Fatiha Suresi [Tevilatül-Kur'an, İmam Maturidi]

“Kur’ân’ı şahsî görüşüyle tefsir etmeye kalkışan kimse (cehennemdeki yerine şimdiden) hazırlansın” (Tirmizî, “Tefsîr”, 1)
"Kur’ân’ın anahtarını teşkil eden Fâtiha sûresinin içerdiği muhteva bütün insanlar için vazgeçilmez bir konuma sahiptir. Çünkü bu muhtevada Allah’ı övgü, şan ve şerefle nitelemenin yanında O’nun birliğinin dile getirilmesi, ayrıca kendisinden yardım ve hidâyet talep edilmesi vardır."

Bütün dualarda sünnete uygun düşen, onların gizli olmasıdır. Bu konudaki kural şundan ibarettir: İmamın ve cemaatin iştirak ettiği her türlü zikir ve duanın Sünnet’e uygun şekli gizli olmasıdır, bundan sadece ihtiyaç hissedildiğinde duyurmaya vesile olanlar istisna edilir.

Fâtiha sûresinde Allah Teâlâ’nın, mahlûkatın tamamını başlangıçta yaratması ve onları yaşatıp geliştirmesine yönelik rubûbiyyetinde tek ve bir oluşunun ifadesi vardır, bu da “rabbi’l-âlemîn” (‮رب العالمين‬) nazm-ı celîli ile sabittir.

Fâtiha sûresinde ayrıca Allah’ı şan, şeref ve güzel övgü ile niteleme çerçevesinde kıyâmet gününe iman etme esası vardır, bu da “mâliki yevmi’d-dîn” (‮مالك يوم الدين‬) âyetiyle sabittir.

“Elhamdülillah”, “yaratıklarına olan lütufları sebebiyle şükür, Allah’a mahsustur”anlamına gelir. (Taberî, Câmi‘u‘l-beyân, I, 135; İbn Kesîr, Tefsîr, I, 22; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, I, 10.)

“Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde de bulunsa yine Allah onu kıyâmet gününde karşına getirir. Muhakkak ki Allah, en ince işleri görüp bilmektedir (latîf) ve her şeyden haberdardır." (Lokman Suresi-16)

"Rahmân" ismi, sadece Allah Teâlâ lâyık olup başkası onunla isimlendirilemez, "Rahîm" ise başkasına isim olarak verilebilmektedir. Buna bağlı olarak "Rahmân" zatî, "Rahîm" ise fiilî bir isim olarak nitelendirilmiştir. 

“Onlara, ‘Rahmân’a secde edin!’ denildiği zaman, ‘Rahmân da neymiş? Emrettiğin şeye secde mi ederiz?’ derler ve bu emir onların nefretini arttırır” (el-Furkān 25/60). Arapların "Rahmân" kelimesini yadırgamışlardır, halbuki onlardan hiçbiri "Rahîm" kelimesini yadırgamamıştır.

“İyilik zayi olmaz, günah unutulup silinmez, amellerin karşılığını verecek olan Varlık ölmez, istediğin gibi davran, davranışına uygun düşen karşılık ne ise onu bulursun” (Abdurrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef, XI, 178-179; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 155).

“Müminler, Allah’a ve Resûl’üne iman edip de bunda asla şüpheye düşmeyen kimselerdir.” (el-Hucurât 49/15.)

Kulun bütün ibadetlerinde Allah’ı tek mâbud olarak tanıması ve hiçbir kimseyi O’na ortak koşmayıp kulluk görevini Allah’a yöneltmesi ve yalnızca O’na ait kılması gerekmektedir. Böylece kul hem ibadette hem de diğer bütün dinî davranışlarında tevhid ilkesini uygulamış olur.

"İyyâke na‘buduü" (‮إياك نعبد‬) âyetini teşkil eden iki kısımdan birincisinin, içerdiği ibadet ve tevhid ilkeleri sebebiyle Allah’a, “ve iyyâke neste‘în” (‮اياك نستعين‬) kısmının da kula ait olması ihtimal dâhilindedir, çünkü bu ikinci kısımda kulun, Allah’ın yardımını talep etmesi ve arzusunu yerine getirmesinin temenni edilmesi vardır.

