Meryem Mirzakhani

İranlı kadın matematikçi Meryem Mirzakhani'nin vefatı bu alanda çalışma yapanları derinden etkiledi. Daha yakın zamanlarda Fields madalyasını alan ilk kadın matematikçi diye haberi yapılan Meryem Mirzakhani, kısa hayatının ardından dünyaya veda etmiştir. (Bkz. Fields Madalyası ve Meryem Mirzakhani) Mirzakhani, yaşamında matematiğin anlamı hakikaten bir film senaryosuna konu olacak cinsten anlamlıydı. Matematik çalışmaları ile bu dünyada manadar bir yer edinmeye çalışan Mirzakhani, bilim dünyasında yeterince tanınmış mıydı bilemiyoruz. Kadın olması hasebiyle belki de medyada ilgi gören biriydi Mirzakhani. Belki de İranlı olması Doğudan bir bilim insanı çıkmış olması Batı insanlarını bu kadar heyecanlandırmıştır. Daha önce de Mirzakhani'nin hayatı ve aldığı ödül ile ilgili bir yazıyı blogda paylaşmıştık. İlginin sebebinin şimdilik bilmiyoruz. Biz Meryem Mirzakhani'nin matematiksel yönü üzerinde düşünüp konu ile ilgili yazılmış bir köşe yazısına bakalım. Biz öğretmenlerin de bu biyografi üzerinde düşünüp, matematik ilgisi zayıf öğrencilerimize küçük anlamlı bir dokunuşla nasıl büyük dehalar ortaya çıkarabileceğimizi ve bilim dünyasına nasıl katkılar sunabileceğimizi farketmemiz yerinde olacaktır. 

"Üniversitede 151 ve 152 kodları ile okutulan matematik dersinin kitabı ‘calculus’ benim için bir kâbustu ama matematikçilere duyduğum hayranlığın da en büyük kaynağıydı. Bu yüzden matematikçilerin yaşam öykülerini okumaya bayılırım. Bu konudaki filmleri tekrar tekrar izlerim. ‘Oyun Teorisi’ ile ekonomi alanında Nobel Ödülü alan ünlü matematikçi John Nash’in hayatını anlatan ‘Beautiful Mind’ filmi mesela. Bir insan beyninin taşıdığı dehaya oynadığı oyunlar ile o dehanın verdiği mücadeleyi muhteşem yansıtıyordu. 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de Bletchley Park’ta Alman haberleşme kodlarını çözen matematikçileri anlatan ‘Enigma’ filmi de favorimdir. Bir de ‘Imitation Game: Enigma’ filmi... Bletchley Park’taki matematikçilerden Alan Turing’in yaşamına odaklanıyor. Benim favorilerimden biri Hindistan’da yoksul bir çocukken keşfedilen ve dünyanın sayılı matematikçilerinden biri haline gelen Srinivasa Ramanujan’ı anlatan 2015 yapımı ‘The Man Knows Everything About Infinity’ filmi. Türkiye’de ‘Sonsuzluk Teorisi’ olarak gösterilmişti. Öyle görünüyor ki yakında bu matematikçi biyografisi filmlerine yeni biri eklenecek: Meryem Mirzakhani

"15 Temmuz gündemi içinde bazı gazetelerde bir sütuna 10 santim haber oldu Meryem Mirzahani. Ne yazık ki 40 yaşında göğüs kanserine yenik düşerek öldüğü haberiydi bu... En son ABD’deki ünlü Stanford Üniversitesi’nde matematik profesörü olarak görev yapıyordu. Yaşam öyküsünü Quanta Magazine adlı bilim dergisinde okudum. İran’da 1977’de doğmuş, ilkokulu, ortaokulu ve liseyi, hatta üniversiteyi İran’da okumuş. İlkokuldan sonra gittiği ‘üstün yetenekliler okulu’nun ilk yılında matematik öğretmeninin motivasyonunu kıran tepkileri nedeniyle matematikten uzaklaşmış. Okumaya ve yazmaya yönelmiş. Okulun ilk haftasında tanıştığı ve yaşamı boyunca arkadaş olduğu (halihazırda St. Luis’teki Washington Üniversitesi’nde matematik profesörü olan) Roya Beheshti ile bütün boş vakitlerini kitapçılarda geçirmiş. Bulduğu, satın alabildiği her kitabı okumuş. Bir sonraki yıl matematik öğretmeni değişmiş ve yeni öğretmeni Mirzahani’yi teşvik etmiş. 1’den 100’e kadar olan ardışık sayıların pratik bir şekilde toplanmasını sağlayan ünlü Gauss kuralı da Meryem’in matematiğe bakışını değiştirmiş. Geometri ile yatıp kalkmaya, değişik yüzeylerin alanlarını hesaplamaya, teorileri ispatlamaya çalışmış. 1994’te arkadaşı Roya ile birlikte okul müdürünün kapısına dayanmış, “Biz Uluslararası Matematik Olimpiyatları’na (UMO) katılmak istiyoruz” demiş. Meryem’in bir söyleşisinde “Çok sağlam duruşlu biriydi” diye anlattığı okul müdürü başta tereddüt etmiş ama sonunda “Neden olmasın” diyerek iki öğrenci için UMO’ya başvurmuş. Meryem, 1994’te katıldığı olimpiyatlarda 6 testten 5’inden tam puan almış ve 41 puanla altın madalyayı hak etmiş. O yıl arkadaşı Roya ise 35 puan toplayarak gümüş madalyayı almış. Meryem bu başarısından sonra matematikle daha çok haşır neşir olmuş ve 1995 UMO’da testlerin tamamını hatasız yaparak 42 puan toplamış ve yine altın madalyayı İran’a götürmüştü.

Üniversite sonrasında birçok dâhi gibi ABD’ye gitmiş Meryem. Harvard, Princeton ve Stanford’da çalışmış. Ancak hayatını değiştiren, tarihe geçmesini sağlayan olay 2014’te yaşanmış. O tarihte 37 yaşında olan Meryem, dört yılda bir toplanan Uluslararası Matematikçiler Birliği’nin ‘Fields Madalyası’ ile ödüllendirilmiş. 40 yaş altındaki matematikçilere verilen ödülü alan 54’üncü bilim insanı olan Meryem, daha önceki 53 kişinin aksine bu ödülü alan ilk kadın olmuş. Bu ödülü kazanmasına neden olan çalışmaları anlatmaya benim zekâm ve donanımım yetmez. Eminim ilgilenenler internet ortamında çok daha ayrıntılı makaleler bulabilir. Ancak şunu söyleyebilirim; doğru eğitim ve motivasyon sadece çocukların değil, toplumların geleceklerini şekillendirir. Bazen küçük bir dokunuş, kritik bir karar çok şeyi değiştirir. Tıpkı, okul müdürünün verdiği o kritik karar gibi.  
Deniz Zeyrek-17/07/2017
http://hurriyet.com.tr/yazarlar/deniz-zeyrek/cok-ders-cikarilacak-bir-deha-hikayesi-40522168

Matematik Fields Madalyası (Meryem Mirzakhani)

"Fields Madalyası’nı alan ilk kadın matematikçi, İranlı Maryam Mirzakhani’nin yaşamını, hiperbolik geometri çalışmalarını ve ödülün tarihini araştırdık.Matematiğin “Nobel”i olarak bilinen Fields Ödülü, matematik alanında sıra dışı çalışmalar yapan ve matematiğin geleceği hakkında söz sahibi olacağı düşünülen bilim insanlarına her dört yılda bir verilen bir ödül.
Ödülün hikayesi
Fields Madalyası’nın ön yüzünde Arşimet’in siması ve Arşimet’in sözü “Kendi ayaklarının üzerinde dur ve dünyayı yakala!" bulunuyor. Arka yüzünde ise "Tüm dünyadan gelip burada toplanan matematikçiler mükemmel çalışmaları takdir ediyorlar" yazıyor.
Fields Madalyası Komitesi, IMC yönetim kurulu tarafından belirleniyor. Ödül komitesinin başkanı dışındaki bileşimi ödül töreninin yapılacağı tarihe kadar gizli tutuluyor.
Aslında Fields için "matematiğin Nobel'i" tariflemesini birçok matematikçi beğenmiyor. Nobel ödül başlıkları arasında matematiğin neden yer almadığıysa başlı başına bir tartışma. Söylentiye göre gerçek sebep, Nobel ödüllerini başlatan Alfred Nobel'le İsviçreli matematikçi Mittag-Leffler arasındaki kişisel husumetmiş.
 
