Yaşlandığımızı hatırlamak her insana az da olsa hüzün verir. Yaşlanmak ölümün habercisidir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demektir. Eskiden olduğu gibi enerjimiz olmayacak, gün geçtikçe durgunlaşacağız demektir. Daha da yaşlandıkça elden ayaktan düşerek çevremizdekilere muhtaç olacağız demektir. Bütün bunları bilmeyenimiz yoktur. Fakat sanki bilmiyormuş gibi saatlerin önüne geçemediğimiz bu zamanlarda, ömrümüzden kaybolup giden her anı kutlamak için sabırsızca yeni yılı bekliyoruz. Kendime defalarca şunu sordum. “Bir insan olarak ölüme doğru uzanan, doğumla birlikte başlayan yaşamımızda, zamanın su gibi akıp gitmesini durdurabilir miyiz”? Ama her zaman cevap kesin ve net oldu. “ Hayır!” Zaman, bizden bağımsız bir şekilde herkes için en adil biçimde akıp gidiyor ve asla da durmaya da niyeti yok. Ne zaman ki durdu, o zaman insanlık yaşamı ve diğer canlılık hayatiliği yok oldu demektir. İşte bu idrak ve şuur, aslında her insanda fıtrat olarak var. İnsan, her geçen saniyenin önlenmez hızını çok iyi biliyor fakat bir teselli arıyor. Zamanın oluşturduğu stresleri unutmak gönlünce eğlenmek ve bir nevi “özgür (!)” olmak, herşeyi anlık da olsa unutmak istiyor. Bu nedenle kutlamalar yapıyor, akla hayale gelmedik eğlencelerle kendini bir anlık da olsa içinde bulunduğu esaretten (!) kurtarıyor. Hâlbuki insan, bu tür eğlenceler ve coşkuların ardından daha fazla yalnızlaşıp, daha çok stres içine giriyor. Bir önceki gün eğlendiği aşırı sevinçlerin olduğu durumdan, bir anda sakin ve monoton bir hayata tekrar dönerek, aciz bedenin kaldıramayacağı psikolojik yıkımlara ve büyük ruhi sıkıntılara maruz kalıyor.
Eğlenmek, kişinin kendisine ve topluma bedenen ve ruhen asla zarar vermemelidir. Hiç kimse kendi benliğinin esiri olacak bir bağımlılığa, zevke, hazza müptela olarak 'insan' olma vasfını kaybetmemelidir. Şiddete, baskıya, zulme, eziyete yol açacak her türlü eğlence, kutlama ve merasimler başkasının huzurlu yaşama hakkını gasp etme anlamı taşıyabileceğinden bir özgürlük olarak tanımlanamaz. Eğlenmek, kültürel hayatımız açısından son derece anlamlı olmalıdır. Bizim için bir anlam ihtiva eden, örfümüzde ve kültürümüzde yer alan bir takım kavramlarla eğlenmek başkalarına benzemekten bizi alıkoyacaktır. Her defasında söylediğim gibi 'biz' ancak örfümüzden aldığımız güçle tam olarak 'biz' olursak bu dünyada emin adımlarla var olmaya devam edebiliriz.
İslama inanmış bir ferdin, küffara benzememe konusunda hassasiyet göstermesi, kişinin üzerine Allah'ın bir emridir. Küfür, bir kalp hastalığıdır. Dolayısıyla bu hastalığın en küçük zerresinin bile kalpte bulunmaması lazım gelir. En küçük bir saç, sakal kesiminde dahi "Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz." (Tirmizi, istizan 7, Edep 41) buyuran bir Peygamberin(s.a.v) ümmeti olarak başka dinlerin dini merasimlerine uymaktan kendimizi hassasiyetle korumamız elzemdir. Her insanın inancındaki simgeleri, törenleri, sözleri, ritüelleri kendilerine göre kutsaldır. Ortak bir kültür oluşturmak amacıyla yapılan bu tür hareketlerle, inancın kutsallığı ortadan kaldırılarak dini inançların basitleşmesine, dinin içinin boşaltılmasına ve inanca karşı zafiyetlerinin oluşmasına neden olacaktır. Bu tür zehirli yaklaşımlar ile dinimize göre yasak olan davranışlar, sanki mübah/serbestlik çizgisine kaydırılmış olacaktır.
Kadir PANCAR