Fâtiha’da yer alan bu (‮اهدنا‬) niyazı vesilesiyle Cenâb-ı Hak, kişiyi daima hidâyet yoluna iletir. Bu, onun için yeniden hidâyeti benimseme anlamına gelir, çünkü mümin, her zaman dilimi içinde bir iman hamlesi yapmak suretiyle zıddı olan bir davranışı reddeder. Allah Teâlâ’nın, “Ey iman edenler! Allah’a ... olan imanınızı yeni hamlelerle tazeleyin” (Nisa/136)

Sırât (‮صراط‬) kelimesi yapılan bütün yorumlarda “yol” anlamına gelmektedir, Cenâb-ı Hakk’ın şu beyanlarında olduğu gibi: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur”(Enam/153), “De ki: ‘İşte bu, benim yolumdur’”(Yusuf/108). Müfessirler, âyetteki sırât kelimesiyle ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı “sırât Kur’ân’dır”, bir kısmı da “imandır” demiştir. Hangisi kabul edilirse edilsin, sırât “eğriliği ve sapması olmadan varlığını sürdüren, içinde çelişkiler bulunmayan mânevî bir yol”dur.
 
"Hidâyet kavramı üç anlamda kullanılır. Birincisi açıklamaktır (beyan). Bilindiği üzere dinî konularda açıklama, Allah tarafından yapılmıştır. Bu sebeple Kitap ve Sünnet’te açıklama fonksiyonunu yerine getiren çeşitli ifadelerin varlığı karşısında kimse âyet-i kerîmedeki ihdinâ (‮اهدنا‬) kelimesiyle açıklama anlamını kastetmez. İkincisi, Allah Teâlâ’nın kulu doğru yola iletmesi ve hak yolun dışına sapmaktan korumasıdır. Bazılarının vitir namazında okudukları Kunut duasının anlamı da aynı şekildedir: “Allahım! Hidâyete erdirdiklerinin içinde bize de daima doğru yolu göster". Cenâb-ı Hak, bu âyetten itibaren sûrenin sonuna kadar makbul kulların niteliklerini açıklamaktadır.   Üçüncüsü, hidâyeti bizim için yaratmasını isteme anlamında olmasıdır; çünkü hidâyet, fiili olması açısından Allah’a nispet edilmiştir. O’nun fiilinin eseri olan her şey yaratılmıştır. Bir bakıma kul şöyle demektedir: “Hidâyetimizi yarat!” 
 
Resûl-i Ekrem, Fâtiha’ya nispet ettiği isimlerle onun İslâm’daki üstün yerini ve paha biçilmez değerini açıklamıştır. Kur’ân’ın kendisiyle başlaması sebebiyle onu “Fâtihatu’l-Kur’ân” (‮فاتحة القرأن‬) diye isimlendirmiştir. Yine Resûlullah’tan, (s.a.) namazda Kur’ân okumaya Fâtiha ile başladığı rivâyet edilmiştir. Söz konusu sûre, mushafların ve Kur’ân’ın yazılmasında başlangıç teşkil ettiğinden; “Fâtihatu’l-kitâb” (‮فاتحة الكتاب‬), namaz içindeki kırâate esas oluşturduğundan; “ummu’l-Kur’ân” (‮ام القرآن‬) diye de isimlendirilmiştir. Denildi ki burada “umm” (‮أم‬) “asıl” demektir; bunun anlamı, Fâtiha’nın muhtevasından hiçbir şeyin neshe ve hükmünün kaldırılmasına ihtimal taşımamasıdır, bu açıdan sûre “asıl” olmuştur. Fâtiha namazın rekatlarında tekrar edildiğinden, “Mesânî” (‮المثانى‬) diye de adlandırılmıştır.

Ve Kudüs Şehri-Sezai Karakoç (Alınyazısı Saati)