Uluslararası Matematikçiler Kongresi 1897 yılında ilk kez Zürih’te düzenlendi ve I.Dünya savaşı nedeniyle ara verilene kadar devam etti. Uluslararası Matematikçiler Kongresi’nin devam ettirilmesi niyetiyle 1923 yılında Uluslararası Matematikçiler Birliği (IMC) kuruldu. 1924 yılında Almanların dışarıda bırakılıp bırakılmaması tartışmalarıyla birlikte Toronto’da düzenlenen kongrenin sekreterliğini Kanadalı matematikçi John Charles Fields yaptı. Bu kongrede alanında sıra dışı çalışmalar yapan iki matematikçinin altın madalya ile ödüllendirilmesi kararı alındı. Bu ödülün verilmesi için fon kurulması sağlayan ve bu fona bağış yapan J.C.Fields onuruna ödülün ismi de Fields Madalyası oldu.
Matematik alanında yaşanan büyük sıçramalar nedeniyle 1966 yılında ödül verilebilecek kişi sayısı 4’e kadar çıkarıldı. Ödülün koşulları arasında, matematiğe yapılan istisnai katkının yanısıra, adayların 40 yaşını doldurmamış olması da var.
Hangi ülkeler matematikte öne çıkıyor?
Şu ana kadar toplam 58 matematikçi bu ödüle layık görüldü. Bunlar arasında en genci 27 yaşındaki Jean Pierre Serre’di. Eward Witten ise ödülü alan ilk matematiksel fizikçi olmuştu.
En fazla Fields madalyası alan ülke 12 madalyayla ABD. İkinci ülke ise 9 madalya ile SSCB – ancak bu matematikçilerin çoğu SSCB’de okuduktan veya doktora yaptıktan sonra, ülkeyi terketmişler. ABD ve Sovyetler’i Fransa ve İngiltere takip ediyor.
Fields Madalyası bu yıl Brezilyalı Artur Avila (Instituto Nacional de Matemática Pura e Aplicada), Kanadalı ve ABD’li Manjul Bahrgava (Princeton Üniversitesi), Avusturyalı Martin Hairer (Warwick Üniversitesi) ve İranlı Maryam Mirzakhani’ye verildi.
Ödül ile ilgili olarak en dikkat çeken nokta şüphesiz bu ödülü ilk kez bir kadın matematikçinin, Maryam Mirzakhani’nin almasıydı. 37 yaşındaki Mirzakhani, ödülü alan ilk kadın olmasının yanında, ilk İranlı matematikçi de oldu. Avila ve Hairer de ödülü alan sırasıyla ilk Brezilyalı ve Avusturyalı matematikçiler.
Tahran’da yetişen yetenek: Maryam Mirzakhani
Tahran’da doğup büyüyen Mirzakhani, okuduğu okulun kitapçıların yoğun olduğu sokağa yakın olması nedeniyle ebebiyata merak saldığını, eline ne geçerse okuduğunu ve yazar olmak istediğini söylüyor. Ortaokulu bitirdiği yılların İran-Irak savaşının (1980-88) bittiği yıllara denk geldiği için kendini şanslı görüyor: “10 yıl önce doğmuş olsaydım o dönem sahip olduğum fırsatları bulamazdım”. Nitekim 1987’de İran, sıradışı yetenekli çocuklara dönük bir okul projesi (NODET) başlatıyor ve Mirzakhani de bu liselerde eğitim görüyor.
 
Mirzakhani, matematiğe ilgisinin gelişmesinde onun bilimle uğraşmasını isteyen ağabeyinin katkısını vurguluyor. Bir gün ağabeyi 1’den 100’e kadar olan sayıların toplamının Gauss tarafından nasıl hesaplandığını anlatıyor. Bu olay Mirzakhani’yi çok etkiliyor: "İlk kez, çözümü kendim bulamamış olsam bile, güzel bir çözümden zevk almıştım.”
Matematiğe ilgisi yoğunlaşan Mirzakhani 1994’te Hong-Kong, 1995’te Toronto’da düzenlenen Uluslararsı Matematik Olimpiyatlarında kazadığı altın madalyalar ile tanınan zeki bir genç oldu.
Mirzakhani, lise eğitimini NODET’te tamamladıktan sonra matematik lisansını Tahran’da bir kamu üniversitesi olan Şerif Teknoloji Üniversitesi’nden, doktorasını ise 2004 yılında kendisi de Fields madalyası sahibi Curtis McMullin danışmanlığında Harvard Üniversitesi’nden aldı. Şu anda Stanford Üniversitesi’nde profesör olarak çalışıyor.
Riemann yüzeyleri: simit ve kupanın ortak yanları
Mirzakhani, geometri ve dinamik sistemler alanında çok önemli katkılar yaptı. Riemann yüzeyleri ve onların modüli uzayları hakkında çalışmaları hiperbolik geometri, topoloji, dinamik sistemler, kompleks analiz gibi matematiğin farklı disiplinleri arasında bir köprü işlevi görmektedir.
Riemann yüzeyleri adını 19.yy’da soyut yüzeylerin önemini anlamaya çalışan Bernard Reimann’dan almıştır. Yüzeyler sahip oldukları delik (genus) sayısı ile topolojik olarak sınıflandırılabilirler. Örneğin küre genus 0, simit genus’ı 1 olan bir yüzeydir. Burada topolojik olarak sınıflandırmadan kastedilen kahve kupası ile simit’in aynı şeyi ifade etmesidir. İkisi de genus’ı 1 olan topolojik nesnelerdir.
Bir yüzey üzerinde geometrik bir yapı ile tariflenirse Riemann yüzeyi adını alır. Bu yapı kompleks bir yapı olabilir. Bunun anlamı soyut yüzeyler üzerinde kompleks analiz metotlarının uygulanabilir olmasıdır. Her kompleks eğrinin cebirsel bir eğri olması, yani belirli sayıda polinomun sıfırları olarak ifade edilebilir olması, Reimann yüzeyleri ile cebirsel geometri arasındaki ilişkinin varlığını oluşturmaktadır. Yani Riemann yüzeyleri, üzerinde kompleks analiz yapılan analitik nesneler olmanın yanında, polinomlar tarafından verilen cebirsel bir ifadeye de sahiptir.
Riemann yüzeylerini tanımlamanın bir alternatif yolu da uzunluk, açı, alan hesaplamaları yapabileceğimiz hiperbolik geometrinin tariflenmesidir. Hiperbolik geometri öklidyen geometriden farklıdır. Öklid geometrisinde bir doğruya kendi üzerinde olmayan bir noktadan ancak bir tane paralel doğru çizilebilir. Hiperbolik geometrideyse, verilen bir doğruya paralel ve bu doğru üzerinde olmayan bir noktadan geçen birden fazla doğru olabilir. Hiperbolik geometrinin öncülüğünü Bolyai, Lobatchevski ve Gauss yapmıştır. Riemann yüzeylerinin zenginliğinin temeli üzerindeki kompleks-cebirsel yapı ile hiperbolik yapının denk olmasıdır.
Mirzakhani’nin ilk dönemki çalışmaları Riemann yüzeyleri üzerindeki kapalı, uzunlukları deformasyonla değişmeyen eğriler (İng. “closed geodesic”) konusunda olmuştur. Riemann yüzeyleri üzerinde uzunluğu belirli bir L sayısının altında olan jeodeziklerin (İng. “geodesic”) sayısı “jeodeziklerin asal sayısı teoremi”yle ifade edilmiştir. Çok büyük L’ler için bu sayı asimptotik olarak exp(L)/L olarak verilmiştir.
Mirzakhani bu kapalı eğrilerin basit, kendilerini hiç kesmeyen tipleri için asal sayı teoremine odaklandı ve bu durumun basit kapalı eğriler için farklı olduğunu gösterdi. Basit kapalı eğriler durumunda bu sayı üstel olarak olarak artmamakta, tam olarak L’nin 6g-6’ncı kuvveti ile verilmektedir. Buradaki g sayısı Riemann yüzeyinin genusudur. 6g-6 sayısı bu formülde gizemli bir ifade gibi durmaktadır. Aslında bu sayı Riemann yüzeylerinin modüli uzaylarının boyutunu vermektedir. Bu durum genel olarak modüli uzayın geometrik yapısında dair çok fazla bilgi sunmamakla birlikte Mirzakhani ve McShane’nin çalışmaları modüli uzaylar üzerinde hacim hesaplamaları ile basit kapalı eğrilerin sayısı hakkında ilişkinin varlığını ortaya çıkardı.
Mirzakhani: karmaşık uzayların fatihi
Mirzakhani’nin bakış açısı, sicim teorisinin öncülerinden ve Fieldslı Edward Witten’in, eğrilerin modüli uzayları üzerindeki kesişme sayıları üzerine ortaya attığı Witten sanısının yeni ve beklenmedik bir ispatının verilmesini sağladı. Yine Fields sahibi Kontsevich 1992 yılında Witten sanısını ispatlamıştı, ancak Mirzakhani, modüli uzaylar üzerindeki bu sanıyla Riemann yüzeyleri üzerindeki basit kapalı jeodeziklerin sayılması arasında bir ilişkinin varlığını gösterdi.
 
