.)

Abdullah b. Ömer bu hadîsi Basra' dan Hacc veya Umre için Hicaz'a gelen Yahya b. Yamer ve Humeyd b. Abdirrahmân el-Himyerî'nin kader hakkında soru sormaları üzerine rivayet etmiştir. Cibril Hadisinin Arapça metni aşağıdadır.

Yağmur Duası ve Namazı

Yağmurlar kesildiği zaman, müslümanlar yağmur duasına çıkarlar, ikramı bol olan yaratıcımızdan yağmur yağdırmasını isterler. İmam Azam'a göre "İstiska"dan maksad yalnız duadır, mağfiret dilemektir. Bunda cemaatle namaz sünnet değildir; fakat caizdir. İnsanlar isterlerse ayrı ayrı namaz kılabilirler.  

İki İmama göre ise, İstiska için en büyük idarecinin veya onun göstereceği kimsenin, cuma namazı gibi aşikâre okuyuşla iki rekât namaz kıldırması mendubdur. Bu namazın arkasından, bayramlarda olduğu gibi, hutbe okunur. Hatib minbere çıkmaz, yerde durur. Kılıç, ok veya sopa gibi bir şeye dayanarak hutbelerini okur. Üç gün arka arkaya İstiska duasına çıkılması güzeldir. 

Yağmurun inmesi gecikirse, eski elbiseler giyilerek ve başlar öne eğilerek tevazu içinde yaya olarak sahraya çıkılır. Önceden tevbeler yapılır, sadakalar verilir. Haksız yere alınmış şeyler varsa, sahiblerine geri verilir. Müslümanlar için mağfiret istenir. İmam Muhammed'e göre hatib, hutbe esnasında elbisesi dört köşeli ise bunun aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya çevirir. Değirmi ise sağını sol tarafa ve solunu da sağ tarafa getirir. Giydiği kaba kaftan ise, içini dışarıya ve dışını da içeriye getirir ve bu şekilde elbisesini giyer. Bu, sıkıntılı durumun değişmesi için bir hayır nişanı olarak yapılır. Fakat cemaat elbiselerini böyle tersine giymez. 

Müslümanlar yağmur duasına çıkarlarken çocuklarını, evcil hayvanlarla onların yavrularını beraberlerinde götürürler. Çocukları ve yavruları bir müddet analarından uzaklaştırırlar. Böylece üzüntülü bir hal içinde zayıflara ve ihtiyarlara dua ettirerek kendileri de amîn derler. İşte üzüntü, tevazu, kalb yumuşaklığı ve büyük bir teslimiyet içinde Yüce Allah'ın rahmet ve yardımı istenir. Daha sahraya çıkmadan yağmur yağmaya başlarsa, buna bir şükür karşılığı olsun diye yine sahraya çıkarlar. Bunu yapmak mendubdur. Yağmurlar istenenden çok yağmaya başlayınca, bunun kesilmesi veya başka taraflara dönmesi için dua edilmesinde bir sakınca yoktur. 

Yağmur yağarken: "Allahümme sayyiben nafi'an = Allah'ım! Bunu yararlı yağmur yap" denir, istenilenden fazla yağınca da: "Allahümme havaleyna ve lâ aleyna = Allah'ım! Bunu zarar vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma" diye dua edilir. 

Dua eden isterse ellerini yukarıya kaldırır, isterse iki işaret parmağı ile işaret eder. Her zaman sonsuz rahmetine ve yardımına kavuşmakta bulunduğumuz ikram ve merhameti bol olan Allah'ımızı hiç bir an unutmamak ve her vesile ile O'na muhtaç olduğumuzu anlayarak Yüce varlığına yönelmek ve yalvarışta bulunmak, bizim için bir kulluk borcudur. Bir düşünelim: Zaman zaman bulutlardan topraklarımıza yağan o yararlı yağmurlar kesilse, bunun sonu olarak da ırmaklar ve dereler kurusa, su kanalları bomboş kalsa, acaba bu suları bize kim getirebilecektir? Kaynaklarından daima fışkırıp duran ve hayatımıza hizmet eden o tatlı ve berrak suları Yüce Allah yerin dibine geçirse, acaba bunları kim bize getirebilecektir? İşte "De ki: Bana bildiriniz bakalım. Eğer suyunuz bir sabah yerin dibine batıp çekilse, size böyle akıp giden bu suyu (Allah'dan başka) kim getirebilecektir?" (Mülk, 30) âyet-i kerîme de, dikkat ve düşüncemizi bu noktaya çekiyor. Artık insanlık için habersiz kalmak ve Hak'dan yüz çevirip nankörlük etmek asla caiz olmaz. 

Peygamber Efendimizin bize nakledilen yağmur duası şudur:"Allahümme, eskına ğaysen muğîsen henîen merîen ğadekan mücellilen seyhan ammen tabakan. Allahümme, eskine'l-ğayse ve lâ tec'alnaminelkanitîn. Allahümme, inne bilbilâdi ve'l-ibadi vel-hakkı minel-levâi ve'd-danki ma lâ neş-kü illâ ileyke. Allahümme, enbit lena Ezzer'a edirre lena eddar'a ve eskına min, berakâtissema'i ve enbit lena min berekâtı'l-arzı. Allahümme, inna nestağfiruke inneke künte ğaffaren feersilissemae aleyna midrara." 

Yağmur duasının Anlamı: "Bize yardım eden, içimize sinen, bol ve faydalı olup her tarafı kaplayan ve her tarafı sulayan genel bir yağmur ihsan et. Allah'ım! Bizi yağmurla sula, bizi ümitlerini kesmiş kimselerden etme. Allah'ım! İllerde, kullarda ve yaratıklarda öyle bir güçlük ve darlık var ki, senden başkasına arzedemeyiz. Allah'ım! Bizim için ekinler bitir, hayvan memelerini sütle doldur, bizi göğün bereketlerinden sula ve yeryüzünün bereketlerinden bize ürün bitir. Allah'ım! Biz senden mağfiret dileriz. Şübhe yokki sen, çok bağışlayansın. Artık bize gökten bol bol yağmur yağdır." 

Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları

| | | | Devamı... 0 yorum

Mübarek Gecelerde Kılınacak Namazlar

Regaib Gecesi Namazı: Şöyle ki: Receb ayının ilk cuma gecesine "Leyle-i Regaib" denir. Bazı alimlerin açıklamasına göre, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu gece pek çok ruhanî ahval ve ikrama kavuşmuş olmakla Yüce Allah'a şükür için on iki rekât namaz kılmıştır. Peygamber Efendimizin bu Regaib gecesinde ana rahmine düşmüş olduğuna dair olan bir rivayet, uygun görülmemektedir. Çünkü bu gece ile Hazret-i Peygamberimizin doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı düşmektedir. Ancak Hazret-i Amine'nin, Peygamber efendimize hamile kaldığını bu gece anlamış olması düşünülebilir. Sebeb ne olursa olsun, bu gece pek mübarek bir gecedir. Zaten Regaib, istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikram ve nefis şeyler demektir ve "Rağibe" kelimesinin çoğuludur. Bu geceyi ibadetle geçirmenin sevabı çok büyüktür. Fakat bu gecede kılınacak namazın sünnet veya mendub olması hakkında kuvvetli bir delil bulunmamaktadır. Bu gecede toplanıp cemaatla namaz kılınması bid'at sayılmaktadır. Zaten teravihden başka hiç bir nafile namazın çağrışarak cemaatla kılınması sünnet değildir, mekruh sayılır. Ancak bir yerde bulunan iki, üç kişinin bu gibi namazları cemaatla kılmaları caiz görülmüştür.
Mi'raç Gecesi Namazı: Receb ayının yirmi yedinci gecesine raslayan mübarek Mi'raç Gecesinde on iki rekât nafile namaz kılınması iyi görülmüştür. Her rekâtında Fatiha ile başka bir sûre okuyarak iki rekâtta bir selâm vermeli, sonra yüz defa "Sübhanallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilahe illallahu vallahu ekber" demeli. Bundan sonra, yüz defa istiğfar ederek yüz defa da Salât ve Selâm okumalıdır. Gündüzün de oruçlu bulunmalıdır. Bu durumda günahla ilgili olmaksızın yapılacak her duanın kabulü, Allah'dan umulur.