Sezai Karakoç, 22 Ocak 1933 Ergani'de doğmuştur. Babası Yasin Bey I. Dünya Savaşı’nda Kafkasya Cephesi’nde Ruslara esir düşmüştür. Sezai Karakoç, ilkokulu Ergani’de (1938-1944), ortaokulu Maraş’ta (1947), liseyi (1950) Gaziantep’te parasız yatılı olarak tamamlamıştır. Lise yıllarında felsefeye ilgi duymuş, ancak maddi koşullar nedeniyle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü’nde öğrenim görmüştür. 1955 yılında buradan mezun olmuş ve sonrasında Maliye Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulunmuştur. İlk şiir kitabı Körfez (1959) Kül Yayınları’ndan çıkmış, ardından Şahdamar (1962) ve Sesler (1968) yayımlanmıştır. 1973’te resmi görevlerinden ayrılarak tamamen edebiyat ve düşünce hayatına yönelmiştir. Ankara'da 1960'da Diriliş Dergisi’ni çıkarmıştır. Diriliş dergisi, belli aralıklarla 1992 yılına kadar çıkmıştır.  1974 yılında İstanbul’da "Diriliş Yayınları" Sezai Karakoç tarafından kendi eserlerini yayınlamak amacıyla kurulmuştur. Daha önce farklı yayınevlerinden basılan eserle birlikte "Taha’nın Kitabı ve Gül Muştusu, Yunus Emre, Mehmet Âkif, İslam’ın Dirilişi, İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Sütun, Farklar ve Dirilişin Çevresinde" gibi eserlerin tümünün yeni baskıları 1974 yılından sonra tamamen Diriliş Yayınları tarafından yapılmıştır. 1990 yılında “gül ağacı” amblemiyle Diriliş Partisi’ni kurarak siyaset, düşünce ve sanat dünyasında etkin bir rol üstlenmiştir. Diriliş partisinde yedi yıl boyunca genel başkanlık yapmıştır. Ancak parti, üst üste iki genel seçime katılmadığı gerekçesiyle 19 Mart 1997’de kapatılmıştır. 2007’de ise Yüce Diriliş Partisi’ni kurarak burada genel başkanlık yapmıştır. 2006’da Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüş ve bu ödülü kültür işlerine harcanması için kabul etmiştir. 2011’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüş olmasına rağmen ödül törenine katılmamıştır. 16 Kasım 2021’de kalp krizi sonucu İstanbul’da vefat etmiş, Şehzadebaşı Camii haziresine defnedilmiştir.
Sezai Karakoç, Türk şiirinde İslami bakış açısı ve duyarlılığını modern bir dille yeniden canlandıran öncü bir şairdir. Şiir anlayışını Edebiyat Yazıları adlı kitaplarında açıklamış; şiiri soyutlama ve diriliş kavramlarıyla temellendirmiştir. 
Başlıca Eserleri: Monna Rosa, Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Ruhun Dirilişi, İslam’ın Dirilişi, Yitik CennetMevlâna, Yunus Emre, Mehmet Âkif 

| | | | | Devamı... 0 yorum

Ümmetin şerefi Gazze

Ümmetin izzet ve şerefi, bir avuç imanlı mücahidin omuzlarında yükselirken, milyonlarca müslümanın sessizliğe bürünmesi kadar daha acı ne olabilir? Filistin'de daha önceleri de sürekli gündemde olan siyonist zulüm ve soykırım, 07 Ekim 2023 tarihinden itibaren Gazze'de bambaşka bir hal aldı. Çocuk, kadın, yaşlı demeden şehri bombalayan terör ve işgal çetesinin yaptığı zulümler artık arşa çıktı. Bu soykırıma sessiz kalan müslüman devletlerden aldığı cesaretle, israil her geçen gün daha da azgınlaşıyor. Daha önce de buna benzer katliamlarla anılan terör çetesi israil, Gazze işgalinde soykırım ve zulme devam ediyor. Bu sefer tüm kalbimle inanıyorum ki siyonist zulüm, Allah'ın izni ile başarısız olacak. Her yıl özellikle Ramazan ayında zulüm ve baskısını arttıran işgalciler, bu sefer havadan, denizden ve karadan girdikleri Gazze'den kolayca çıkamayacak. Hezimet ve perişanlık, gün geçtikçe israil'in kanlı ellerinde olacak. Tüm alem-i İslam sussa bile,  Allah'ın vaadi haktır ve kısa zamanda siyonist işgal hezimete uğrayarak zafer müminlerin olacaktır.
 