Son yıllarda Mirzakhani modüli uzayların diğer geometrik özellikleri üzerine çalışmalarını yoğunlaştırdı. Modüli uzaylar üzerindeki dinamik sistemleri (zamana bağlı olarak gelişen-değişen sistemler) çalıştı ve Fields Madalyası sahibi William Thurston tarafından ortaya atılan deprem akışı (İng. “earthquake flow”) sisteminin “kaotik” olduğunu ispatladı.
Mirzakhani ayrıca Alex Eskin ve Amir Mohammadi ile birlikte modüli uzaylar üzerindeki başka dinamik sistemleri de çalıştı. Kapalı olmayan (İng. “non-closed”) jeodeziklerin modüli uzaylar üzerindeki davranışları son derece düzensiz ve bunların yapıları hakkında bilgi edinmek zor. Buna karşın Mirzakhani, kompleks jeodeziklerin ve onların cebirsel kapanışlarının düzensiz veya fraktal olmak yerine düzenli olduklarını ispatladı. Yani kompleks jeodeziklerin analiz diferensiyel geometri açısından transendental özelliğe sahip olmalarına karşın kapanışlarının cebirsel yani polinomlar yardımıyla tarifelenebilir oldukları anlaşıldı. Bu çalışması alanın uzmanı matematikçiler tarafından övgüyle karşılandı. Zira bu çalışmalar, homojen uzaylar üzerindeki dinamik sitemlerin sahip olduğu katılığın, heterojen bir yapı olan modüli uzaylar üzerindeki dinamik sistemler için bir karşılığının olmadığını göstermiş oldu.
Heterojen yapısı ve karışıklığı nedeniyle modüli uzaylar üzerine doğrudan çalışmak imkansız gözükmekteydi. Fakat Mirzakhani etkili çalışmasıyla bu yargıyı boşa çıkardı."
 http://bilimsol.org/bilimsol/matematik/maryam-ve-karmasik-uzaylari
Kaynaklar:
Carl Riehm, 2007, “The Early History of the Fields Medal”, http://www.ams.org/notices/200207/comm-riehm.pdf
http://www2.maths.ox.ac.uk/cmi/library/annual_report/ar2008/08Interview.
http://www.mathunion.org/general/prizes/2014/prize-citations/
http://www.mathunion.org/fileadmin/IMU/Prizes/2014/news_release_mirzakhani.pdf

Not: (16/07/2017) Matematiğin Nobeli olarak anılan Fields ödülünü kazanan ilk kadın olarak tarihe geçen İranlı matematikçi Meryem Mirzakhani, 40 yaşında meme kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Kanserin Mirzakhani'nin kemiklerine kadar yayıldığı belirtildi. ABD'de yaşayan ve çalışan Mirzakhani, çalışmalarında özellikle hiperbolikgeometri, ergodik teori, simplektik geometri ve Teichmüller teorisine odaklanıyordu. http://www.bbc.com/turkce/amp/haberler-dunya-40619607

Ercan Kumcu, Kadın Matematikçiler


Yüzyıllar boyunca bütün toplumlarda matematik kadınlara göre değildir" önyargısı egemen olmuştur. Kadın matematik alanında eğitimi gerekli görülmemiş ve uygun bulunmamıştır. Kadınlardan okumuş olanların birçoğu da ancak matematiğin dışında iş bulabilmişlerdir.
Sayıları az da olsa, bu önyargıları aşıp başarılı olmuş kadın matematikçilerde vardır. Bunlar çok büyük mücadeleler vererek bulundukları yerlere gelmişlerdir. Bu kitapta, yüzyıllardan beri verilen bu mücadelenin öyküsü anlatılmaktadır. Burada dikkat edilecek husus kitapta matematikle uğraşmış kadınların çoğunlukla hayat hikayelerinden bahsedilmektedir. Matematik çalışmalarından yetersiz düzeyde bahsedilmiştir.Bazı matematiksel ifade ve terimlerin de matematikçilerin kullanımından uzaktır. Kadın matematikçilerin hayatı ve eserleri konusunda araştırmacılar için tercüme eseri kıvamındadır.
 
Ercan Kumcu, Kadın Matematikçiler, Remzi Kitabevi, Sayfa 206, Baskı 2004 

Kadın Matematikçilerden Bazıları

Tarihte büyük kadın matematikçiler de vardır. Gericiler tarafından katledilen Hypatia, parlak bilim merkezi İskenderiye'nin son ışığı sayılır. Sonraki dönemlerde Sonja Kowalewsky, Sophie Germain, Emmy Noether genç hanımlara örnek oluşturacak ünlü matematikçilerden bazılarıdır.

Hypatıa (370-415) Bir matematikçi, astronom ve filozof olan Hypatia, dönemin ünlü matematikçisi Theon'un kızıydı. İskenderiye Kütüphanesi'nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiştir. Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştı. Hypatia Atina'da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye'ye döner ve İskenderiye Kütüphanesi'ndeki Platon Okulu'nda dersler vermeye başlar. Hypatia bu okulda, içerisinde Hristiyanlık, Paganizm ve Musevilik gibi birçok inanca sahip öğrencisine Platon ve Aristo'nun öğretilerini kazandırdı. Bu öğrencileri arasında ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais'in piskoposu olacak olan Synesius da vardı. Hypatia'yı ölene kadar savunmuş olan İskenderiye Valisi Orestes ile Hypatia'yı "dinsizlik" ve "şeytanlık" ile suçlayan İskenderiye piskoposu Cyril arasındaki kavga şehir çapında bir provokasyona dönüşür ve olaylar Hypatia'nın 415'de taşlanarak öldürülmesine kadar varır. Çalışmaları: Aritmetik üzerine 13 ciltlik bir yorum. Apollonius'un Konik'leri üzerine yorum. Ptolemy'nin "Almagest"i üzerine düzenleme. Babası Theon'un yazdığı "Öklid'in Elementleri" adlı eser üzerine düzenleme. "The Astronomical Canon" (Astronominin Kanunları) adlı kitabı. Hypatia'nın bilime katkıları; gök cisimlerinin sınıflandırılmasında, hidrometre'nin bulunmasında, sıvıların yoğunluk derecesinin belirlenmesinde ve daha birçok konuda etkili olmuştur. 

