Şiirin HikâyesiYavuz Bülent Bakiler anlatıyor: Bu kızın, yani fakültenin birinci sınıfında aşık olduğum kızın ismi ‘’Fatma’’ olsun. Bu kıza anlatılmaz duygularla bağlandım kaldım ama ona aşık olduğumu kat’iyyen söyleyemiyorum. Her gün beraber fakülteye gidip geliyoruz. Her gün yan yana oturup dersleri dinliyoruz ama bir türlü bu kızcağıza “ben seni seviyorum, ben sana aşığım” diyemiyorum. Hep içimden söylüyorum bunları. Bizim o yıllarda Hukuk Fakültesindeki mevcudumuz 11500’dü, 11500 mevcudu var. O 11500 kişinin 1100 kişisi muntazaman derslere devam ediyor. O bakımdan fakültede iki ayrı sınıfta okuyoruz. Bir aşağıda sınıf var, bir de yukarıda sınıf var. Biz aşağıdaki sınıfta bu kızcağızla beraber derslere devam ediyoruz. Gandi’yi okuyorum. Gandi diyor ki “her gece başımı yastığa koyduğum zaman kendi kendime düşünüyorum, acaba bugün bir kimseye zararım dokundu mu?’’ Diye düşünüyorum. Eğer bir kimseye zararım dokunduysa gidip ertesi gün o kişiden özür diliyorum. Sana zararım dokundu, beni bağışla’’ diye.” Ben Gandi’nin tesiri altında kalarak kendi kendime düşündüm, dedim ki ben her gün bu kızla beraber derslere giriyorum, bu kızla beraber dolaşıyorum, fakültede bir dedikodu çıkmaya başladı, ‘evlenecekler’ diye bir dedikodu. Benim kulağıma da geliyor bu. Yanımda arkadaşlar söylüyorlar. Ben de “yok ya böyle bir durum yok” filan diye itiraz ediyorum ama doğrusu bu kızcağızı dünyalara sığmaz bir yürekle seviyorum. Ona aşığım. Bir gün fakültenin merdivenlerinden çıkarken ona dedim ki “biliyor musun, fakültede böyle bir dedikodu var” dedim. “Ne güzel, ne güzel” dedi. ‘’Ama dedim, biz daha fakültenin birinci sınıfındayız, yarının ne olacağı belli değil, ben bu fakülteden mezun olur muyum, olmaz mıyım bilemiyorum. Üstelik ben dedim, ailemin seçtiği kimseyle evlenmek durumundayım.’’ Aynen öyle, annemin dilinde dayımın kızının ismi var. Olur mu olmaz mı bilmiyorum ama annem ve babam evleneceğim kimseye evet demeseler benim o kimseyle izdivaç yapmam mümkün değil. Şimdi bir dedikodu var ama ben görüyorum ki sana zararlı oluyor. Gel bu dedikodu bitinceye kadar konuşmayalım.Ben böyle söyler söylemez müthiş öfkelendi, elini başının üstüne kadar kaldırdı “Ben seninle büyük bir dostluk kurmak istiyorum, niçin korkuyorsun? Madem korkuyorsun çekil git!” dedi. Öyle ya! “Ben niye korkayım. Sen bu fakültenin en güzel kızlarından birisin. Senin yanında bulunmak bile bana büyük bir huzur kazandırıyor. Ben korkmuyorum. Ben senin adına endişe duyuyorum.” dedim. “Hadi hadi” dedi, “korkuyorsun.” Sen öyle mi düşünüyorsun, peki hadi güle güle’’ dedim. Böylece ben ondan ayrıldım ve yukarıdaki sınıfa çıktım. O da bir gün sonra yukarıdaki sınıfa çıktı. O yukarıdaki sınıfa çıkınca ben aşağıdaki