Binlerce çaresiz ve sessiz çığlıklar, Allah uğrunda tam bir teslimiyetle savaşan mücahidlere, dua ve niyazlarıyla yardım ediyor. Kur'ân'ı Kerim'de; Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi...” (Hac Suresi/78) ve "Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (Nisa Suresi/95) buyuran Rabbimiz, cihadı unutan İslam milletlerine bu vesileyle, ümmetin şerefini kurtaran aziz kullarını göndererek cihad emrini tekrar hatırlatmıştır.
Esas kurtuluşun imanda olduğunu unutan, dünya işleri ile meşgul olup eşyaya tapmış müslümanlar, bu muazzam cihad ruhunu bile tam olarak anlamaktan acizler; "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve Allah yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz." (Maide Suresi/35) buyuran Rabbin mukaddes emrini maalesef unutmuşlardır. Kimliğinde Müslüman tanımlı olan kimselere; bu ibretlik hadiseyi, bu muazzam cihad ruhunu, kelimelerle tasvir edilemeyecek bu azim teslimiyeti, her türlü bela ve musibet karşısındaki bu şükrü, daha başka nasıl anlatabilirsiniz? Eşya ile kendini kaybetmiş çürümüş zihniyetlere, kula kul olmuş ruhsuzlara bu cihadı nasıl izah edebilirsiniz? Allah, o cihad halkına büyük bir lütuf ve ikram vermiştir. Geride kalanları da bu azim cihadın laf ile edebiyatını yapma, medyada sözle ve hamasetle oyalanma,  siyasette "şiddetle kınama ve lanetleme" gibi uğraşlar içinde bırakmıştır. Şeytan, cihadı anlamayan bu kişilere amellerini sevimli göstermiş ve kendilerini değerli bir iş yapıyormuş gibi göstererek, bu aziz cihad nimetinden mahrum bırakmıştır.
Savaş zamanında güçsüz kadınlar, yaşlılar ve çocuklar nasıl cihad meydanına ellerinde imkan varsa yardım malzemesi taşır, su taşır ve en azından dua ederse; bizim gibi geride kalanlar da bu misaldeki gibi cihaddan uzak kalmıştır. O kadın, yaşlı ve çocuklar, en azından özürleri sebebiyle cihad ortamından geride kalmıştır. Bazıları bu misaldeki durumdan daha beter bir durumdadır ki kendilerinin düştüğü çukurun pisliğini bile bilmezler. Kendilerine dünya meşguliyeti, ne kadar sevimli gelmiş ki Allah için birşeyler yapmaktan geride kalıyorlar ve bunun farkında bile değiller. Cihad ahlakından geride kalarak, mücahidlerin davasını sahiplenmekten uzak kalarak, dünya hayatlarına ve ticaretlerine devam edenler; eşya ve mal yığma derdiyle dertlenen ruhsuzlar; zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak kadar zihinlerin işgal altında olan dünya esiri biz insanlar; manevi çürümüşlüğümüze ne bahane bulalım. "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. "...Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe Suresi, 9/24) buyuran Allah-u Teala, cihad ruhunu gerektiği gibi anlamayan bizleri helak olup gitmekten muhafaza etsin. Başımıza belalar ve musibetler gelmeden, aklımızı başımıza almayı nasip etsin. (Amin)
Gazze'deki imanın ne olduğunu, müslümanlardan bazıları görmeye çalışmasa da vicdan sahibi tüm dünya insanları gördü. Zulüm ve baskının yok edemediği halkın imanı, milyonların İslam'a bakışını değiştirdi. Şehitlik sırasını bekleyen pek çok Gazzelinin mücadelesi ve cihadı, İslam'ın güzelliklerini tüm dünyaya duyurdu. Unutulmuş bir ilahi emir olan "cihadın" ne olduğunu tüm dünya bizzat yaşayarak görüyor. Herkes safını seçti veya seçiyor. Bazıları ise gizli maskelerin ardında saklanarak duruma göre saflarını seçmek veya değiştirmek için sırasını bekliyor. Kimileri görünen bu dünyanın güç sahiplerine boyun eğdiler ve izzet ve şereflerini az bir menfaat karşısında sattılar; kimileri de Allah'a dayanarak zafere veya şehadete razı geldiler. Herkes durduğu yerde, seçtiği safın karşılığında ilahi hükmün tecelli olacağı vakti bekliyor. 
Cihad topraklarındaki küçücük çocukların yüzlerindeki nur ve ilahi terbiye, nasıl izah edilebilir? Evladını kaybetmiş bir ananın, sessizlik içindeki teslimiyeti, nasıl kelimelerle anlatılır? Yıkılmış, harabeye dönmüş güzelim şehrin sokaklarında başlarına bombalar yağarken, insanların yaralılarını çıkarma çabası nasıl tasvir edilir? Her türlü imkansızlığa, ambargoya ve baskıya rağmen şehri terketmeyen genciyle, yaşlısıyla Kudüs davasını sahiplenmiş bu izzet sahibi millet, nasıl diğer müslümanlarla aynı kefeye konabilir? Tepelerine bombalar yağarken, hiçbir şey olmuyormuş gibi sekinetle zeytinyağına kuru ekmek banarak hayatlarını devam ettirmeye çalışan, yıkık viranelerin arasında teneke sobalarda ısınarak yemek yapmaya çalışan bir ananın gayreti, ne ile kıyaslanabilir? Yiyecekleri ve içeçecekleri olmayan çocukların yağan yağmur altındaki sevinci, ne ile izah edilir? Ailelerinden çoğunu şehid veren, dünyada kimsesiz kalmış küçük yetimlerin feryadı,  nasıl dille söylenir? Müslümanların suskunluğuna karşı her türlü baskıya, zulme ve soykırıma direnen bir milletin izzeti nasıl kelimelere dökülebilir? "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar, aldırmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir." (Maide Suresi/54) buyuran Allah, o mücahidleri seçmiştir ve o halk da Allah'tan razı olmuştur. Allah, herşeyden müstağnidir. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, İslam dinini aziz kılmıştır. O'nun vaadi haktır ve mutlaka gerçekleşecektir. "Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir." (Ankebut Suresi/6)  Hiçbir şey yapmadan pasif olarak duran ve kendilerini de müslüman olarak tanımlayanlar, kısıtlı imkanlarla cihad ruhunu yaşatan bu aziz millete nasıl söz söyleme hakkını bulurlar anlamış değilim. Bu boş laf sahipleri, Kuran-ı Kerim'i hiç okumuyorlar mı? Rabbimizin şu sözünü hiç mi duymadılar? "İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır." (Tevbe Suresi/20) Başımıza bu tür bir savaş belası gelmiyor diye umursamaz tavırla gündelik yaşamlarına devam edenler; müminlerin bir ve kardeş olduğunu unutup "onların derdiyle" dertlenmeyenler; eğlencesinden, zevk ve sefasından taviz vermeyip rutin hayatlarına devam edenler; elinde güç ve imkan olduğu halde, zulmü engelleyebilecek kuvveti olduğu halde sessizliği tercih edenler; Allah'a verecek cevaplarını hazırlasınlar. Zalimlerle işlerini ve ticaretlerini kesmeyip devam ettirenler; türlü bahanelerle boykotları umursamayanlar; gerçek gücün Allah olduğunu unutup sahte ilahlar edinenler; "(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (Tevbe Suresi/41) ayetinin anlamını unutup, dünyaya meylederek mümin kardeşlerini bir başına bırakanlar; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin görenler; Allah'ın huzuruna çıkacağınız gün yakındır. 
Dinin ahkamını dünya hayatında yok sayanların, cihadı anlaması nasıl beklenir ki? Vaazlarda, yazılarda, kitaplarda dini yaşadığını zannedenlerin durumu; "İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur! (Muhammed Suresi/20) ayetteki misale benzer bir şekilde hastalıklı hale gelmiştir. Kafirlere ve münafıklara karşı şiddetli olmayı emreden Allah'ın emir ve yasaklarına kayıtsız kalanlar; zalimlerle iş tutup kol kola girenler; kulaklarını hakkın sesine tıkayıp batıla kalplerini açanlar; mümin olma vasfını unutup dünyaya tapanlar; "Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer de ne kötüdür!" (Tahrim Suresi/9) ayetinin muhatabı olduklarını unuttular. Allah'ın kimseye ihtiyacı yok. Hele kendi gölgesinden korkan pısırık müslümanlara hiç ihtiyacı yok. "O, isterse dinini elbette fâcir/fasık kişi ile de te'yîd edip kuvvetlendirir." (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178)
Şehadet, bir iman meselesidir. Her kişiye nasip olmaz. Allah'ın seçtiği kullarına ne mutlu! Cenâb-ı Hakk, kullarını günahlarından arındırıp tertemiz huzuruna almak için bazen birtakım vesileler yaratır. Şehadet, bu durumun en yalın ve en güzel halidir. Gerçekten temizlenmiş ve diri olanlar, işte o "ruhu temizlenen" kimselerdir. "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. (Âl-i İmrân Suresi/169-170). Şehitlikle temizlenen ruhlar, bir vuslat anı gibi dünya zindanından kurtulup Allah'a kavuşacağı günü beklerler. O mücahidleri bekleyen nimeti ve kavuşacakları nuru; dünya sevdasına düşmüş olanlar anlayamazlar, onlar bu idrak ve şuurdan ebediyyen uzaktır. "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehadet mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nûrları vardır..." (Hadid Suresi/19). Şehitlik için sabırla mücadele edenler, kendilerine sıranın geleceği günün müjdesi içinde ya zafer ya da şehadet için koşuşturur dururlar. Onların bu aşk içindeki durumunu, dışarıdan izleyen kişiler, kalplerindeki eğrilikle boş boş konuşurlar. "Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de şehadeti beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.(Ahzab Suresi/23) 
Allah, kendi yolunda canlarıyla mallarıyla savaşan mücahidlerin, müminlerin azmini ve kuvvetini arttırsın. Mücadele, haktır. Dava, haktır. Yol, seçilmiştir. İstikamet, bellidir: Ya zafer ya şehadet! Allah, İslam uğrunda savaşanların zaferini mübarek kılsın. Rabbim, İslam mücahidlerine mutlak bir zafer versin. O mücahidleri Allah görünen ve görünmeyen ordularıyla desteklesin. "Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez." (Müddesir Suresi/31) ayeti mucibince Allah-u Teala melekleriyle cihad edenlere ve zulme uğrayan mazlum halklara yardım etsin. "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azizdir, hakimdir." (Fetih Suresi/7) Zalimleri, işgalci israil'i destekleyen her kim varsa Allah da onları toptan lanetiyle boğsun. Ey Allah düşmanları! Tarihe bakıp ibret alın. Firavunlardan, Nemrutlardan, azgın kavim ve topluluklardan Allah'a savaş açıp da kazanan yoktur. Sonları hep perişan olmuştur. "Orduların, Firavun ve Semûd'un (uğradıkları felaketin) haberi sana geldi mi?" (Büruc Suresi/17-18) Ey peygamber katilleri! Allah'ın düşmanları Siyonistler! Tarihte yaşadığınız o zelil ve perişanlık günleriniz yakındır. Allah'ın sizin için hazırladığı sonu bekleyin. "Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Âl-i İmrân Suresi/126). Allah'ın dininde sebat edenler, cihaddan geri kalmayıp hak davayı savunmaya devam edenler işte "Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır." (Saffat Suresi/172) Allah, o kimselere şanlı bir zaferle yardım edecektir. 
En aykın zamanda işgalci ve katil, çete sürüsü siyonizmin yıkılıp yok olduğu günlerin gelmesi duasıyla, Allah mücahidlerin yardımcısı olsun. (Amin)
Kadir PANCAR 
15/10/2023

Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.(Nasr Suresi/1,2,3)

| | | | Devamı... 3 yorum

Cebir ilminin gelişimi

İlmü’l-cebr ve’l-mukābele'nin Tarihi ve Tanımı 
Klasik kaynaklarda “ilmü’l-cebr ve’l-mukābele” terimi, Arapça’da cebir için “kırık kemiği düzeltme, zorlama” anlamına gelen “el-cebr” ile “karşılaştırma, denkleştirme” anlamına gelen “el-mukābele” kelimelerinden oluşur. Bu terim Batı dillerine "algebra" olarak geçmiştir. Klasik dönemde bu ilim genellikle “ilmü’l-hisâb”ın (hesap ilminin) bir dalı olarak görülmüştür. Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, cebri “hesap sanatlarından biri” olarak tanımlamış ve bu ilmin zorluk içeren miras, vasiyet gibi problemlerin çözümü için olduğunu belirtmiştir. İbn Haldûn ise cebri sayılar teorisinin bir dalı olarak ele almış ve matematiksel anlamda “bilinenlerden bilinmeyeni çıkarma” olarak tanımlamıştır. Taşköprizâde, cebri denklem yoluyla bilinmeyen niceliklerin çıkarılması yöntemi olarak tarif etmiş ve bu tanım sonraki alimlerce kabul edilmiştir. İslâm matematikçileri de bu tanımı benimsemiştir. 
 
Matematiksel İşlemler ve Cebir Kavramları 
Cebirde temel işlemler şu şekildedir: Cebir: Denklemde negatif terimin karşı tarafa aynen eklenerek kaldırılmasıdır. Mukābele: Eşitliğin her iki yanındaki benzer terimlerin çıkarılmasıdır. Red (geri çevirme): Bir terimi katsayısından kurtarma işlemi. İkmal (tamamlama): Bir terimi belirli bir sayı ile çarpma veya bölme yoluyla düzenleme. Bu işlemler denklemde bilinmeyenin katsayısını 1 yapmayı amaçlar. 

Pergeli Apollonius

Antik Yunan matematikçisi ve astronomu Pergeli Apollonius’un (MÖ ~240 – MÖ ~190), Perge’de doğmuş, İskenderiye’de yaşamış, konik kesitler (elips, parabol, hiperbol) üzerine çalışmalar yapmış önemli bir matematikçi ve astronomdur. Öklid ve Arşimet’in çalışmalarını daha ileriye taşımış, analitik geometrinin öncülerinden sayılır. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olmamakla birlikte, MÖ 3. yüzyılın ikinci yarısı ile MÖ 2. yüzyılın başları arasında yaşadığı kabul edilir. Perge doğumlu olmakla birlikte İskenderiye’de eğitim görmüş, Bergama’da ve Efes’te de bulunmuştur. Zamanının entelektüel çevresine dahil olmuş, önemli matematikçilerle iletişimde bulunmuştur. Konik kesitlerle ilgili kavram ve terimleri bugünkü anlamlarıyla tanımlamış, koniklerin temel özelliklerini ortaya koymuştur. Bu çalışmalar daha sonra Kopernik, Kepler ve Newton gibi bilim insanlarının gezegenlerin yörüngelerini anlamasında temel oluşturmuştur. Çalışmalarının çoğu günümüze ulaşmamış; mevcut eserleri ve onlarla ilgili yorumlar aracılığıyla tanınmış olup, Orta Çağ’da Arapçaya çevrilerek Rönesans ve sonrasında yeniden keşfedilmiştir. 