Sophıe Germaın (1776 – 1831) Babası zengin bir ipek tüccarıdır. Toplumda liberal reformların konuşulup planlandığı bir ailenin kızı olarak 1776 yılında doğar. Daha 13 yaşındayken Arşimet'in ölüm hikayesini okuduktan sonra matematikçi olmaya karar verir. Kendi kendine Latince ve Yunanca öğrenir. Ailesinin muhalefetine rağmen, anne ve babası uyduktan sonra Newton ve Euler'i okur. Felsefeye merak sarar. Bu kadar inatçı bir çocukla baş edemeyen babası sonunda Sophie'yi hayatı boyunca desteklemeye karar verir. Matematikteki zekasını ilk kez meşhur matematikçi Lagrange keşfeder. Lagrange için hazırladığı bir ödevi kadın olduğundan önem verilmeyeceği kaygısıyla ‘‘M. LeBlanc'' diye sahte bir isimle verir. Lagrange bu dehanın Sophie Germain olduğunu daha sonra öğrenir. Sophie'nin matematik alanında en büyük destekçilerinden biri Lagrange olur. Sophie Germain'i en çok etkileyen matematikçilerden biri de çoğu kesimlerin fikir birliği içinde matematiğin prensi diye adlandırılan Gauss oldu. Ona da çeşitli matematik konularında bir çok mektup yazdı. Aynı kaygıyla, mektuplarına uzun süre M. LeBlanc olarak imza attı. Gauss, M. LeBlanc'ın Sophie Germain olduğunu Fransızlar Gauss'un oturduğu şehri işgal edip Sophie'nin aile dostu olan bir Fransız generalden Gauss için ayrıcalık istediğinde öğrenir. Sophie Germain'in matematikteki meşhur Fermat Teoremi'nin çözümüne yaptığı katkılar bilinen en iyi yönüdür. Yaptığı katkıların önemi kendinden ancak 100 yıl sonra Kummer tarafından bir adım ileri götürülebildiği düşünülürse daha iyi anlaşılır. Zamanın çok prestijli yarışmalarına katılmıştır. Poisson gibi matematik ve istatistiğin önde gelen isimleriyle yarışmıştır. Başarılı olamamıştır. Hak ettiği dereceler hiçbir zaman kendine verilmemiştir. Geçmişte M. LeBlanc ismini kullanmakla ne kadar haklı olduğunu tüm matematik dünyası adete Sophie'ye ispat etmiştir. Poisson, Gaspard de Prony ve Laplace'dan oluşan bir jürinin seçiciliğinde katıldığı bir yarışmada sunduğu makale bazı teknik hatalar nedeniyle kabul dahi edilmemiş ve kendisine çalışmasının neden kabul edilmediği söylenmemiştir bile. Olaydan 55 yıl sonra Gaspard de Prony'nin yazdığı makalelerinden birinin Sophie Germain'in yazdığı makalenin düzeltilmiş şekli olduğu anlaşılmıştır.  Fransız matematikçisi Sophie Germain (1776-1831) Gauss'dan bir yaş büyüktür. Disquistiones Arithmetica'ya hayran olup, bundan ilham alan Sophie Germain, aritmetik üzerine bazı çalışmalarını Gauss'a mektupla göndermiş, fakat Gauss'un bir kadın matematikçiye olumsuz bir kanısı olabileceğinden çekinerek mektuplarında bir erkek adını, M. Leblanc'ı kullanmıştı. Gauss, bu mektupları derin takdir besleyerek mükemmel Fransızcası ile yanıtlıyordu. Fransızlar Hannover'i işgal ettiklerinde, Germain, Gauss'a yardım etmek amacıyla M. Leblanc maskesini kaldırmak zorunda kalır. 30 Nisan 1807 tarihli mektubunda Gauss, Sophie'nin kendisi için Fransız Generali Petnety'ye gitmesine teşekkür ediyor ve savaştan acı acı yakınıyor, aynı zamanda eserlerinden dolayı Sophie'ye takdirlerini bildiriyor ve kendisinin sayılar teorisine olan derin merakını anlatıyordu. İşti Gauss'u en cana yakın bir şekilde gösteren bu mektuptan bir parça:
 "... Mektuplaştığım M. Leblanc'ın -hiç tahayyül edemeyeceğim bazı şeyler hakkında bu mükemmel örneği vererek- birdenbire şu ünlü kişiliğe (Sophie Germain) dönüşmesini görmekle duyduğum hayreti size nasıl açıklayabilirim. Genellikle soyut bilimlere ve özellikle sayıların bütün gizemine karşı duyulan bu zevk pek ender olmakla beraber şaşılacak bir şey değildir. Bu bilimin sihirli çekiciliği, ancak onun derinliklerine kadar inmek cesaretini gösteren kimselere kendini gösterer. Fakat bir kadın çetin araştırmalara girişince örflerimize ve düşüncelerimize göre erkeklerin karşısına çıkan güçlüklerden çok daha fazlasıyla karşılaşırsa, buna karşın önüne çıkan engelleri aşmaya ve en karanlık noktalara kadar sokulabilmeyi başarırsa bu kadında hiç şüphe yok ki, en asil bir cesaret, tamamıyla olağanüstü bir kabiliyet ve yüksek bir dehanın olduğu kanısına varmalıyız. Gerçekten, yaşamımda bana o kadar neşe ve zevk vermiş olan bilimin bu çekiciliğinin olduğu kadar, bilime onur vererek gösterdiğiniz ilginin imkansız hülyalar olmadığını hiçbir şey bu kadar çekici şüpheye meydan vermeyen bir şekilde kanıtlayamazdı". 
Gauss matematik sorunları üzerinde tartışarak devam ediyor metubuna. Bu mektubun üst tarafına yazılan şu birkaç sözcük, üzerinde durulmaya değer. "bronsvic (Braunschweig), ce 30 Avril 1804 Jour de manaissance" (bu 30 Nisan benim doğum günüm). Gauss'un arkadaşı Olbears'e 21 Temmuz 1807'de yazdığı bir mektup, genç kadına yapılan övgülerin sırf bir nezaketten ibaret olmadığını göstermektedir. "Langrange astronomi ve yüksek matematikle ilgileniyor, hangi asal sayılar için 2'nin kübik veya kuadratik bir rezidü (kalan) olduğu üzerine bir süre önce göndermiş olduğum iki deneme teoremini kanıtlanacak en güzel ve en zor teoremlerden ikisi olarak düşünmektedir; halbuki Sophie Germain bunun kanıtlarını bana gönderdi, bu kanıtların bir değeri olduğunu sanırım..." Göttingen Üniversitesi Gauss'un Sophie için teklif ettiği fahri doktor ünvanını vermeye vakit bulamadan Sophie Paris'te öldü. Yine oldukça genç yaşta ölen bu Fransız hanım matematikçinin fizikten, analize ve soyut matematiğe geçişteki önemli katkılarını matematik tarihi yazmaktadır.Bir çok deha gibi, Sophie Germain de çok genç yaşta öldü. Rakam teorisi üzerine çalışmalarını sürdürürken 55 yaşında kanserden öldü. Ölüm sertifikasındaki mesleği bölümüne matematikçi değil, rantiye yazdılar. 