sınıfa indim. Dünyanın en büyük aptallıkları ve kat’iyyen konuşmadım ama onun için bir takım şiirler yazdım. Bir arkadaşım vardı, sonradan çeşitli bakanlıklarda vazife gördü o demiş ki, -ismi Fatma’ydı ya kızın- “Fatma” demiş, “Bülent senin için o kadar klas o kadar güzel şiirler yazdı ki, bir görsen hayran olursun, çok beğenirsin” demiş. Benim haberim yok. Ben Cebeci’de arkadaşlarımla birlikte bir bekâr evinde kalıyorum. Tak tak, bir gün kapı çalındı. Açtım kapıyı, baktım karşımda kızcağız.– “Ne var?” dedim.– ‘’Bülent filan bana söyledi benim için şiir yazmışsın, o şiirleri senden istemek için geldim.’’– “Vermem” dedim.– Bak, ‘’kimseye kızmadım, kimseye rica etmedim, senden rica ediyorum, ver o şiirleri bana…’’-“Vermem”, o şiirler benim duygularımı ortaya koyuyor.Şu basitliğe bakın.-Senin nazarında dedim, erkeklerin hiçbir kıymeti yok.Buna nereden geldim? Öğrendim ki bu arkadaşım, erkek arkadaşlarıyla ve kız arkadaşları ile birlikte Çubuk Barajına gitmiş. Öğrenince çılgınlara döndüm.‘’Nasıl olur, benim haberim olmadan gidebilir?’’Sanki benim nikâhlı eşimmiş gibi. Bu da işin üzerine binince tamamen kopmak istedim.Geceleri uyuyamıyorum, “acaba sabahleyin fakülteye gelecek mi?” diye düşünüyorum. Fakülteye geliyor, Onun bulunmuş olduğu yerde, kat’iyyen ben olmuyorum, çekip başka tarafa gidiyorum. Böyle saçma sapan bir takım davranışlar. Ama şiirler yazdım kendi kendimle sevdalandım durdum, başka şiirlerim oldu. Bunları kendisine anlatmadım.Mezun olduk. O da mezun oldu, ben de mezun oldum. Benim şiirlerimin çıkmasını, basılmasını, bir kitap haline gelmesini çok istiyordu. Yeminle söylüyorum, çok enteresan hadiseler oluyor bazen insanın hayatında. Fakülteden mezun olduktan sonra askerliğimi yaptım. Ben muhafız alayında, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayında. Kitabımı bastırdım, şiirlerimi muhtevi şiirlerimi bastırdım. Ondan bir tane aldım, cebime koydum, üzerimde lacivert bir elbise var. Çıktım Kızılay’a geldim. Kızılay’da bir noktadan karşı tarafa geçeceğim. Kalabalık ana baba günü, kendi kendime dedim ki:“Ya bu kız bu kitabın çıkmasını çok istemişti, onu görsem de kitabı versem kendisine. Ve kendisi için yazmış olduğum şiirleri hiç olmazsa bu münasebetle görmüş olur.”Bu ışıktan karşı tarafa geçerken tam ortada karşılaştık. Dedim ki “Fatma, az önce seni düşünüyordum, kitabım çıktı. Onu sana şimdi sunuyorum, al” dedim, aldı “teşekkür ederim“ dedi. Başka türlü konuşmadık, o ayrıldı ben ayrıldım. Bu defa beni bir merak sardı:-Acaba şiiri okuduktan sonra nasıl bir kanaat içerisinde oldu, ne düşünüyor şiir üzerinde veya benim üzerimde?Ben ayrı bir yerde oturuyorum Ankara’da. Tandoğan Meydanında. Orada arkadaşlarımla birlikte 3 yıl oturmama rağmen onu katîyyen görmedim hiç. Hangi mahallede oturduğunu da bilmiyorum. Ama kendisine o şiir kitabını verdikten bir gün sonra çıktım evimden, otobüs durağına geldim. Baktım bu da otobüs durağında bekliyor. Oralarda bir tanıdığı olsa gerek herhalde, oraya gelmiş.