Pergeli Apollonius, Öklid geometrisini benimseyerek onu daha ileri düzeylere götürmüştür. Teorik ve sentetik geometrici olarak, 19. yüzyıldaki Steiner'e kadar Apollonius'un bir eşine daha rastlanamaz. Konikler adı altında bugün bildiğimiz elips, çember, hiperbol ve parabol kesişimlerine ait problemlerin birçoğu Apollonius tarafından bulunmuştur. "Konika" eseri sekiz kitaptan oluşmuştur. Eserde konik kesitlerinin (bir koninin düzlemle kesişmesinden ortaya çıkan elips, parabol, hiperbol gibi eğriler) detaylı incelemeleri mevcuttur. Eserin ilk dört kitabı orijinal Yunanca, 5-7. kitaplar ise Arapçadan çevrilmiş; 8. kitabın durumu ise belirsizdir. Sekiz kitabından yalnızca ilk dördü, Apollonius'un orijinal metinlerinden geldiği konusunda güvenilir bir iddiaya sahiptir. 5-7. kitaplar Arapçadan Latinceye çevrilmiş olduğundan yoruma açıktır. Eserin orijinal Yunanca halinin ise kaybolduğu varsayılmaktadır.  Pergeli Apollonius bu eserinin, Edmond Halley tarafından Latince olarak "yeniden yapılanmış" bir versiyonu vardır ama ne kadarının Apollonius'a benzediğini bilmenin bir yolu yoktur. Eserler sonraki yıllarda (19. ve 20. yüzyılda) İngiliz bilim insanları Heath, Taliaferro ve Thomas tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve incelenmiştir. Apollonius’un eserleri bugün klasik matematik literatüründe önemli yer tutar.

Apollonios, antik dönemin en büyük matematikçilerinden biri olarak, özellikle konik eğriler üzerine yaptığı çalışmalarla “Büyük Geometri Ustası” unvanını kazanmıştır. Bu unvan, yalnızca onun eserlerinin kalitesi ve derinliğiyle değil, aynı zamanda onun ve Öklid gibi diğer büyük matematikçilerin çalışmalarını bir araya getirip koruyan Pappos’un katkıları sayesinde günümüze kadar ulaşabilmiştir. Pappos, Apollonios’un fikirlerini ve yöntemlerini sistematik bir biçimde derleyerek, antik matematiğin bu önemli hazinesinin sonraki nesillere aktarılmasını sağlamıştır.

Apollonios’un en çarpıcı başarılarından biri, konik eğriler (elips, parabol ve hiperbol) kavramını hem tanımlaması hem de bu eğrilerin özelliklerini matematiksel olarak incelemesidir. Bu kavramsal gelişme, yalnızca geometri alanında değil, matematiğin genelinde bir devrim niteliği taşır. Çünkü Apollonios, konik eğrileri soyut birer kavram olarak ortaya koymakla kalmamış, aynı zamanda bu eğrilerin doğasını detaylı bir şekilde analiz etmiş ve bunların temel özelliklerini sistematik biçimde ortaya koymuştur. Dahası, Apollonios’un dönemiyle kıyaslandığında, onun ortaya koyduğu bu soyut kavramları somutlaştıracak teknik araçların geliştirilmesi oldukça gecikmiştir. Öyle ki, konik eğrileri geometrik olarak çizmek için gerekli olan ve kavramların pratik olarak uygulanmasını mümkün kılan gelişmiş aletler ancak yaklaşık bin yıl sonra ortaya çıkabilmiştir. Bu durum, Apollonios’un teorik soyutlama gücünün ve matematiksel öngörüsünün kendi zamanının teknolojik ve teknik imkanlarının çok ötesinde olduğunu gösterir. Yani, o dönemdeki mevcut alet ve yöntemlerle bu eğrilerin tam anlamıyla çizilmesi veya uygulanması mümkün değildi; fakat Apollonios, böyle bir soyut yapıyı kavrayacak ve inceleyecek entelektüel birikime sahiptir. Bu bakımdan Apollonios’un çalışmaları, sadece kendi çağının değil, aynı zamanda matematik tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir. Onun ortaya koyduğu kavramsal çerçeve, ilerleyen yüzyıllarda matematiksel düşüncenin gelişmesine öncülük etmiş ve daha sonraki matematikçiler için güçlü bir temel oluşturmuştur. Ayrıca, Apollonios’un eserleri, geometrinin gelişimiyle birlikte fizik, astronomi ve mühendislik gibi birçok alanda da uzun vadeli etkilere sebep olmuştur. 