Ada Lovelace (1815 – 1852) 10 Aralık 1815 yılında Londra'da doğdu. Şair baba ve matematiğe düşkün anneden olan Ada Lovelace (Augusta Ada Byron ), 13 yaşındayken uçan bir makine tasarlayıp, hesapladı. 17 yaşında matematik ve teknoloji üzerine çalışmaya koyuldu. 1840 yılında Augustus De Morgan'dan matematik dersleri almaya başladı. İngiltere'de 1832 yılına kadar kadınların bilimsel tartışmalara katılmalarına izin verilmediği ve akademik yayın yapmalarının uygunsuz görüldüğü bir dönemde, kadın olduğunun belli olmaması amacı ile isminin baş harfleri olan "A.A.B."yi kullanarak, bilgisayar sistemleri üzerine bilimsel bir dergide ilk akademik yayını yapan öncü kadın Ada, 1835 yılında Lord Lovelace ile evlendi ve bu evlilikten 3 çocuğu oldu. Mekanik bir bilgisayar tasarlayan İngiliz Charles Babbage'ın makinesi üzerine yazılmış bir Fransızca makaleyi tercüme ederek İngiliz mühendise gönderdi. Bundan etkilenen Babbage, Lovelace Kontesi Ada'dan söz konusu makaleye kendi notlarını da eklemesini istedi. Ada, çevirdiği makalenin üç katı uzunluğuna erişen kendi orijinal notlarını Babbage'a gönderdi ve aralarında yoğun bir iletişim başladı.  Leydi Lovelace'a göre bu tür bir makine uygun şekilde programlanırsa karmaşık müzik eserleri bestelemek, grafik üretmek ve karmaşık matematiksel problemleri çözmek için kullanılabilirdi. 
Ada hayatı boyunca , mesmerizm ve frenoloji dahil olmak üzere bilimsel gelişmelere ve günün modasına güçlü bir ilgisi vardı. Babbage’le yaptığı ünlü çalışmasından sonra bile , diğer projelerde çalışmasını sürdürdü. Arkadaşı Woronzow Greig e beynin nasıl düşünce ürettiğinin ve sinirlere duygularımızı nasıl aktardığının matematiksel bir modelini yaratmayı istediğini söyledi. Ne yazık ki bunu hiçbir zaman başaramadı.Ada nın beyne olan ilgisi annesinden kalan uzun süredir kafasını meşgul eden deli olma ihtimalinden geliyordu. Bu proje üzerine araştırmasının bir parçası olarak, 1844 de elektrik mühendisi Andrew Crosse yi elektrik deneylerini nasıl yaptığını öğrenmek için ziyaret etti. Aynı sene , Karl Von Reichenbach ın Manyetizm Üzerine Araştırmalar kitabı hakkında bir değerlendirme yazısı yazdı ama bu yazı ne yayınlandı ne de taslak geçmişin ilerlediği görüldü. Kanser olmazdan bir sene önce 1851 de annesine bazı yapımlardan bahsederek matematikle müziğin bağlantısı üzerine çalıştığını yazdı. Ada, Charles Babbage la ilk kez 1833 haziranın da ortak arkadaşları Mary Somerville aracılığıyla tanıştı. Hazirandan sonra , Babbage Ada’yı Fark Makinesinin ilk örneğini görmesi için davet etti. Makineyi görünce Ada büyülenmişti ve Somerville olan ilişkisini Babbage olabildiğince sık görmek için kullandı. Babbage Ada’nın çözümleme ve idrak kabiliyetinden etkilenmişti ve Ada ya sayıların büyücü kadını diyordu. 1843 de ‘’ eğer mümkünse bu dünyayı , dünyanın dertlerini ve birçok şarlatanını unutun. Sayıların büyücü kadını dışında her şey kısa bu dünyada.’’ Ada hakkında böyle yazdı Babbage. 1842-43 yılları arasındaki dokuz aylık süreç boyunca Ada , İtalyan matematikçi Luigi Menabrea’nın Babbage ‘ın yeni önerilen makinesi hakkındaki anılarını çevirdi. Makaleye birçok not ekledi. Analitik Motorun işlevlerini anlatmak zor bir iş , diğer bilim insanları motorun konseptini tam kavrayamamakla birlikte İngiliz kurumlar motorla ilgilenmediler bile. Ada’nın notları aynı zamanda motorun Fark Makinesinin orijinal halinden ne kadar farklı olduğunu açıklamak durumundaydı. 
Ada’nın notları anının kendisinden daha uzun ve Analitik Motorun düzgün çalışmasın için kurulmuş Bernoulli sayı dizisini motorla hesaplama yöntemini detaylı olarak içermektedir. Bu çalışmasını baz alınarak Ada günümüz de ilk bilgisayar programcısı olarak anılmaktadır, yöntemi ise ilk bilgisayar programı olarak kabul edilmektedir. Çalışmaları döneminde kabul gördü, dahası Michael Faraday kendisini Ada’nın yazılarının hayranı olarak tanımladı. Yazıları yayımladıklarında , Babbage kendi açıklamasını ( devletin kendi motoruna karşı tavrına eleştirisini) imzalamadan bırakmak istiyordu ama bu aynı zamanda bu açıklamayı Ada ‘nın da yazmış olabileceğini ima ediyordu, bu yüzden Ada’la Babbage’ın araları bozuldu. Taylor’ın Bilimsel inceleme Yazıları açıklamanın imzalanması gerektiğini belirtince , Babbage Ada’ya yazıyı geri çekelim mi diye sordu. Ada Babbage’ın ilk defa açıklamayı imzasız bırakacağını biliyordu ve yazıyı geri çekmeyi reddettiğini söyledi. Tarihçi Benjamin Woolly bu olayı ‘’ Babbage’ın tavırları, Ada’nın ünlü biri olması nedeniyle hevesle Ada’nın da bu işe girmesini istemesini ve bu yüzden onun isteklerini memnuniyetle yapmasını açıklıyor.’’ sözleriyle teorileştirdi. Ada’nın Babbage’la arası düzeldi ve yazışmaya devam ettiler.12 Ağustos 1851 de Ada kanserden ölmek üzereyken , Babbage’a vasiyetimi uygulayan olur musun diye yazdı ama bu mektup Babbage’ a gerekli yasal yetkiyi vermiyordu. Değerli Köşk’ün teras bölümü Filozof Yürüyüşü olarak bilinirdi çünkü Ada ve Babbage’ın matematiksel ilkeleri tartışırken burada yürüdükleri farz edilirdi. 
Ada Lovelace, Babbage'a gönderdiği mektuplarda söz konusu makinenin belli ve sonlu sayıda adımdan oluşan bir plan kullanarak ne şekilde Bernoulli sayılarını hesaplayabileceğini tarif ediyordu. Bu plan, bilgisayar tarihinde somut bir makineye uygulanabilecek olan ilk "bilgisayar programı" olarak kabul edilmektedir. 1979 yılında, ABD Savunma Bakanlığı tarafından geliştirilen meşhur programlama dillerinden birine de onun onurununa "ADA" ismi verildi. Bilinen ilk bilgisayar programcılarından olan, müzikle, atlarla ve hesap makineleri ile ilgilenen Ada Augusta Byron, 27 Kasım 1852'de 37 yaşında Marylebone'de kanserden hayata gözlerini yumdu.  