-Dedim ki sana verdiğim şiir kitabını okudun mu?-Okudum, dedi.-Peki senin için yazdığım şiirleri gördün mü?-Yok, hiç farkında değilim, dedi.Bir tokat yedim mi suratıma?Troleybüs geldi, kimse yok troleybüste. En öne oturdu, gittim inadına en arkaya oturdum. Yine kat’iyyen konuşma filan yok.O zaman o da bekar, aynı zamanda ben de bekarım.Derken, efendim tekrar bir kopukluk meydana geldi. Ben evlendim. O evlendi, evlendiğini duydum. Son derece güzel bir kız, vizon kürkler içerisinde, böyle dolaşıyor. Bir gün Ankara’da, bir akşam karanlığında ben bakanlıktan çıktım; kitap bastırıyoruz bir matbaada, o kitapların durumlarını öğrenmek için matbaaya gidiyorum. Tam Milli Kütüphanenin önünden geçerken bu kızcağızla karşılaştım.O karşıdan geliyor, ben bu taraftan gidiyorum.Karşılaşınca:-Nereye gidiyorsun? dedi bana.Doğrusu benimle konuşacağını hiç düşünmüyordum. “Nereye gidiyorsun” dedi.-“Matbaaya gidiyorum” dedim.-Ne var matbaada.-Kitap bastırıyoruz da, acaba ne oldu diye onu öğrenmek için gidiyorum, dedim.-Ya Bülent! Hala mı kitap, dedi bana.-Ne yaparsın dedim, işte benim de havam böyle! Kitapla düşüp kalkıyorum. Çekip gideceğini sandım, gitmedi. Ben de bekliyorum ama başımız önümüzde ikimizin de.-“Bana niye gelmiyorsun?” dedi.Hiç düşünmemiştim, hiç tahmin etmiyordum bana böyle bir soru soracağını.– İstiyor musun dedim, sana gelmemi?– Tabi dedi. Gelsene bana, yalnız gelmeden önce haberim olsun, dedi.Anladım süslenecek o bakımdan haberim olsun diyor. Kendisine haber verdim bir gün, çıktım gittim. Ben kültür Bakanlığı’nda müsteşar yardımcısıyım, benim kapımda bir sekreter var. O hatun kişinin makamına girmek için iki ayrı odadan, iki ayrı sekreterden geçmek lazım. Birinci sekreterden geçtim, ikinci sekreterden geçtim. Üçüncü odada kendisinin karşısına dikildim. Beni çok iyi karşıladı. Ben, masanın bir tarafına oturdum. O makamından kalktı, masanın karşı tarafına oturdu. Aynen, Allah şahit, aramızdaki konuşma aynen şöyle oldu. Bana dedi ki,–‘’Biliyor musun Bülent, benim 4 yıllık fakülte hayatımı zehir ettin sen bana, zehir ettin’’ dedi.