Berat Gecesi Namazı: Şaban ayının on beşine raslayan geceye Berat gecesi denir. Pek mübarek bir gecedir. Berat gecesinde, yaratıkların bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacaklarına, diriltilip öldürüleceklerine ve ecellerine, hacılarla ilgili işlerine dair Allah tarafından meleklere bilgi verileceği söylenmektedir. Bu bakımdan berat gecesinde ibadet etmenin ve nafile namaz kılmanın çok sevabı vardır. Fakat bu geceye ait sünnet bir namaz yoktur. Bu konudaki rivayetler sağlam değildir. Berat gecesinde kılınacak namaza Salâtü'l-Hayr (Hayır Namazı) denilmiştir. Bu namaz birçok rivayete göre yüz rekâttır. Her rekâtta Fatiha sûresinden sonra on defa İhlâs sûresi okunur.

Kadir Gecesi Namazı: Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rasladığı kuvvetle tercih edilen gece Kadir Gecesidir, pek mübarek bir gecedir. Kur'ân-ı Kerîm, bu geceden başlayarak Peygamber Efendimize inmiştir. Bu geceyi ibadetle geçirmenin sevabı çoktur. Bu gecenin bir anı vardır ki, ona raslayan bir dua muhakkak kabul olunur. Bu şerefli gecede, teravihden sonra bir müddet daha ibadette bulunulması, nafile namaz kılınması, bu geceyi ibadetle geçirmek demektir.  Deniliyor ki, Kadir Gecesi namazının en azı iki rekât, ortası yüz rekât ve en çoğu da bin rekâttır. Bu namaz iki rekât kılındığı takdirde her rekâtinde iki yüz âyet okunmalı, yüz rekâta kadar kılındığı zaman her rekâtinde Fatiha sûresinden sonra "Kadir Sûresi" ile üç defa da İhlâs sûresi okunup her iki rekâtta bir selâm verilmelidir. "Allahümme inneke afüvvün tühibbu'l-afve fa'fü annî = Allah'ım! Sen affedicisin, bağışlamayı seversin; beni affet", duası da tekrarlanmalıdır.

Bu namazın bu şekilde kılınacağına dair rivayetler pek kuvvetli değildir. Asıl maksad, bu geceyi mümkün olduğu kadar ibadetle geçirmektir. Bu kutsal gecede elden geldiği kadar, diğer nafile namazlar gibi namazlar kılınabilir. Bununla beraber ağır ve zor davranışlardan kaçınılması daha faziletlidir.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları

Mübarek gecelerle ilgili ayrıntılı yazılarımıza ulaşmak için aşağıdaki bağlantılara tıklayabilirsiniz.

Regaib Kandili  
Miraç Kandili   Beraat Kandili  Kadir Gecesi  Mevlid Kandili    Aşüre Günü

Hacet ve İstihare Namazları

Hacet Namazı: Âhirete veya dünyaya ait bir dileği bulunan kimse, güzelce abdest alır ve bir rivayete göre dört, diğer bir rivayete göre on iki rekât namazı yatsıdan sonra kılar. Sonra Yüce Allah'a hamd eder, Peygamber Efendimize de salât ve selâmda bulunur. Ondan sonra hacet duasını okuyup o işin olmasını Yüce Allah'dan diler. 
Hacet namazının birinci rekâtında Fatiha sûresinden sonra üç defa Ayete'l-kürsî, diğer üç rekâtinde de birer Fatiha ile birer İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri okunması hakkında bir hadîs-i şerîf vardır. 
Hacet duası şudur: * "Allahümmeinni es'elüke tevfika ehlilhüda ve a'male ehlil-yakîni ve münasahata ehlittevbeti ve azme ehlissabrı ve cidde ehlilhaşyeti ve talebe ehlirrağbeti ve taabbüde ehlilvera'i ve irfane ehlil-ilmi hatta ehafüke. Allahümme innî es'elüke mehafeten tahcüzünî an ma'sıyetike hatta a'mele bitaatike amelen estahıkku bihi rizake ve hatta unasıhake bittevbeti havfen minke ve hatta uhlisa lekennasıhate hubben leke ve hatta etevekkele aleyke fil-umuri hüsne zannin bike, Sübhaneke halikı'nnuri." 
Hacet duasının anlamı: Allah'ım! Ben senden hidayet ehlinin başarısını, yakîn erbabının amellerini, tevbe edenlerin ihlâsını, sabredenlerin azmini, haşyet sahiblerinin ciddiyetini, rağbet erbabının isteklerini, takva ehlinin iadet hallerini, ilim sahiblerinin anlayışını dilerim. Böylece korkarak senden gereği üzere korkmuş olayım. Allah'ım! Ben senden öyle bir korku isterim ki, beni sana isyan etmekten engellesin de, sana itaat ederek bir amel işleyeyim, onunla senin rızanı kazanayım; böylece senden korkarak ihlasla tevbe edeyim, sana muhabbetle ibadeti ihlas üzere yapayım ve sana güzel zan besleyerek bütün işlerde sana tevekkül edeyim. Ey nuru yaratan, sen bütün noksanlıklardan münezzehsin!.. 
İstihare Namazı: İnsan kendi hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına dair bir işarete kavuşmak isterse, yatacağı zaman iki rekât namaz kılar. 
İstihare namazında birinci rekâtta "Kâfirûn" sûresini, ikinci rekâtta da "İhlâs" sûresini okur. Namaz sonunda da istihare duasını okur. Sonra da abdestli olarak kıbleye yönelip yatar. Rüyada beyaz ve yeşil görülmesi hayra işarettir. Siyah veya kırmızı görülmesi de şerre (kötüye) işarettir. Bu şekilde İstihare namazının yedi gece yapılması ve kalbe ilk gelene bakılması da bir hadîs-i şerîfle buyurulmuştur. 
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabına istihareyi öğretirlerdi. İstihare namazını kılmak mümkün olmayınca, yalnız duası ile yetinilir. Aslında meşru ve hayırlı bir iş için yapılacak istihare, onun istenilen vakitte yapılıp yapılmaması yönünden yapılır. Yoksa doğrudan doğruya o hayırlı iş için yapılmaz. Belli bir senede hac yapılıp yapılmaması gibi... 
İstihare duası Peygamber Efendimizden şöyle rivayet edilmiştir: ** "Allahümme, innî estehîruke bi'ilmike ve estakdiruke bikudretike ve es'elüke min fadlike'l-azîmi. Feinneke takdiru ve lâ akdiru ve ta'lemu ve lâ a'lemu. Ve ente allâmu'l-ğuyûbi. Allahümme in künte ta'lemu enne haze'l-emre hayrun li fi dînî ve meaşî ve akıbeti emrî ve a'cili emri ve âcilihi fakdirhu lî ve yessirhu lî sümme barik fîhi. Ve in künte ta'lemu enne haze'l-emre şerrun lî fi dînî ve maişî ve akıbeti emri ve a'cili emrî ve âcilihi fasrifhu anni vasrifnî anhu. Fakdir lîye'l-hayre haysü kâne. Sümme erdınî bihi." 
İstihare duasının anlamı: Allah'ım! Sen bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı senden isterim ve kudretin yettiği için de, ben senden güç isterim. Senin büyük ihsanından hayır dilerim. Çünkü senin her şeye gücün yeter; ben ise güçsüzüm. Sen her şeyi bilirsin; ben bilmem. Sen olacak şeyleri de bilensin. Allah'ım! Eğer bu iş, benim dinim, dünya yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında hayırlı olduğunu biliyorsan, bunu bana takdir et ve bana kolaylaştır. Sonra onda bana bereket ver. Eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında benim için kötülük olduğunu biliyorsan, bunu benden kaldır, beni de ondan uzaklaştır. "Hayır nerede ise bana onu takdir ve nasib et. Sonra beni ona razı kıl..." 
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz, Ravza Yayınları