Sofya (Sonja) Kovalevskaya (1850 – 1891) Rus aristokrasisinin önemli bir ailesine mensup olan Kovalevskaia 1850 yılında doğmuş. Entelektüel bir ortamda İngiliz dadılar tarafından yetiştirilmiş. Küçük yaşlarda matematikle tanışmış. Babası, Sofya'nın yatak odasının duvarlarını, matematik formülleri ile dolu káğıtlarla süslemiş. Küçük Sofya bütün bu formülleri küçük yaşta öğrenmiş. Komşularından ödünç aldığı kitaplar sayesinde hiçbir eğitimi olmadan trigonometriyi ikinci kez keşfeder. Kovalevskaya on yedi yaşında ailesiyle beraber St. Petersburg'a taşınır. Babasının muhalefetine rağmen düzenli olarak matematik dersleri almaya başlar. Kadın olduğu için o dönemin Rusya'sında üniversiteye gidemez. Üniversiteye gidebilmek için Almanya'ya taşınmak üzere olan genç bir bilim adamıyla evlenir. Genç bilimci Vladimir Kovalevski'dir. İkisi de Heidelberg Universitesi'nde kendi ilgi alanlarında çalışmaya başlarlar. Kovalevskaya 1874 yılında Göttingen Üniversitesi'nden matematik doktorası alır. 
Dünyada ilk kez bir kadın, matematik alanında doktora almıştır. Bu dönemde artık yalnızca iyi bir matematikçi değil, Kovalevskaya Avrupa'da kadın haklarının da yılmaz savunucusudur. Bir yandan matematik dergilerinde yazıları yayınlanırken, diğer yandan edebi eserler de kaleme almaktadır. Fyodor Dostoyevski, Anton Çehov ve George Elliot gibi kişilerle yakın temas içindedir. İlk önce Rusya'dan çıkabilmek için evlendiği eşine artık áşık olmuştur. Bir de kızları olmuştur. Daha kızları beş yaşındayken Kovalevskaya'nın eşi, başından geçen talihsiz olaylar nedeniyle intihar eder. Artık, genç Sofya çocuklu bir duldur. Matematikteki başarıları Kovalevskaya'nın Stockholm Üniversitesi'nde hayat boyu profesör olmasını sağlar. Bu da dünyada bir kadın için bir başka ilktir. Bir matematik dergisinin editörü olur. Dünyada ilk kez bir kadın bu göreve getirilmektedir. Hermite ve Çebişev gibi matematikçilerle ilişki içindedir. Rus matematikçilerle Batı dünyasının matematikçileri arasında köprü görevi yapar. İktisat alanında da önemli uygulama alanı bulan ‘‘sabit nokta teoremi’’ (fixed point theorem) üzerine önemli katkılar yapar. Bu katkıları dolayısıyla Fransız Bilim Akademisi Ödülü'nü alır. 
Sonja, 1874'te Göttingen'den "in absentia" (dışardan gelen öğrenciler) diploması aldıktan sonra dinlenmek üzere Rusya'ya döner. Aşırı çalışmalar ve uğraşlardan çok yorulmuştur, ama ünü kendinden önce memleketine ulaşmıştır bile. Weierstrass, bu ayrıcalıklı öğrencisine uygun bir çalışma yeri bulmak için bütün Avrupa ile haberleştiği sıralarda, Sonja, St. Petersburg'daki kibar alemlerde, havailikler içinde dinleniyordu; Weierstrass uğraşmalarından bir sonuç alamayınca, o zamanki akademik geleneğin tutuculuğundan tiksinir. 1875'de Sonja babasının ölümünü Weierstrass'a bildirir, fakat Weierstrass'ın taziyetine bile cevap vermeden, üç yıla yakın sesi sedası çıkmaz. 1878 Ağustos'unda Weierstrass göndereli çok ulduğu için tarihini hatırlayamadığı bu mektubunu alıp almadığını Sonja'ya sorar: "Mektubumu almadınız mı? Acaba bana -sizin dediğiniz gibi- en iyi dostunuza, serbestçe güvenmenize acaba bir engel mi var? Bunu bana yalnız siz açıklayabilirsiniz..." Weierstrass, aynı mektubunda onun matematiği bıraktığı dedikodularını yalanlamasını rica eder. Weierstrass'ı ziyarete giden Rus matematikçisi Tchebicheff, onu bulamayınca Brichhardt'la görüşür ve Sonja'nın sosyete alemine daldığını söyler. Sonja Weierstrass'ın mektubuna, onun bedbaht ve hasta olduğunu bildiği halde cevap vermemişti. Kadınlığının matematik emellerine üstün çıktığı bu günlerde kocasıyla mutlu yaşamaktaydı. Weierstrass'a sonunda verdiği cevap ise aldatıcı idi. O, eşsiz dehasını anlatmakla bitiremeyen amatör sanatçılar, gazeteciler v edebiyatçıların adeta bir mabudesi olmuştu o zamanlar. Şayet normal bir hayat sürebilseydi kendi kafasına şekil veren adamı küçümsemek durumuna düşmeyecekti diye yazıyor Bell. 1878 yılında Sonja'nın bir kızı olur. Bu doğumla gelen dinlenme, onun zayıflamış matematik ilgisini yeniden uyandırır ve Weierstrass'a bir konu üzerine danışmak için mektup yazar. Weierstrass o konudaki yayınları araştırcağını bildirir. Sonja'nın kendisi bu kadar uzun zaman ihmal etmiş olmasına rağmen, Weierstrass ona her zaman yardıma hazırdı. 1880 yılının Ekim ayında Sonja'ya yazdığı bir mektubunda söylediği gibi, yegane esef ettiği nokta, Sonja'nın uzun suskunluğunun kendisini onun yardımına koşmak fırsatından yoksun bırakmasıydı. "Fakat geçmiş üstünde durmayı sevmem, geleceğe bakalım" diye eklemişti. 
Birtakım sıkıntılar Sonja'yı uyandırdı; o matematikçi olarak doğmuştu ve bir ördeğin sudan vazgeçemeyeceği kadar o da matematikten vazgeçemezdi. 1880 Ekiminde Sonja (otuz yaşında idi) bir şey danışmak için Weierstrass'a yazdı ve cevabını beklemeden Moskova'dan Berlin'e geldi. Sonja sarsılmış bir halde beklenmedik bir zamanda gözükünce, Weierstrass ona bütün gününü verdi. Herhalde Sonja'yı iyice paylamış olmalı ki, Sonja Moskova'ya döndüğü zaman, kendini öyle bir heyecanla matematiğe verdi ki, ne eğlence düşkünü dostları, ne de budala tufeyliler onu tanıyabildiler. Sonja Weierstrass'ın önerisi üzerine "kristal bir ortamda ışığın yayılması problemi"ni ele aldı. 1882'deki yazışmaları öncekilere göre iki farklılık gösterir: Bir kısmı tamamen matematiğe aittir, diğer kısmı ise Sonja ile kocasının -bilhassa Bay Kowalewsky karısının zihinsel yeteneklerini gerektiği kadar takdir etmediğinden- birbiri için yaratılmış olmadıklarına aittir. Kocasının 1883 Mart'ında ani ölümüyle Sonja'nın aile problemleri biter. Kendisi Paris'te, kocası Moskova'da idi o sıralarda. Kocasının ölümü büyük bir yıkım olur, beş gün kendisini kaybederek yemek bile yemeden odasına kapanır, ama altıncı günde kendine gelip, kağıt-kalem isteyerek, matematik formüllerine dalar. Sonbaharda tamamen iyileşerek, Odesa'da toplanan bilimsel bir kongreye katılır. İsveçli matematikçi Mittag-Leffler sayesinde 1884 sonbaharında, 1889'da ömür boyu profesör olmak üzere Stockholm Üniversitesi'ne atanır. Weierstrass'ın, son zamanlarında duyduğu en büyük sevinci, en kıymetli öğrencisinin meziyetlerinin tanınmış olmasıdır. Sonja 1888 Noel arifesinde; bir katı cismin sabit bir nokta etrafındaki dönmesini açıklayan araştırmasıyla Fransız İlimler Akademis'nin Bordin Ödülü'nü kazandı. Jüriye göre araştırmasının o kadar ayrıcalıklı bir değeri vardı ki, ödülün miktarı önce bildirilen 3000 franktan 5000 franga yükseltildi. Bu başarı üzerine Weierstrass'ın mutluluğuna diyecek yoktur. "Başarınızın beni ve kızkardeşimi ve buradaki bütün dostlarınızı ne kadar mutlu ettiğini söylememe gerek yoktur. Özellikle ben, gerçek bir mutluluk duydum, bu işten anlayanlar, benim sadık öğrencimin 'benim zayıf tarafımın' başıboş bir kukla olmadığı kararını ilan ettiler." Sonja Satürn'ün halkası teoremi ile de uğraştı. Matematik fizikte, ikinci mertebeden kısmi türevli diferansiyel denklemler üzerindeki yayınlarıyla ünlü Fransız matematikçileri Darboux ve Hadamard'la Sonja Kowalewsky ismi de yer almaktadır.Basit bir soğuk algınlığı gibi başlayan bir hastalık nedeniyle Kovalevskaya kırk bir yaşında, 1891 yılında ölür. 