-Şimdi ne söyleyeyim. Dedim ki:‘’Bak köprülerin altından çok sular aktı ve aradan çok zaman geçti, senin hiç bilmediğin bir konu var. Şimdi o konuyu burada ben sana açmak durumundayım. Doğru, fakültede benim bir takım yanlışlarım, hareketlerim oldu, kıskançlıklardan ötürü filan ama onun altında yatan çok önemli bir sebep var ve senin bilmediğin bir husus. Onu bugün şimdi sana, senin bu sorundan sonra açıklamak istiyorum. Senin haberin yok, ben o yıllarda sana deli divane âşıktım, ama söyleyemiyordum bir türlü. İçimde tutuyordum, bütün o yanlış hareketler, hep benim o büyük sevdamdan kaynaklanıyordu, anlatamıyordum.’’Elini vurdu masaya:-‘’Ne demek söyleyemiyordun? Yahu Bülent, her gün bağıra bağıra anlatıyordun’’ dedi.Bütün samimiyetimle söylüyorum, şaşırdım kaldım.– ‘’Yani dedim Fatma, sen o yıllarda gerçekten sana âşık olduğumu anlamış mıydın?’’-‘’Anlamamak için dünyanın en aptal kadını olmak lazım, elbette anladım. Niye söylemedin’’ dedi.Vallahi, billahi, tallahi, samimi kanaatimi orada kendisine anlattım. Dedim ki,–‘’Bak o yıllarda seni o kadar, o kadar, o kadar büyük bir yürekle seviyordum ki, kendimi sana layık görmüyordum. Çok düşündüm, ben dedim ki ben gitsem bu kızcağıza evlenme teklifinde bulunsam. O da beni kabul etse yazık olur bu kıza. Çünkü o benden çok daha üstün özelliklere sahip bir kimseyle evlenmiş olmalıdır. O bakımdan sana öyle bir teklifte bulunamadım’’ dedim.Elini vurdu masaya,–‘’Ya Bülent, benim için şeref olurdu, benim için şeref olurdu.’’Benim deli divane aşık olduğum kızdan 20 yıl sonra dinlemiş olduğum tek cümle budur ve ben onun serçe parmağını bile tutmadım, serçe parmağını. Benim zamanımda veya benim yaşayışımda aşk böyleydi. Ben öyle bir duygu içerisinde bu kızcağıza olan duygumu “Şaşırdım Kaldım İşte” isimli şiirde ortaya koydum.“Sözde senden kaçıyorum doludizgin atlarla” Hani fakültede benim yanıma geldiği zaman ben bırakıp başka taraflara gidiyordum ya işte onu kastederek söylüyorum.O şaşkınlık hala devam ediyor. Herhalde öyle sanıyorum ölünceye kadar devam edecektir. Ben bu şiiri okudum kendisine, telefonda okudum. Şiirimin yazılmasından sonra gördüm ki, arkadaşlarım bana yapmış oldukları açıklamalardan öğrendim ki çok beğenilen şiirlerden birisi olmuş ve 2 milyon kişi bu şiiri işte bilmem ne kanalı ise oradan dinlemişler. Bir telefon açtım kendisine. Dedim ki "Fatma senin için yazmış olduğum şiir biliyor musun, 2 milyon kişi tarafından okunmuş, beğenilen bir şiir olmuş" dedim. Bana telefonun öteki ucundan “şımarma” dedi. ‘’Hayır hiçbir şımarıklığım yok’’ dedim. Öylece kaldı.Kaynakça: https://www.maarifinsesi.com/sasirdim-kaldim-iste-siiri-ve-hikayesi/
Net Fikir » şiir
Şaşırdım kaldım işte, Yavuz Bülent Bakiler
Bir şiirle bayram mesajımız
Ve Kudüs Şehri-Sezai Karakoç (Alınyazısı Saati)
Mazursun, Ahmed Gazali
İmam Gazali'nin kardeşi, Ahmed Gazâlî'ye atfedilen muhteşem şiir; aşk acısını, hem dünyevî hem ilâhî boyutlarıyla işlemiştir. Şiirin, bireysel bir aşkın tesiri olup olmadığı tam bilinmemekle birlikte, Allah’a duyulan aşkın acı ve özlemle yoğrulmuş halini dile getirdiği gözlemlenmektedir.