Nafile Namazlar

403- Beş vakitte kılınan, namazların sünnetlerinden başka birtakım nafile namazlar daha vardır ki, bunlara Tatavvu (Nafile) namazı denir. Bunlar müstahab ve mendub namazlardır. Bunlar, Yüce Allah'a manevî yönden yakınlığa sebeb olurlar. Her birini kendine has birtakım fazilet ve sevabları vardır. 
Nafile namazların başlıcaları şunlardır: 
Tahiyyetü'l-Mescid: Bu, bir müstahab namazdır. Şöyle ki: Bir mescide sadece ziyaret için veya öğretmek ve öğrenmek gibi bir maksad için giren kimse, orada nafile olarak iki rekât namaz kılar. Bir mescide bir günde birkaç defa bu şekilde girilse, bir defasında böyle namaz kılınması yeterlidir. Bununla, Allah'a ibadet edilen bir yere gereken saygı yerine getirilmiş olur. 
Tahiyyetü'l-Mescid, bir mescid veya camiye girilince, daha oturmadan kılınmalıdır. Faziletli olan budur. Oturulduktan sonra da kılınabilir. Bir mescide girip de, meşguliyetinden veya vaktin keraheti gibi bir sebebden dolayı Tahiyyatü'l-Mescid namazını kılamayacak olan bir müslümanın: "Sübhanellahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" demesi de müstahab görülmüştür. Bir mescide, herhangi bir namazı kılmak için veya farzı kılmak ve imama uymak niyeti ile girmek de, Tahiyyetü'l-Mescid yerine geçer. 
 
Abdest veya gusülden sonra namaz: Şöyle ki: Abdest veya gusül alındıktan sonra vakit varsa, daha yaşlık kuruyacak kadar bir zaman geçmeden iki rekât namaz kılınması mendubdur. Bu, abdest veya gusül nimetine kavuşmanın bir şükür ifadesidir. Böyle bir temizliğe kavuşmak için manen temiz bir inanca, maddeten de temiz bir suya sahib olmak, hem de özürlerden beri bulunmak ve beden sağlığına kavuşmuş olmak lâzımdır. Artık bu şartları toplayan bir insanın Yaratıcısına şükür için iki rekât namaz kılması pek güzel olmaz mı? Bununla beraber abdest veya gusül arkasından herhangi bir farz veya sünnet namazın kılınması ile de bu şükran görevi yapılmış olur. 
Duhâ Namazı: Şöyle ki: Güneş doğup bir mikdar yükseldikten sonra, istiva zamanına kadar iki, dört, sekiz veya on iki rekât namaz kılınır ki, bu mendubdur. Bu, Peygamber Efendimizin mübarek işi ile sabittir. Bunun sekiz rekât kılınması daha faziletlidir. Bunun en iyi vakti, gündüzün dörtte biri geçtikten sonradır.  
Teheccüd Namazı: Yatsı namazından sonra daha uyumadan veya bir mikdar uyuduktan sonra kılınacak nafile namaza Salât-ı Leyl (Gece Namazı) denir. Bunun sevabı pek çoktur. Bir mikdar uyuduktan sonra kalkılıp kılınırsa, "Teheccüd" adını alır. Peygamber Efendimiz teheccüd namazına devam ederlerdi. Bu gece namazı iki rekâttan sekiz rekâta kadardır. Her iki rekâtta bir selâm verilmesi daha faziletlidir. Bir hadîs-i şerîfde: "Her kim geceleyin uyanır, hanımını da uyandırır, iki rekât namaz kılarlarsa, Yüce Allah'ı çok zikreden erkekler ile kadınlardan yazılırlar" buyurulmuştur. Yüce Allah'ı çok zikreden erkekler ile kadınlara, Yüce Allah'ın büyük bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamış olduğu şu âyet-i kerîme ile müjdelenmektedir: "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar için Allah büyük bir mağfiret ve mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab, 35) Bir kimse adet haline getirdiği bir teheccüd namazını özür olmaksızın terk etmemelidir. "Allah yanında amellerin en sevimlisi, az bile olsa, devamlı olanıdır." 
Yolculuk Namazı: Bir müslüman bir yola çıkacağı veya bir yoldan döndüğü zaman iki rekât namaz kılmalıdır. Bu, mendubdur. Giderken evde, gelince mescidde kılmak daha faziletlidir. Peygamber Efendimiz seferden kuşluk vaktinde dönerler ve Mescid-i Saadet'e gidip iki rekât namaz kılarlardı. Bir müddet de orada otururlardı (sallallahu aleyhi ve sellem). 
Tesbih Namazı: Bu namaz, her rekâtinde yetmiş beş defa "Sübhanallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" diye tekbir alınan dört rekâtlı bir namazdır. Allah rızası için nafile namaza niyet ederek "Allahü Ekber" diye namaza başlanır. Sübhaneke'den sonra on beş kere "Sübhanallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" okunur. Sonra Eûzü Besmele çekilerek Fatiha ile bir sûre daha okunur. Arkasından tekrar on defa "Sübhanallahi..." tekbiri okunur. Sonra rükûa varılıp rükû tesbihlerinden sonra yine on defa "Sübhanallahi..." okunarak rükûdan (Semi'allahü limen hamideh, Rabbena ve lekelhamd denilerek) kalkılır. Bu kıyam halinde de on defa "Sübhanallahi..." okunur. Ondan sonra secdeye varılıp secde tesbihleri yapıldıktan sonra yine on defa "Sübhanallahi..." okunur. Secdeden tekbir ile kalkılır ve celse halinde yine on defa "Sübhanallahi..." okunur. İkinci secdeye tekbir ile varılıp üç defa yine secde tesbihleri yapıldıktan sonra on defa "Sübhanallahi..." okunur. Böylece namaz tekbirlerinden fazla olarak alınan tekbirlerin toplamı "Yetmiş beş" olur. Bu birinci rekâttan sonra ikinci rekâte kalkılır ve yine önce on beş defa "Sübhanallahi..." okunur. Sonra birinci rekâtta yapıldığı şekilde kılınarak ka'de (son oturuş) yapılır. Tahiyyat ile Salâvatlar okunur ve selâm verilir. Her iki rekâtta yapılan bu tesbihlerin toplamı yüz elli olur. Bundan sonra selâm verilip aynı şekilde iki rekât daha kılınır. Böylece dört rekâtta yapılan tesbihlerin sayısı üç yüz olur. Bu tesbih namazında yanılma olsa, yapılacak sehiv secdelerinde bu tekbirler getirilmez. 
Tesbih namazının da sevabı çoktur. Bu namaz her vakit kılınabilir. Hiç olmazsa haftada veya ayda veya ömürde bir defa olsun kılınmalıdır. 
Tevbe Namazı: Bir müslüman insanlık gereği bir günah işlerse, hemen bundan pişman olup tevbe etmesi lâzım gelir. İşte böyle bir kimsenin işlediği günahdan tevbe için güzelce abdest aldıktan sonra kırsal bir yere çıkıp iki rekât namaz kılması ve o günahdan dolayı Allah'dan mağfiret dilemesi mendubdur. Böyle günah işleyip de sonra kalbinde pişmanlık duygusu beliren kimse, bu günahı bir daha yapmamaya karar verip Yüce Allah'dan bağışlanmasını dilerse, Allah'ın onu bağışlayacağına dair bir hadîs-i şerîf vardır.
Katil Namazı: Her nasılsa kısasla öldürülecek olan bir müslüman bu cezanın uygulanmasından önce iki rekât nafile namaz kılarak tevbe istiğfar etmelidir, hayırlı dualar yapmalıdır. Bu namaz onun Allah tarafından bağışlanmasına vesîle olabileceği cihetle güzel görülmüştür.  
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları

Korku Namazı

Korku Namazı 
399- Korku namazı, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre, bugün de caizdir. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu namaz Peygamber Efendimizin devrine ait idi. 
Korku namazından maksad, düşman saldırısı, sel ve yangın felâketi veya büyük bir canavar gibi tehlikeler karşısında bulunan İslâm cemaatının, kendilerini idare eden bir idareciyi veya diğer muhterem bir zatı imam edinerek onun arkasında farz bir namazı nöbetleşe kılmalarıdır. 
Korku namazı şöyle kılınır: Bu cemaattan bir kısmı düşman karşısında durur. Bir kısmı da gelip imama uyar. İki rekâtlı bir namazın ilk rekâtını, üç veya dört rekâtlı bir namazın da ilk iki rekâtını imamla beraber kılar. İkinci secdeden veya birinci oturuşta teşehhüdden sonra düşman karşısına gider. Öteki kısım gelerek imama uyar ve onunla beraber geri kalan rekâtleri kılar. Sonra tekrar düşman karşısına gider. İmam kendi başına selâm verir, namazdan çıkar. Birinci kısım döner gelir, namazı kıraatsız olarak tamamlar, selâm verir ve düşmana döner. Çünkü bu kısım lâhik olmuştur. Sonra ikinci kısım gelir ve namazını kıraatla tamamlar. Sonra tekrar düşman karşısına döner. Bunlar da mesbuk olmuşlardır. Bununla beraber her iki kısım da, bulundukları yerlerde namazlarını tamamlayabilirler.
400- Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Zatü'r-Rika', Batn-ı Nahl, Usfan ve Zikared olaylarında korku namazını kılmıştır. Sonra ashab-ı kiram da, Mecûsilerle yaptıkları savaşlarda böyle korku namazı kılmışlardır. Bir cemaatın böyle namaz kılması, faziletli bir imama uymak istemelerindeki aşırı istekleri sebebiyledir. Böyle bir durum yoksa, bir kısım kimselerin başka imam arkasında güven halinde olduğu gibi kılmaları daha faziletlidir. 
401- Korku namazının bozulmaması için, imama uyanların namaz arasında da savaş yapmamaları, yer değiştirmemeleri, gidiş gelişlerde hayvana binmemeleri, daha doğrusu namaza aykırı başka bir harekette bulunmamaları gerekir. Değilse imam ile kıldıkları namaz bozulur, namazlarını yeniden kılmaları gerekir. 
402- Korkunç bir savaş ve benzeri hallerde bir İslâm topluluğunun korkulan çoğalır da, binmiş oldukları hayvanlardan yere inemezlerse, herkes hayvan üzerinde gücü yettiği tarafa yönelerek imâ (işaret) ile namazını kılar Bu da mümkün olmazsa, namazlarını sonraya bırakırlar. Hendek savaşında birkaç vakit namaz bu şekilde kazaya bırakılmıştı. 
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
| | | | Devamı... 0 yorum

Tilavet Secdesi

Tilavet Secdesi ile ilgili Meseleler
364- Kur'an-ı Kerim'in surelerinde ondört secde ayeti vardır ki, bunlardan birini okuyan veya işiten her mükellefin bir secde yapması gerekir. Tilavet secdesi şöyle yapılır:
Tilavet secdesi niyeti ile, eller kaldırılmaksızın "Allahü Ekber" denilerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" veya bir kere: "Sübhane Rabbena in kâne vadü Rabbina lemef'ulâ" denilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek ayağa kalkılır. Ayakta iken "Gufraneke Rabbena ve ileyke'l-masîr" denilirek tilavet secdesi tamamlanır.
365- Tilavet secdesinin rüknü, yüce Allah'a saygı ve tevazu gösterip secdeden kaçınanlara aykırı davranmak için alnı yere koymaktır. Fakat namaz için rükû ve hasta olan için ima da aynı maksadı yerine getirdiğinden tilavet secdesi yerine geçer. Bunlar aşağıda açıklanacaktır.
366- Tilavet secdesine ayaktan yere inilmesi ve bu secdeden baş kaldırırken ayağa kadar kalkılması ve böyle kalkarken: "Gufraneke Rabbena ve ileyke'l-masîr" denilmesi müstahabdır. Bu secdeye gidilirken veya bundan kalkılırken alınan tekbirlerde müstahabdır. Asıl secde ise, vacibdir. Üç İmama göre, Tilavet Secdesi sünnettir.)
 