Emmy Noether (1882 – 1935) Zamanının ünlü Alman matematikçisi Max Noether'in kızıdır. Yahudi bir aileden gelmiştir. Ailesi oldukça varlıklıdır. Dört çocuğun en büyüğüdür. Okulda Almanca, İngilizce, Fransızca ve aritmetik derslerine ağırlık verdi. Özel piyano dersleri aldı. Dans etmeyi öğrendi. Amacı lisan öğretmeni olmaktı. Annesi onu ev hanımı olacak umuduyla yemek yapmasını, bulaşık yıkamasını öğreterek büyüttü. Halbuki, o 20. yüzyılın en büyük cebircilerinden biri olacaktı. On sekiz yaşında Almanca ve Fransızca'da öğretmenlik lisansı aldı. Bavyera'da kız liselerinde lisan öğretmenliği yapmaya hak kazandı. Ama, hiç öğretmenlik yapmadı. Emmy zor olanı seçti. Üniversite'de matematik okumaya karar verdi. O dönemin Almanya'sında kızlar ancak resmi olmayan bir biçimde üniversitede okuyabiliyorlardı. Her ders için profesörlerden ayrı izin alınması gerekiyordu. Babasının üniversitede profesör olması nedeniyle gerekli izinleri almak zor olmadı. Erlangen Üniversitesi'nde matematik dersleri aldı. İki yıl sonra Göttingen Üniversitesi'ne gitti. Hilbert, Klein ve Minkowski gibi ünlü matematikçilerden dersler aldı. Geçen hafta bu köşede çıkan Anna Johnson Pell Wheeler ile de bu dönemde tanıştı. Erlangen'e geri döndü ve bir başka ünlü isim Gordan'ın yönetiminde doktora tezini yazdı. Doktora tezi Hilbert'in teoremlerinin birinin genelleştirmesiydi. Doktorasını almasına rağmen bir kadın olarak üniversitede hocalık bulması olanaksızdı. Erlangen'de kalıp sakat olan babasına yardım etti. Kendi araştırmalarını yaptı. Gordan'ın emekli olmasıyla yerine gelen Fischer ile çalıştı. Önemli dergilerde makaleleri çıkmaya başladı. İtalya'da bir matematik kulübüne üye olması için davet aldı. Alman Matematikçiler Birliği'ne kabul edildi. Birliğin 1913 yılında Salzburg'daki yıllık toplantısında konferans verdi. Artık matematik dünyasında iyi bilinen bir isim olmuştu. 1915 yılında Hilbert ve Klein kendisini Göttingen'e davet ettiler. Okul idaresiyle, Emmy'in tam zamanlı profesör olabilmesi için bu iki ünlü isim büyük bir mücadeleye girdiler. Gerekli izin ancak dört yıllık bir mücadele sonunda elde edilebildi. Sonunda, bir kadın dünyanın en ünlü üniversitesinde matematik profesörü olarak kabul edilmişti. Dört yıl boyunca Emmy'nin beş kuruş ücret almadan verdiği dersler sanki Hilbert tarafından veriliyormuş gibi reklam edildi. Öğrencilerin Emmy'nin derslerini alması teşvik edildi.  
Noether, kendi adıyla bir teorem ispat etmiştir. Daha sonra, Noether Teoremi, Einstein'ın Rölativite Teori'sine de yardım eden unsurlardan biri oldu. Einstein'dan övgüler aldı. Modern Cebir'in oluşmasında çok önemli katkıları oldu. Matematik dünyası her fırsatta Emmy'nin matematikteki yeni açılımlarını öğrenme çabasındaydı. Çeşitli ülkelerin yıllık matematik kongrelerinde konferanslar vermeye davet ediliyordu. Her defasında matematiğin farklı bir alanında küçümsenmeyecek katkılarını sergiliyordu. Sonunda, 1932 yılında matematik bilgisinin geliştirilmesine yaptığı katkıları dolayısıyla Artin ile birlikte Alfred Ackermann-Teubner ödülüne layık görüldü. Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte, Yahudi olduğu için Göttingen Üniversitesi'nden 1933 yılında kovuldu. Arkadaşı Anna Johnson Pell Wheeler'ın daveti üzerine Amerika'ya gitti ve Bryn Mawr College'da misafir öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Princeton Üniversitesi'nin ünlü Institute for Advanced Study'de dersler verdi.  Çok genç yaşta, elli üç yaşında Bryn Mawr'da öldü. 
KAYNAKLAR: 
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0skenderiyeli_Hypatia 
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=126940 
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=6394 
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-111980 http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2003/09/14/343577.asp 
http://www.matder.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=31:kadin-matematikciler&catid=7:unlu-matematikciler&Itemid=171 
http://www.matematikciler.org/matematik-hakkinda/unlu-matematikcilerin-hayatlari/1237-unlu-kadin-matematikciler.html

Bir Matematikçi Portresi: Paris Pişmiş

Paris Pişmiş de Recillas (Mari Sukiasyan) (1911-1999), ülkemizde yetişmiş kadın matematikçi ve astronomdur. Astronomide doktora tezini Türkiye’de tamamlayan Pişmiş, önce Harvard Üniversitesi’ne gitti, sonra da Meksika’ya yerleşerek orada astronomi enstitüsünün kuruluşuna katılmıştır. Asıl adı Mari Sukiasyan olan Paris Pişmiş, 300 yıl önce Ege'den İstanbul'a göçen bir ailenin üç çocuğundan biridir. Paris Pişmiş 1911 yılında İstanbul - Ortaköy'de doğdu. 4 yaşına kadar aynı mahallede kaldı. "Olgun" anlamına gelen "Pişmiş" soyadı Maliye Bakanı olan dedesine, zamanın Padişahı III. Selim tarafından  verilmiştir. İstanbul - Ortaköy'den ailesi ayrılarak Üsküdar'a yerleşti. Henüz beş yaşında bir anaokulu öğrencisi iken okumayı söktü, ablasının matematik problemlerini de artık o yaşlarda çözebilir hale geldi. İlkokula Üsküdar Yeni Mahalle’de başladı. O yıllarda altı sene süren ilkokul eğitimi süresince yabancı diller de okutulurdu; birinci sınıfta Fransızca, üçüncü sınıfta da İngilizce öğretilmeye başlatılırdı. Hem Fransızcaya hem de İngilizceye gayet iyi bir başlangıç yaparak, ilkokuldan mezun oldu. 