Ahmed Gazali'nin tasavvufi şiiri, az sözle çok anlam ifade eden tasavvufun özü mahiyetinde bir şiirdir. Kullanılan söz sanatları, mecazlar ve derin çağrışımlar yoluyla şiir, insanın kalbine dokunan bir etki oluşturur. Veciz sözlerle insanın içine işleyen bu şiir; yazar ve şair kimliğiyle bilinen Hilmi Yavuz tarafından aşağıdaki hali ile bir sohbet meclisinde okunmuştur:
"İnsan onurlu doğar"
Ousmane Sembène, kimilerine göre şöyle bir anı ile hatırlanmaktadır. Bu hatıranın doğruluğu tam net olmamakla birlikte, tamamen kurgu bile olsa burada yazılan sözler son derece değerlidir. Ousmane Sembéne, bu konuşmayı yaptı mı bilinmez ama Afrika uyanışını sembolize etmesi açısından böyle bir olayın kurgulanması, böyle bir metnin birileri tarafından yazılıp Ousmane Sembéne adına ithaf edilmesi bile emperyalizme karşı mücadele azmi açısından önemli olmuştur. Bu konuşma metninin gerçekten yaşanmış bir olaya mı dayandığını yoksa kurgudan mı ibaret olduğunu bilmiyorum. Aynı şekilde, metni kimin yazdığı ya da basında nasıl bu kadar yankı bulduğu tam bir muammadır. Ancak tüm belirsizliklere rağmen, konuşmada geçen sözlerin İngiliz sömürgeciliğine karşı yükselen bir itiraz, bir başkaldırı niteliği taşıdığı açıktır. İşte tam da bu niyetle, okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değer bir yazıdır: Konuşma metni şu şekilde başlıyor ve devam ediyor:Ousmane Sembène, 1 Ocak veya 8 Ocak 1923’te Senegal’in Ziguinchor kentinde doğmuş bir Senegalli film yönetmeni, yapımcısı, senarist, oyuncu ve yazardır. Afrika sinemasının gelişiminde öncü olarak görülür. Serer kökenli bir aileden gelmiş olup yerel kültürle iç içe büyümüştür. Wolofça ana dili olsa da Fransızca da öğrenmiş, genç yaşta Dakar’da çeşitli işlerde çalışmıştır. II. Dünya Savaşı’nda Senegal Tirailleurs birliğinde görev yapmış, sonra memleketine dönmüştür. 1947’deki büyük demiryolu grevine katılmış ve daha sonra "Tanrı’nın Odun Parçaları" (Les Bouts de Bois de Dieu) romanını bu grevden esinlenerek yazmıştır. 1947 sonunda kaçak olarak Fransa’ya gidip Marsilya rıhtımlarında çalışmış, sendika hareketlerine katılmış ve "Le Docker Noir" romanını burada yazmıştır. 1950’lerde ve 1960’larda toplumsal gerçekçi romanlar yazmış; "O Pays, mon beau peuple!, Les Bouts de Bois de Dieu, Voltaïque ve Xala" gibi eserlerle ün kazanmıştır. 1960’lardan itibaren "Borom Sarret (1963), La Noire de (1966), Mandabi (1968), Xala (1975), Ceddo (1977), Camp de Thiaroye (1987), Guelwaar (1992) ve Moolaadé (2004) gibi önemli filmler çekmiştir. Filmlerinde sömürgecilik, din, yeni Afrika burjuvazisinin eleştirisi ve Afrikalı kadınların gücü gibi temaları işlemiştir. Birçok uluslararası festivalde ödüller almış ve zaman zaman sansürle karşılaşmıştır. Ousmane Sembène, 9 Haziran 2007’de Dakar’da 84 yaşında ölmüştür.
İmam Şafii Kasidesi - Bırak, günler dilediğini yapsın

Es-Subhu Beda
"İstemem"- Fatih Sultan Mehmed
İmparatorluğa Mersiye Şiiri - Osman Yüksel Serdengeçti
"Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline /ANKARA
3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan, ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir.Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı …!
Senden bahşiş istemiyorum …!
İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım…
Beni, tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez..!
Bu aşkı bu ateşi hiçbir şey söndüremez…!
“On kuruşluk pul ve Osman Yüksel imzasıyla”
Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” köşesinde yazılar yazan Yüksel, Necip Fazıl Kısakürek’in yakın dostu olarak bilinir. Mizahi ve nüktedan üslubuyla tanınan Serdengeçti, Türk milliyetçiliği ve İslam inancını birleştiren bir düşünce çizgisine sahip olmuştur. Yaşamının son dönemlerinde Parkinson hastalığına yakalanan Osman Zeki Yüksel, 10 Kasım 1983’te Ankara’da vefat etmiş ve Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Başlıca Eserleri: Mabedsiz Şehir, Bu Millet Neden Ağlar?, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?, Ayasofya Davası, Mevlana ve Mehmet Âkif, Türklüğün Perişan Hali, Kara Kitap, Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı, Akdeniz Hilalindir.
Bayrak şiiri, Arif Nihat Asya
Yağmur, Nurullah Genç
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat.