367- Tilavet secdesini yapacak kimsenin abdestsizlikten ve pisliklerden temiz, avret yerlerinin örtülü ve kıbleye yönelik bulunması şarttır.
368- Tilavet secdesi, secde ayetini okuyan bir mükellef için vacib olduğu gibi, bunu dinleyen bir mükellef için de vacibdir. İster dinlemeyi kasdetmiş olsun, ister olmasın, bu secdeyi yapar ve bu secdeyi yapmakla sevaba erer. Yapmayan da vacibi terk ettiğinden günaha girer.
369- Mümeyyiz bir çocuğun (henüz büluğ çağına ermeyen yetişkin bir çocuğun), cünübün, hayız veya nifas halinde olan kadının, bir sarhoşun veya müslüman olmayan birinin okuyacağı bir secde ayetini işiten her mükellefe de tilavet secdesi vacib olur. Çünkü bunların bu okuyuşları, sahih bir okuyuştur. Müslüman olan bir cünüb veya sarhoş da, okuyacağı veya işiteceği bir secde ayetinden dolayı secde ile mükellef olur. Bunlar temizlendiği ve akılları başlarına geldiği zaman bu secdeyi yapmaları gerekir. Fakat hayız ve nifas halinde bulunan bir kadının ne okuyacağı, ne de işiteceği bir secde ayetinden dolayı ona tilavet secdesi gerekmez. Çünkü bunlar bu halde namaz ile mükellef değillerdir.
370- Uyuyanın ve deli olanın okuyacakları secde ayetindcn dolayı işitenlere, sahih olan görüşe göre tilavet secdesi gerekmez. Kendileri de bu secde ile mükellef olmazlar. Çünkü bunların okumaları ve işitmeleri bir niyete ve tayine bağlı değildir. Fakat sahih kabul edilen diğer bir görüşe göre, uyku halinde secde ayetini okuyana, sonradan secde ayeti okuduğu haber verilince, ona tilavet secdesi vacib olur. İhtiyat olan da budur.
371- Öğretilen kuşlardan veya ses yansımasından veya sesleri ileten fonograf ve teyp gibi cihazlardan işitilen bir secde ayetinden dolayı tilavet secdesi vacib olmaz. Fakat sahih görülen diğer bir görüşe göre, kuşlardan işitilen secde ayetinden dolayı tilavet secdesi gerekir. Çünkü işitilen Allah kelamıdır. İhtiyata uygun olan da budur.
Radyoya, gelince, bu sesi yansıtmaktan ziyade nakil sayılmaktadır. Kasde bağlı olarak okunan şeylerin hemen aynını nakletmektedir. Bundan işitilen sesler, ses yansıması gibi, sade bir benzeyişten ibaret değildir. Bunun için radyo aracılığı ile işitilen bir secde ayetinden dolayı secde edilmesi vacib olsa gerektir. Vacib olmasa bile, secde edilmesinde bir sakınca olmadığından her halde secde edilmesi ihtiyata uygundur ve Kur'an-ı Kerime bir saygı ve hürmeti gösterir. 
     (Şafiîlere göre, tilavetin meşru ve kasde bağlı olması şarttır. Bunun için cünübün okumasından dolayı veya rükû halinde Kur'an okumak meşru olmadığı için burada Tilavet secdesini gerektiren ayeti okumakla ne okuyana, ne de dinleyene tilavet secdesi sünnet olmaz. Yine yanılarak meydana gelen veya öğretilmiş kuşlardan veya bir aletten işitilen bir tilavetten dolayı da, niyete bağlı olmadığı için, secde edilmesi sünnet değildir.)
    372- Tilavet secdesi ayetinin hecelenerek okunması ile veya yalnız yazılması ile veya telaffuz edilmeksizin yalnız yazısına bakmakla tilavet secdesi gerekmez. Çünkü bu hallerde okuyuş yoktur.
373- Bir secde ayetinin secdeyi gösteren ile, bunun evvelinden veya sonundan bir kelime daha eklenip beraberce okunsa veya dinlenmiş olsa, sahih olan görüşe göre secde gerekir. Diğer bir görüşe göre, secde ayetinin çoğu okunmadıkça secde vacib olmaz.
374- Secde ayetini işitmeyen bir mükellefe tilavet secdesi vacib olmaz. Ayet, bulunduğu mecliste okunmuş olsa bile hüküm aynıdır.
375- Bir secde ayeti olduğu gibi Arabça okunursa, her işiten mükellefe bunun secde ayeti olduğu bildirilince, secde etmesi ittifakla vacibdir. Fakat bir secde ayetinin Farsça olan tercümesi okunacak olsa, bunu işittiği halde anlamayan kimseye sadece bildirmekle tilavet secdesi vacib olmaz. Bu hüküm iki İmama göredir. İmamı Azam'a, göre, bunun bir secde ayeti tercümesi olduğu haber verilirse, tilavet secdesi vacib olur. İmamı Azam'ın bu meselede iki İmamın görüşüne döndüğü rivayet ediliyor. İtimat da bunun üzerinedir. Fakat bu secde ayetinin tercümesini okuyana secde etmesi ittifakla ihtiyat yönünden vacib olur. Bunu anlasın, anlamasın fark etmez.
376- Bir secde ayeti gerçekten veya hüküm bakımından bir sayılan bir mecliste tekrarlanarak okunsa, bir defa secde edilmesi yetişir. Fakat başka başka secde ayetleri okunursa veya meclis hakikaten veya hükmen değişirse, her okunan ayet için başka bir secde gerekir.
Bir mescid gibi muayyen bir yerde iki defa okunan bir secde ayetinin meclisi gerçekten bir bulunmuş olur. Gelenek bakımından bir mekan sayılan yerlerin cüzleri arasında beraberlik de hüküm bakımından bir birliktir. Meclisin gerçekte değişmesi de, bir odadan diğer bir odaya geçmiş olmak, gibidir. Hüküm bakımından değişiklik ise, mescid veya bir oda gibi bir yerde secde ayeti okunduktan sonra orada başka bir işe başlamakla meydana gelir. Secde ayeti okunduktan sonra, üç kelime kadar konuşulması veya üç adım kadar yürünülmesi veya bir şeyden üç lokma yenilmesi veya bir sudan üç yudum içilmesi gibi...
    Meclisin değişikliği, okuyucuya göre, kendisinin meclisi değiştirmesiyle, dinleyiciye göre de, onun meclisi değiştirmesiyle meydana gelir. Doğru olan budur. Bunun için bir meclis, bir şahsa göre bir sayıldığı halde, diğer bir şahsa göre değişmiş olabilir.
     377- Tilavet secdesi hususunda gemi, bir oda gibidir. Yürümekte olan araba veya bir hayvan üzerinde bulunuluyorsa, meclis daima değişmiş sayılır. Bunun için araba veya hayvan üzerinde namaz halinde olmaksızın tekrarlanacak bir secde ayetinden dolayı tekrar sayısınca tilavet secdesi vacib olur. 
378- Tilavet secdesi yapmak için, okuyanın öne geçirilmesi, dinleyenlerinde onun arkasında saf tutmaları ve ondan önce secdeye varmayıp secdeden de kalkmamaları müstahabdır. Buna aykırı olarak bulundukları yerlerde secdeye varmaları ve secdeden daha önce kalkmaları da mekruh değildir. Çünkü bunların hepsi tek başına secde etmekle sorumludur.
379- Tilavet secdesi için niyet etmek şarttır; fakat tayin şart değildir. Bu bakımdan birkaç secde ayetini okumuş veya dinlemiş olan bir kimse, bunların sayısınca tilavet secdesi niyeti ile secde eder, fakat hangi secdenin hangi secde ayetine ait olduğunu belirlemez. Bu tilavet secdesine namaz içinde yalnız kalb ile niyet edilir. Namaz dışında ise dil ile de niyet edilmesi sünnettir.
380- Vacib olan tilavet secdesini hemen yerine getirmek zorunluğu yoktur. Secde ayeti okunur okunmaz hemen secde edilmesi gerekmez. Bu secde uzun bir zaman sonra da yapılabilir. Yine eda olur, kaza sayılmaz. Kabul edilen hüküm budur. 
Bununla beraber, bir zaruret olmadıkça geciktirilmesi tenzihen mekruhtur. Namaz içinde ise, hemen yapılması vacibtir; çünkü bu, artık namazdan bir cüz olmuştur. Namaz dışında kaza edilemez. Bunu, secde ayeti okunduktan sonra üç ayetten sonraya bırakmamak gerekir. Bu mesele, aşağıdaki meselelerden açıklığa kavuşacaktır.  İmam Ebû Yusuf'a göre, tilavet secdesi namazın dışında da hemen yapılması vacibdir.
381- Secde ayeti okununca, hemen secde edilmesi mümkün olmadığı zaman okuyan ve dinleyenlerin: "Semi'nâ ve eta'nâ ğufraneke Rabbena ve ileyke'l-masîr" demeleri müstahabdır.
382- Namazda kıyam halinde secde ayeti okununca, bakılır: Eğer bundan sonra üç ayetten çok okunmazsa, yapılacak rükû veya secde ile bu tilavet secdesi de yerine getirilmiş olur. Gerek buna niyet edilmiş olsun ve gerek olmasın. Fakat tercih edilen görüşe göre, rükû ile olabilmesi için tilavet secdesine niyet etmek lazımdır. Fakat üç ayetten çok okunacaksa, bu secde ayetinden dolayı hemen sadece onun için rükû veya secde edilmesi gerekir. Secde yapılması daha faziletlidir. Namazın rükû ve secdesi ile bu secde yapılmış olmaz. Yalnız üç ayet okunacağı zaman ihtilaf vardır. Tercih edilen görüşe göre, bu secdenin hemen yapılma hükmü kalkmaz, namazın rükû ve secdesi ile bu tilavet secdesi yapılmış olur.
383- Secde ayetini namaz içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı ayetlerin sayısına bakmaksızın hemen "Allahü Ekber" diye tilavet secdesine varır. Tilavet secdesi niyeti ile yalnız rükûa varması da yeterlidir. Ondan sonra tekrar ayağa kalkar ve birkaç ayet daha okur. Ondan sonra namazın rükû ve secdelerini yapar, namazına devam eder. Eğer bir sureyi bitirmiş ise, diğer bir sureden birkaç ayet okur; çünkü tilavet secdesinden kalkar kalkmaz böyle birkaç ayet okumadan namazın rükû ve secdesine gidilmesi mekruhtur.
Namazın dışında ise, yalnız rükûda bulunarak tilavet secdesi yapılmış olmaz. Çünkü tilavet secdesi bir tazim ifadesidir, bir emri yerine getirmenin alametidir. Bunlar, namaz içinde rükû ile yerine getirilmiş olursa da, namaz dışında rükû ile yapılmış olamazlar.
384- Cemaatle namaz kılındığı zaman, imam olan zat, yukardaki meselede açıklandığı gibi, öyle rükû ile tilavet secdesine niyet etmemelidir. Çünkü cemaat bunun farkına varamayacaklarından, böyle bir niyette bulunmamış olurlar. Bu takdirde de tilavet secdesi onlardan düşmez. Bu durumda imamın selamından sonra cemaatın tilavet secdesi yaparak ondan sonra tekrar teşehhüdde bulunmaları gerekir ki, bunu da herkes yapamaz.