İlkokuldan sonra Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ne gitti. Paris Pişmiş, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ne başladığında Ermenice, İngilizce, Türkçe ve Fransızca dillerini biliyordu. Bu okulda Almancayı da öğrendi. Üsküdar Amerikan Kız Koleji yatılı bir okul olmasına rağmen evleri okula çok yakın olduğu için gündüzlü olarak eğitimine devam etti. Kolej'de çok sıkı bir disiplin vardı. Eğitim-Öğretim faaliyetleri, American Mission Board'un denetimindeydi. Matematiği daha o zamandan başlayarak çok sevmiştir. Matematik dersini bu kadar çok sevmesinde, Matematik hocalarının büyük etkisi olmuştur. 
Paris Pişmiş, liseyi bitirdikten sonra üniversite eğitimine, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Matematik Bölümü’ne kayıt olarak başladı. Darülfünun Matematik bölümünü 1933 yılında bitirdikten sonra doktora tezini hazırlamıştır. Üniversitede, Fatin Bey, Ali Yar Bey, Burhan Bey gibi çok değerli hocalardan aldığı dersler yanında Hitler Almanya’sından kaçan Prof. Erwin Finlay Freundlich, Richard von Mises, Dr. Hilda Geiringer, Hans Reichenbach’la da çalışma olanağı buldu. Üniversite mezuniyeti sonrasında, Galatasaray Lisesi ve Getronagan Lisesi’nde matematik ve astronomi dersleri verdi. Prof. Freundlich’in danışmanlığında hazırladığı “Galaksinin Kinematiği ve Dinamiği” doktora tezini 1937’de bitirdikten bir süre sonra, Prof. Fruendlich, Harvard Üniversitesi Rasathanesi’nde Paris Pişmiş için bir burs ayarlayarak, Amerika'da eğitim alması için Pişmiş ailesini ikna etti. Burs sayesinde gittiği Amerika'da Paris Pişmiş, Harvard Üniversitesi Rasathanesi’nde 1937 yılından itibaren araştırma asistanı olarak çalıştı. 1942 yılında, Harvard’da bulunan Meksikalı meslektaşı Felix Recillas ile evlenerek Amerika'dan ayrılıp Meksika’ya yerleşti. Paris Pişmiş, yıldızlar ve galaksinin dönmesi üzerine çalışmalarını Meksika’da sürdürdü. Pueblo’da yeni kurulan Tonantzinla Gözlemevi’nin kuruluşunda bulundu. 1946’da altı aylık bir araştırma bursu alarak Princeton Üniversitesi’nde çalışmak üzere yeniden ABD’ye gitti, astronom Henry Norris Russell ile çalışma fırsatı buldu. 1948’de Meksika’ya döndüğünde Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nde göreve başladı. Üniversiteye bağlı Tacubaya Gözlemevi'nde astronom olarak görevlendirildi. Eşiyle birlikte üniversitede astronomi dersleri veren Paris Pişmiş, ülkenin ilk astronomlarını yetiştirmeye başladı. 
Meksika Otonom Ulusal Üniversitesi Astronomi Enstitüsü’nün kuruluş çalışmalarına katılan Paris Pişmiş, 1955’te profesör oldu, 1960'lı yıllarda galaksilerin spiral yapısının oluşumu üzerine çalışmaya başladı. 1969 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde altı ay boyunca ziyaretçi araştırmacı olarak görev yaptı. Türkiye'ye sık sık gelerek Ege Üniversitesi Astronomi Topluluğu'nun kurulmasına da katkıda bulundu. 1971 yılında Uluslararası Astronomlar Birliği'nin Meksika Komitesi başkanı seçilen Pişmiş, Meksika Astronomi ve Astrofizik Dergisinin de ilk editörü oldu. 1974–1980 yılları arasında çeşitli araştırmalar yapmak için yılda iki kez NASA'ya giden araştırmacı, 1980’li yıllarda Aktif Galaksi çekirdeği üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Emekli olduğu 1981 yılına kadar Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nde çok sayıda bilimsel araştırmayı yürüttü ve yönetti. Bu süreçte Paris Pişmiş, astrofiziğin çeşitli konularında İngilizce olarak, Meksika dergilerinde ve uluslararası yayın organlarında 110 yayın yaptı. 
Bilim ve Teknik Dergisi'nin 1995 yılında kendisiyle matematik ve astronomi hakkındaki yaptığı söyleşisinde, Prof. Dr. Paris Pişmiş matematik sevdasını şöyle anlatıyor: "Madame Curie teorik çalışmalar yapabildiyse, ben neden yapamayayım düşüncesi, hırsımı kamçılayan düşünce oldu. Geometriye başlamak bende uykudan birden silkinerek uyanma etkisi yaptı. Geometride her şey net ve temizdi; izlenecek yol belli ve bu yoldan neticeye ulaşmak çok zevkliydi. O zamanlar evlerin tavanlarında süslemeler olurdu. Bizim evin tavanındaki üçgen süslemelere bakar, onları birbiriyle mukayese eder, kendime göre sonuçlar çıkarırdım." Paris Pişmiş, Euclid Geometrisindeki teoremleri, önermeleri çok sevdi. Kolej'deki ilk yılında kendisine o kadar da üzmediği halde, sınıftaki en yüksek ortalamayı tutturmayı başardı. Bunun üzerine "biraz daha çalışsam bütün okuldaki en yüksek ortalamayı tutturabilirim" diye düşündü. Gerçekten ertesi sene öyle oldu, mezuniyet ortalaması 98/100 idi. (Bkz. Paris Pişmiş Röportajı/Bilim Teknik)
 
Paris Pişmiş, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nde lise eğitimi aldığı için, o zamanki şartlara göre üniversiteye doğrudan gidebilme şansına kavuştu. Bu yaşına kadar hırsları ailesi ile olan ilişkilerinde bir sorun oluşturmamıştı ama o yıllarda bir kızın üniversiteye gitmek istemesi, karma bir okulda eğitim görmesi, üstelik matematik okuması, döneme göre gayet özgürlükçü olan Pişmişler için bile kolay kabul edilebilir bir şey değildi. Resim ve müzik dersleriyle bir süre avutmak istedikleri kızları, birkaç ay sistematik olarak ağlayınca Pişmiş ailesi pes etti ve 1930-1931 ders yılında Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Fen Fakültesi'nin Matematik Bölümü'ne kaydını yaptırdılar. O inatçı kız, 1933'te Matematik ve Klasik Astronomi Bölümü'nü bitiren ilk kız öğrenci olacaktı. 

Kendi Sözünden Paris Pişmişin Okuma Azmi: 
"Bizim gibi bir ailenin kızı nasıl olur da karma eğitim yapılan bir okula gider diye üniversiteye gitmeme karşı çıktılar. benim hırsımı bileyen bir şey vardı ki o da "kadınlar Matematikçi olamaz" deniyordu. Matematiği sevmem meslek seçimimde elbette ki önemli bir etkendi; ama en zor olanı başarabileceğimi gösterme isteğinin de ciddi payı vardı tercihimde. Kadınların bunu da en iyi biçimde yapabileceğini kanıtlamak istiyordum." 
 
Paris Pişmiş, yıldızların ve galaksilerin oluşumu ve gelişimi konusuna çok önem vermiş ve bu konuda yoğun bir şekilde çalışmıştır. Onun bu çerçevedeki en önemli araştırma konularından biri de fotometri konusuydu. Bu çalışmaları sırasında yeni yıldız kümeleri keşfetti. Bu yıldız kümeleri onun soyadına atfen Pişmiş’in kısaltılmışı olan “PIS” sözcüğüyle adlandırılmıştır. Bugün Paris Pişmiş’in adıyla anılan 23 tane yıldız kümesi vardır. 

Paris Pişmiş 1 Ağustos 1999'da Meksika'da öldü. Cenazesi, 2 Ağustos'ta krematoryumda yakıldıktan sonra külleri havaya savruldu. Bugün Amerikan Astronomi Bölümünde kendi adına bir bölüm açılmış ender çalışmaları ile unutulmayan bir matematikçi olarak anılmaktadır. American Astronomical Society kendi adına açılmış sayfadan hayat hikayesi ve çalışmalarına ulaşabilirsiniz. Paris Pişmiş, ülkemizin bilim tarihinde ve Meksika'da uluslararası bilime en çok katkıda bulunmuş bilim insanlarından birisi olarak hatırlanmaktadır. 

Kaynakça
1)http://aas.org/node/4349
2)Füsun Oralalp; “Paris Pişmiş”, Bilim ve Teknik, sayı 334, Eylül 1995, TÜBİTAK, Ankara.
3) Ahmed Yüksel Özemre; İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Çeşitli Fen Bilimi Dallarının Cumhuriyet Dönemindeki Gelişmesi ve Milletlerarası Bilime Katkısı, İstanbul Üniversitesi yayını, İstanbul 1982.

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!