Yıllardır bozbulanık suları yudumladım,
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları,
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım.
Hasretin alev alev içime bir an düştü,
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü,
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde,
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü.
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin,
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla,
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin,
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla,
Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak,
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak.
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım,
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı,
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım.
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü,
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü,
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe,
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü.
Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden,
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına,
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden,
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına,
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin,
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin.
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım,
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım.
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü,
Göğsümüzden umutlar bican düştü,
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin,
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü.
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan,
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar,
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıradan,
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar,
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri,
Paramparça, ateşler şahının hayalleri.
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım,
O mücella çehreni izleseydim ebedi,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım.
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü,
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü,
Katil sinekler deldi hicabın perdesini,
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü.
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında,
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin,
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında,
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin,
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü,
On asırlık ocağın savururdum külünü.
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım,
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım.
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü,
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü,
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara,
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü.
Badiye yaylasında koklasaydım izini,
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar,
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini,
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar.
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya,
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya.
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım,
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu,
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım.
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü,
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü,
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi,
Hakların temeline sanki bir volkan düştü.
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri,
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir,
Erdemin, bereketin doldurur haneleri,
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir,
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların,
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların.
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım,
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım.
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü,
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü,
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer,
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü.
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini,
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir,
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini,
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir,
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından,
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından.
Madeni arzuların ardında seyre daldım,
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım.
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü,
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü,
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali,
Hazindir ki; dertleri aşmaya umman düştü.
Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir, mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin.
Yağmur, bir gün elini ellerimde bulsaydım,
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş te ben olsaydım.
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü,
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü,
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan,
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü.
Islaklığı sanadır ahımın, efganımın,
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler,
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın,
Nazarın ok misali karanlıkları deler.
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin,
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin.
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım,
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım.
Yağmur, ayrılığıma seninle derman düştü,
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü,
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün,
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü.
Nefesinle yeniden çizilecek desenler,
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek,
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler,
Anneler çocuklara hep seni içirecek,
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin,
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin.
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.
Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü,
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü,
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın,
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü.
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım...
Kardan Aydınlık, Abdurrahim Karakoç
Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Gökten yağmur yağmur yağacak renkler
Daha hoş kokacak otlar, çiçekler
Ardından bitmeyen mutlu gerçekler
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Vurulup ömrünün ilkbaharında
Kanından çiçekler açar yarında
Cümle şehitlerin omuzlarında
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Gönüller, yürekler dopdolu İslâm
Tek ölçüsü İslâm, tek yolu İslâm
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
İzmir’in sağından, Van’ın solundan
Erzurum, Edirne, Hatay yolundan
Kapı kapı tekmil Anadolu’mdan
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Abdurrahim Karakoç
Sonraki yıllarda çeşitli isimler tarafından farklı yorumlarla bu şiir bestelenip okunmuştur. Bu yorumlardan en bilineni dillerde ezgi haline gelmiştir: https://youtu.be/4AnL9kOzx1w?si=eeFH2bno07BFvPOp
Sessiz Gemi, Yahya Kemal
Süleymaniye'de Bayram Sabahı
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan..
Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an;
Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Münacaat, İsmet Özel
İdrakte yol açmış geceden gündüze Allah
Sakın terk-i edepten, Nabi
Daha Kur'an ne desin!
Yalnız Kuran'dan Konuşan Kadın
Kadın: “ALLAH kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur.” (Araf 7/86) dedi.
Bunun üzerine onun yolunu kaybettiğini anladım. Ona: “Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordum.
Kadın: “Bir gece, kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mubarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren ALLAH, noksan sıfatlardan münezzehtir.” (İsra 17/1) ayetini okudu.
Bu ayetle, onun haccının bitirdiğini Beytü-l Makdise gitmek istediğini anladım. Ona: “Ne zamandan beri bu yerdesin?” diye sordum.