385- Secde ayeti bir namazda tekrarlansa, sahih olan görüşe göre, yalnız bir tilavet secdesi gerekir. Bu tekrarlanma ister bir rekatta ve ister başka başka rekatlarda olsun fark etmez. Çünkü meclis birdir.
    Bu mesele İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, başka başka rekatlarda tekrarlansa, tilavet secdesi de tekrarlanır, meclis değişmiş sayılır.
386- İmam secde ayetini okuyup secdeye varmakla cemaat, imamın rükû ve secdeye vardığını sanarak rükû ve secdeye varsalar, bununla namazları bozulmaz; fakat bir secde daha yapsalar bozulur.
387- İmamın cuma ve bayram namazlarında ve emsali cemaatın kalabalık olduğu namazlarda ve gizlice kıraat yapılacak namazlarda secde ayetinin okunması mekruhtur. Çünkü cemaatın şaşırmasına sebebiyet verilebilir. Ancak secde ayeti okunan surenin sonuna raslamış olursa kerahet olmaz. O zaman namazın secdeleri ile tilavet secdesi eda edilmiş ve engel kalkmış olur. Bu durumda imama uygun düşen, bu namazın rükû ile tilavet secdesine niyet etmemektir.Ta ki, bu vecibe namazın secdeleri ile bütün cemaat tarafından da yerine getirilmiş olsun.
388- Mesbuk ayağa kalktıktan sonra imam tilavet secdesini hatırlayarak yapacak olsa, bakılır: Eğer mesbuk henüz secdeye varmamış ise, tilavet secdesi için imama uyar, secdeye varır. Ondan sonra ayağa kalkarak kalan namazını tamamlar. Eğer imama uymazsa, namazı bozulur. Fakat secdeye varmış ise, artık imama uymaz. Eğer uyarsa, namazı bozulur.
389- Misafire uyan bir mukîm, misafirin yapacağı tilavet secdesine iştirak eder. Sonra kalkıp namazını tamamlar. Eğer kendi başına kılacağı rekatlarda da bir secde ayeti okuyacak olursa, bundan dolayı da ayrıca secde etmesi gerekir.
390- Bir kimse namaz kılarken rükû, secde veya kade (oturuş) halinde veya imama uymuş olduğu halde onun arkasında secde ayetini okusa, ne kendisine, ne imama ve ne de bu imama uyan diğer cemaata tilavet secdesi vacib olmaz. Çünkü namaz kılanlar, bu halde Kur'an okumaktan menedilmişlerdir. Bunların okuyuşu hükümsüzdür. Fakat bu okuyuşu dışardan duyanlara tilavet secdesi gerekir. Bunlar gerek başka bir namazda tek başına veya topluca bulunmuş olsunlar ve gerek olmasınlar. Çünkü bunlar o yasaklılık ve engel dışında kalmış olurlar.
    391- Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı, namazı bitirdikten sonra secde edilemez. Çünkü bu secde, yukarıda da işaret olunduğu üzere namazın bir cüz'ü olmuştur, artık ondan ayrılamaz. Fakat namazda bulunan kimse, namazda bulunmayan bir kimsenin okuduğu secde ayetini işitecek olsa, namazını kıldıktan sonra secde eder. Daha namazda iken secde etmesi yeterli olmaz. Bununla beraber secde etse, bununla namazı bozulmaz. 
    Nitekim namazda okunan bir secde ayetini, dışardan işiten bir mükellef için de, namaz dışında secde etmek gerekir. Şu kadar var ki, bu mükellef, o secde ayetini okuyan kişiye uyar, onunla beraber bu secdeyi yaparsa, bu görevi yapmış olur. Eğer o secde yapıldıktan sonra, o rekatta uyarsa bu secdeyi o imamla beraber hükmen yapmış sayılır. Artık ne namazın içinde, ne de dışında tilavet secdesi yapması gerekmez.
392- Hasta iken veya bir arabaya veya bir hayvana binmiş iken secde ayetini okuyan veya dinleyen bir mükellefin işaret sureti (ima) ile tilavet secdesi yapması caizdir. Fakat bir mükellefin binici olmadığı halde, okuduğu veya dinlediği bir secde ayetinden dolayı bir özrü bulunmadıkça, binici olduğu halde işaret (ima) ile secde etmesi caiz olmaz.
    393- Secde ayetini, hazır olanlar secde için hazırlıklı iseler aşikare olarak, hazırlıklı değillerse gizli okumak müstahabdır. Bunda cemaata karşı bir şefkat vardır.
394- Bir süre okunup da, içindeki secde ayetinin bırakılması mekruhtur. Çünkü bu, secdeden bir nevi kaçırmak demektir. Yalnız secde ayetinin okunup da suredeki diğer ayetlerin okunmamasında ise, kerahet yoktur. Fakat müstahab olan, fazilet ve tercih kuruntusunu kaldırmak için, secde ayeti ile beraber bir veya birkaç ayetin de okunmasıdır.
 395- On dört secde ayetini bir mecliste okuyup her biri için okudukça ayrı bir secde yapan ve hepsini okuduktan sonra umumuna birden ondört secdede bulunan zatın dünya ve ahiret işlerinde kendisine üzüntü ve keder verecek hususta, Yüce Allah'ın onu koruyacağı rivayet olunmuştur.
 396- Namazı bozan şeyler, tilavet secdesini de bozar. Daha tilavet secdesinden kalkmadan meydana gelen abdestsizlik ve konuşma veya kahkaha ile gülme gibi... Ancak bu secdedeki kahkaha ile abdest bozulmuş olmaz ve kadınların da erkeklerle aynı hizada bulunmaları bu secdeyi bozmaz.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları

Secde Ayetleri

Secdeyi Vacib Kılan Ayetler ve Mealleri Kur'an-ı Kerîm'de on dört yerde secde âyeti bulunmaktadır. Bu süreler ve âyet numaraları aşağıda verilmiştir:

Sehiv Secdesi

Sehiv (Yanılma) Secdeleri ile İlgili Meseleler 
327- Sehiv secdeleri, bir namazın vaciblerinden birini yanılarak terk etmekten veya geciktirmekten dolayı, o namazın sonunda yapılması gereken iki secde ile teşehhüdden, salavat ve duaları okumaktan ibarettir.  
Sehiv secdesi şöyle yapılır: Son oturuşta yalnız "Tahiyyat" okunduktan sonra iki tarafa selam verilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek secdeye varılıp üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunur. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır. Bir tesbih mikdarı duraklamadan sonra tekrar "Allahü Ekber" deyip ikinci secdeye varılır. Yine üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunduktan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır ve oturulur. Tahiyyat ve Salavatlarla "Rabbena atina" okunup önce sağ tarafa, sonra sol tarafa selam verilir. Yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdelerinin yapılması daha faziletlidir, ihtiyata uygundur. Bundan dolayı cemaatla kılınan namazlarda cemaatın yanlışlıkla dağılmaması için, yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdesi yapılması tercih edilmiştir. 
328- Sehiv secdeleri vacibdir. Bilindiği gibi, gerek farz, gerek vacib veya sünnet olan herhangi bir namazın kıraat, rükü ve sücud gibi farzları ve Fatiha, Sure ilavesi, sırayı gözetme gibi vacibleri, Kadelerde (oturuşlarda) salavatları okumak gibi sünnetleri vardır. Bunun için bunları gözetmek gerekir ki, namaz tam olarak kılınmış olsun. O halde farz olsun, olmasın herhangi bir namazda bir farzın kasden veya sehven terk edilmesi, o namazın yeniden kılınmasını gerektirir. Böyle büyük bir noksanı gidermek için sehiv secdeleri yeterli değildir. Bir vacibin kasden terki veya geciktirilmesi bir günahtır. Bundan dolayı sehiv secdeleri gerekmez, böyle bir namazı iade etmek uygundur. Bir vacibin sehven terk edilmesi veya geciktirilmesi, sehiv secdelerini gerektirir. Bu şekilde o noksan düzeltilmiş olur. Bir sünnetin kasden veya sehven terk edilmesi, sehiv secdelerini gerektirmez. Fakat kasden terk edilmesi bir kusurdur. Sevab ve faziletten mahrum olmayı gerektirir. (Malikilere göre sehiv secdeleri sünnettir. Şafiî'lere göre de sünnettir. Ancak imam sehiv secdelerini yaparsa, cemaatın imama uyması vaciptir. Hanbelilere göre sehiv secdeleri bazan vacib, bazan sünnet ve bazan da mubah olur. Namazın terk edilen bir sünnetinden dolayı yapılacak sehiv secdelerinin mubah olması gibi... İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre, iki tarafa selam vermeden önce yapılır. İmam Malik'e göre sehiv (yanılma), bir ziyade sebebiyle ise, sehiv secdeleri selamdan sonra yapılır. Eğer bir noksan veya bir noksan ile ziyade sebebiyle ise, selamdan önce yapılır. Bu bir fazilet meselesidir; yoksa hepsi de caizdir.) 
329- Bir namazın tam bir rüknünü, bir farzını öne almak veya sonraya bırakmak sehiv secdelerini gerektirir. Çünkü bu öne almak ve sonraya bırakma işi, vacibi terk etmekten sayılır. Kıyamda "Sübhaneke"den sonra, henüz kıraat yapmadan rükûa varılıp ondan sonra hatırlanarak kıyama dönmekle farz olan kıraatin yerine getirilmesi, buna bir örnektir. Bu durumda önceki rükü geçerli olmaz. Kıraattan sonra yeni bir rükü yapılır. Böyle dönüp kıraat yapmadan ve ondan sonra rüküa varmadan kılınacak namaz bozulur. Çünkü böyle bir rekatta rükü gibi tekrarlanmayan rükünler arasında sıraya riayet edilmesi farzdır. 
330- Namazın rekatlarından birindeki iki secdeden biri yanılarak terk edilip ondan sonraki rekatın veya kadenin sonunda hatırlansa, bunun geciktirilmesinden dolayı namazı iade gerekmez, hemen o secde kaza edilir. Eğer son oturuşta iken hatırlansa, bu secde yapılır ve ondan sonra bu oturuş (kade) iade edilir. Ondan sonra da sehiv secdeleri yapılır. Bu durumda son rekatta beş secde ile üç kade bulunmuş olur. Çünkü bir rekatta iki secde vardır. Böyle tekrarlanan bir rüknün kısmen sonraya bırakılması, farzı terketmek sayılmadığından namazın iadesini gerektirmez. Fakat bir rekattaki iki secdeden ikisi de yanılarak öne alınsa, önce iki secde ve ondan sonra rükü yapılmış bulunsa, bu halde farz olan tertibe riayet için tekrar rükü ve ondan sonra secdelere gidilir. Bu tekrar ve iadelerden dolayı da namazın sonunda sehiv secdeleri yapılır. 
 
| | | | | Devamı... 0 yorum

Namaza Yetişme (Mesbuk Bahsi)