Kadın: “Tam (üç gün) üç gece” (Meryem 19/10) ayetini okudu.
Ona: “Yanında yemek olduğunu görmüyorum. Bir şey yemiyor musun?” diye sordum.
Kadın: “Beni yediren ve içiren O’dur” (Şura 26/79) ayetini okudu.
Ona: “Bu ramazan ayı değildir” dedim.
Kadın: “Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa ALLAH kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.” Bakara 2/184 ayetini okudu.
Ona: “Abdest suyu nerde?” diye sordum.
Kadın: “Eğer su bulamamışsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin” (Nisa 4/43) ayetini okudu.
Ona: “Neden seninle konuştuğum gibi benle konuşmuyorsun?” diye sordum.
Kadın: “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın” (Kaf 50/18) ayetini okudu.
Ona : “Sen kimlerdensin?” diye sordum.
Kadın: “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17/36) ayetini okudu.
Ona: “Hata ettim, bana hakkını helal et!” dedim.
Kadın: “Bu gün sizi kınamak yok, ALLAH sizi affetsin” (Yusuf 12/92) ayetini okudu.
Kadın: “Her ne hayır işlerseniz ALLAH onu bilir.” (Bakara 2/97) ayetini okudu.
Bunun üzerine deveyi çöktürdüm.
Yaşlı kadın: “Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini söyle.” (Nur 24/30) ayetini okudu.
Bende ona bakmamak için yüzümü çevirdim ve kendisine “Bin” dedim. Kadın deveye binmek isteyince deve ürktü ve kadının elbisesini biraz parçaladı. Bunun üzerine kadın : "Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir" (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı. Ona: "sabret deveyi bağlayayım." dedim .
Kadın: “ Bu hususta Süleyman'ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık" (Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kasdetti. Ben deveyi bağladıktan sonra, ona : "şimdi deveye bin" dedim, kadın da deveye kolayca bindi.
Ben devenin yularını tutup hızla ve bağırarak yola koyuldum. Bunu üzerine kadın: "yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman 31/19) ayetini okudu.
Bunun üzerine yavaş yavaş ve içimden alçak sesle şiir mırıldarak yürümeye başladım.
Kadın: “Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 2/269) ayetini okudu.
Kadın: “Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın.” (Maide 5/101) ayetini okuyarak cevap verdi. Ben de sustum ve kafileye yetişinceye kadar bir daha hiç konuşmadım. Derken kafilesine ulaştık ve "Kafile içinde kimsen var mı?" dedim.
Ona: “Onların hacdaki görevleri nedir?” diye sordum.
Kadın: “Onlar yıldızlarla yolarını bulup doğrulturlar.” (Nahl 16/16) Ayetin okuyunca, çocuklarının kafile rehberi olduğunu anladım. Hemen kafilenin ön tarafında kubbeli yüksek yapıların yanına gittim. "Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!" diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç "Buyur!" diye bazı gençlerin yanıma geldiklerini gördüm.
Çocuklara, "Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!" dedim. Gençler: “"Annemiz" ağzından Cenab-ı Allah'ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla kırk yıldır böyle sadece Kur'an'la konuşur.". "Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O herşeye Kadir'dir” (Mülk67/1) dediler.
Bunun üzerine bende, “Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide 5/54) ayetini okudum.
Dosta Doğru, Abdurrahim Karakoç
Çıkar gider dosta doğru
Menekşe, nergis, ıtır, gül
Kokar gider dosta doğru
Zamanım yoğrulur gamla
Birleşir sabah akşamla
Ilık kanım damla damla
Akar gider dosta doğru
Gel bende gör, sen gel beni
Durduramaz engel beni
Görmediğim bir el beni
Çeker gider dosta doğru
Beynim fırın, bağrım tandır
Yanarım hayli zamandır
Sevgim bir yavru ceylandır
Çeker gider dosta doğru
Ne saklarım ne gizlerim
Yalnızca onu özlerim
Tabutta bile gözlerim
Bakar gider dosta doğru.
Abdurrahim Karakoç