Mesbuk (namaza sonradan yetişme) Hakkındaki Meseleler 
310- Mesbuk, bir rekat kılındıktan sonra imama uyan kimsedir ki, son oturuşta dahi imama uymuş olsa yine mesbuk sayılır. Mesbuk hakkında aşağıdaki meseleler ortaya çıkar: 
311- Mesbuk kaza edeceği rekatlarda, tek başına namaz kılan gibidir. Örnek: Bir kimse sabah namazıın ikinci rekatında imama uyacak olsa, mesbuk olmuş olur. Aldığı tekbirden sonra sükut eder. İmamla beraber son oturuşta yalnız "Tahiyyat"ı okur. İmam selam verince, kendisi ayağa kalkar ve imam ile kılmamış olduğu ilk rekatı kılmaya başlar. "Sübhaneke ve Eüzü Besmele'den" sonra Fatiha suresi ile bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okur. Bilindiği şekilde rükû ve secdelere gider. Ondan sonra oturup "Tahiyyatı, salavatları ve Rabbenâ âtinâ'yı" okuyarak selam verir. Akşam namazının ikinci rekatında imama uyan kimse de birinci rekat hakkında bu şekilde hareket eder.  
312- Mesbuk, akşam namazının son rekatinde imama uysa, "Sübhaneke'yi" okur ve imamla beraber o rekatı kılarak teşehhüde oturur. İmam selam verdikten sonra kalkar, Sübhaneke, Eüzü Besmele, Fatiha ve bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okur. Rükû ve secdelerden sonra oturur ve yalnız "Tahiyyat'ı" okur. Sonra "Allahü Ekber" diyerek ayağa kalkar, yalnız Besmele ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerîm okuyarak rükû ve secdeleri yapar. Sonra son oturuş yaparak selam ile namazdan çıkar. Bu halde üç defa Teşehhüde oturmuş olur. Bununla beraber mesbuk, ikinci rekatın sonunda yanılarak teşehhüde oturmayacak olsa, sehiv secdesi yapması gerekmez. Çünkü bu rekat, bir yönden birinci rekat yerindedir. 313- Mesbuk, dört rekatlı namazlardan birinin dördüncü rekatinde imama uysa, imam ile teşehhüde oturduktan sonra kalkar, Sübhaneke, Eûzü Besmele, Fatiha ve bir mikdar Kur'an okur. Rükû ve secdelerden sonra oturur. Yalnız "Tahiyyat'ı" okur. Ondan sonra kalkar. Besmele ile Fatiha'yi ve bir mikdar daha Kur'an ayetlerini okur. Sonra rükû ve secdelere varır, oturmaksızın kalkar. Yalnız Besmele ve Fatiha ile bir rekat daha kılarak son oturuşu yapar. Tahiyyat'ı, Salavatları ve Rabbenâ âtinâ'yı okuyup selam vererek namazını tamamlar. 
314- Mesbuk, dört rekatlı namazların üçüncü rekatinden başlayarak imama uysa, imamla beraber son oturuşta yalnız "Tahiyyat'ı" okur. İmam selam verdikten sonra kalkar, Sübhaneke, Eûzü Besmele, Fatiha ve bir mikdar daha Kur'an okur. Rükû ve secdelere varır, sonra kalkar yalnız Besmele ile Fatiha'yı okur. Biraz daha Kur'an-ı Kerîm okur. Yine rükû ve secdelere gider. Teşehhüde oturur. Tahiyyat'ı, Salavatları ve Rabbena atina'yı okuyarak selamla namazını tamamlar. 
 
315- Mesbuk, dört rekatlı namazların ikinci rekatinde imama uyacak olsa, üç rekatı imamla kılmış olur. Teşehhüdden sonra imam selam verince ayağa kalkar. Sübhaneke'yi, Eûzü Besmele'yi, Fatiha'yı ve ekleyeceği ayetleri okur. Rükû ve secdelere varıp son oturuşu yapar. Selam verip namazını tamamlar. 
316- İmam rükûda iken, imama uyan kimse, o rükûa ait olan rekata yetişmiş olur. Fakat imamı secde halinde bulan kimse, hemen secdeye varırsa da o secdenin rekatına yetişmiş olmaz. Bunun için o rekatı yukarda anlatıldığı şekilde kaza etmesi gerekir. 
317- Mesbuk, imam selam verdikten sonra "Allahü Ekber" diyerek ayağa kalkar ve noksan kalmış olan rekatları tamamlar. İmam selam vermeden mesbukun kalkıp noksan kalan rekatları kılmaya başması uygun değildir Ancak namaz vaktinin çıkmak üzere olması ve insanların önünden geçme durumu olması gibi özürler sebebiyle selamından önce kalkar. Bununla beraber imam, henüz selam ile namazdan çıkmamış olunca, mesbukun Teşehhüd mikdarı oturması lazımdır. Bundan önce kalkması caiz değildir. 
318- İmam teşehhüdü tamamlamadan mesbukun kalkıp Kur'an okuması muteber değildir. Onun için mesbuk, birinci veya ikinci rekatı kaza için ayağa kalkar da, imamın teşehhüdü bitirişinden sonra namaz caiz olacak kadar Kur'an okursa, namazı caiz olur. Fakat namaz caiz olmayacak kadar az okumuş olursa namazı sahih olmaz. 
319- Mesbukun kaza edeceği rekatlarda başkasına uyması ve başkasının da bu halde mesbuka uyması caiz değildir. Mesbuk burada yalnız başına sayılmaz. Fakat bir mesbuk ne kadar rekat kaza edeceğini unutup da kendisi ile beraber mesbuk bulunan kimsenin ne kadar rekat kaza edeceğini yalnız göz önünde bulundursa, bununla namazı bozulmaz. 
320- Mesbuk, namazını yeniden kılmak niyeti ile tekbir alacak olsa önceki tekbiri ile başlamış olduğu namazı bozulmuş olur. Tek başına namaz kılan kimse böyle değildir; başka bir namaz kılmaya niyet etmedikçe, aynı namaza yeniden başlamak niyeti ile alacağı tekbir bu namazı bozmaz. Çünkü her iki namaz, tek başına namaz kılan için birbirinin aynıdır. Mesbuk ise, bir yönden tek başına namaz kılan gibidir, bir yönden de imama uyduğundan onun için aynı namaz değildir. 
321- Mesbuk, İmam Azam'a göre Kurban Bayramı'nda Teşrîk tekbirlerini imamla beraber alır, sonra ayağa kalkıp geri kalan rekatleri tamamlar. Halbuki İmam Azam'a göre, tek başına namaz kılan kimse bu tekbirleri getirmek zorunda değildir. Bunun için mesbuk, burada tek başına namaz kılan gibi değil, muktedi (imama uyan) yerindedir. 
322- Mesbuk, ayağa kalkması sahih olacak bir zamanda ayağa kalkıp da, imam henüz selam vermeden mesbuk namazını bitirerek selamda imama uysa, namazı bozulmuş olur. 
323- İmam daha selam vermeden, mesbuk Tahiyyat'ı okuyup bitirmiş olsa, bir görüşe göre Şehadet sözünü tekrarlar, bir görüşe göre de susar. Burada sahih olan mesbukun Tahiyyat'ı yavaş yavaş okumasıdır. Birinci oturuşta imamdan önce Teşehhüd'ü bitirmiş olan bir muktedi de susar, Teşehhüd'de bulunmaz. 
324- Mesbuk, cehren (aşikare) okunan namazlarda imama uyunca, "Sübhaneke"yi okumaz. Geri kalan rekatları kazaya kalkınca okur. Sahih olan budur. 
325- İmam yanılarak beşinci rekata kalkınca, mesbuk da ona uyarak kalksa, bakılır: Eğer imam dördüncü rekatta oturmuş ise, mesbukun namazı bu kalkış ile bozulmuş olur. Fakat imam dördüncü rekatta oturmamış ise, beşinci rekatta secdeye varmadıkça, mesbukun namazı bozulmaz. 
326- Bir mesbuk lâhık da olabilir. Şöyle ki: İmama sonradan uyan kimse, uyku veya abdesti bozan bir sebeble rükünlerden veya rekatlardan bir kaçını imam ile kılamayıp kaçırsa, hem mesbuk olur, hem de lâhık olmuş olur. Bu durumda önce kaçırdıklarını kıraatsız olarak kaza eder sonra mümkün ise, geri kalan namazda imama uyar. Daha sonra da imama uymadan önceki rekatları kıraatla (Kur'an okuyarak) kaza eder. Önce bunları kaza edip ondan sonra, namaz arasında kaçırmış olduğu rükünleri veya rekatleri kaza etmesi de caizdir. Fakat bunu yapmakla meşru sırayı gözetmemiş olacağından günahkar olur. 
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
| | | Devamı... 0 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!