| Devamı... 0 yorum

Temel İşlem Etkinlikleri (PDF)

Matematikteki dört temel işlem toplama, çıkarma, çarpma ve bölmedir. Bu işlem becerisinin iyi derecede olması, diğer konuların da rahatlıkla öğrenilmesine zemin hazırlayacaktır. Bu nedenle ortaokul veya lise eğitimine yeni başlayan tüm öğrencilerin, geçmiş öğrenim dönemlerine ait toplama, çıkarma, çarpma, bölme..vb temel işlem yeteneklerine ait becerilerini sağlamlaştırması gerekir. Bunun için ilgili konu başlıklarından yeterince sorunun olduğu alıştırma dosyaları aşağıdaki bağlantıdan indirilerek kullanılabilir. Alıştırma sayfaları basitten zora doğru belli bir düzen halinde sırayla hazırlanmıştır. Eksik olduğunuz kısımların çıktısını alıp çözerek işlem yeteneğinizi arttırabilirsiniz.

Toplama İşlemi (4 basamaklı + 4 basamaklı, çözümlü 12 sayfa 6*50=300 işlem)

Çıkarma İşlemi (4 basamaklı - 4 basamaklı, çözümlü, 12 sayfa 6*50=300 işlem)

Toplama İşlemi (Verilmeyenli toplama, 10 sayfa 10*50=500 işlem)

Çıkarma İşlemi (Verilmeyenli çıkarma, 10 sayfa 10*50=500 işlem)

Çarpma İşlemi (Eldeli, 1-2-3-4 basamaklı, 20 sayfa 950 işlem)

Çarpma İşlemi (Bilinmeyenli çarpma işlemleri, 1-2-3-4 basamaklı, 25 sayfa 1150 işlem)

Çarpma İşlemi (4 basamaklı * 2-3-4 basamaklı, çözümlü, 20 sayfa 10*50=500 işlem)

Bölme işlemi (1-2-3-4-5 basamaklı, çözümlü, 20 sayfa 20*35=700 işlem)

Bölme işlemi (1-2-3-4-5 basamaklı, 22 sayfa 22*50=1100 işlem)
Rasyonel sayılarda işlemler (Toplama, çıkarma, çarpma, bölme tamsayılı kesir dönüştürme, bileşik kesir çevirme, 13 sayfa, 780 işlem)

 

Ritmik sayma işlemleri, (ikişer, üçer, dörder.....onar düzenli katlı/ düzensiz katlı ileriye veya geriye doğru artan/azalan sayı dizilerinden ritmik sayma alıştırmaları, 19 sayfa)

 

Ölçü birimleri ( Uzunluk ölçüleri, kütle ölçüleri, sıvı ölçüleri, 5 sayfa)

Abdülmelik eş-Şîrâzî

Abdülmelik eş-Şîrâzî, tahmini verilere göre 12. yüzyılda yaşamış bir İslam matematikçisi ve astronomudur. Doğum yeri muhtemelen Şîraz’dır. Hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Helenistik matematikçiler ve özellikle Apollonios üzerine çalışmış, onların eserlerini Arapça’ya özetleyerek çevirmiştir. Antik Yunan matematikçisi Apollonios, “Elips” ve “hiperbol” terimlerini ilk defa ilim dilinde kullanan kişi olarak kabul edilir. 
Abdülmelik eş-Şîrâzî'nin en önemli eseri: “Taṣaffuḥu’l-maḫrûṭât adlı eserdir. “Taṣaffuḥu’l-maḫrûṭât (Koni Kesilmeleri) eseri, ” MÖ. 3 yüzyıllarda yaşamış ünlü matematikçi Apollonios’un "Kônika" adlı eserinin özlü bir Arapça çevirisidir. Bu çalışmada, Koni incelemelerini yapmış olup, Ebû Hilâl ve Sâbit b. Kurra gibi önceki İslam alimlerinin eserlerinden faydalanmıştır. “Taṣaffuḥu’l-maḫrûṭât eseri Latince'ye tercüme edilerek, 1669’da Kiel’de basılmıştır.
 
Abdülmelik eş-Şîrâzî, ayrıca Batlamyus’un "Almagest" adlı eserini de özetlemiştir, ancak bu eser günümüze ulaşmamıştır. Batlamyus’un "Almagest eserine yaptığı bu  özet, Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin "Dürretü’t-Tâc" adlı eserine kaynak olmuştur. Orijinal Apollonios'un Kônika eserinin yalnızca yarısı günümüze ulaşabildiğinden, Şîrâzî’nin bu esere dair hazırladığı koni inceleme özeti, bu klasik eserin korunmasına katkı sağlamıştır. Eserin el yazmaları İstanbul’daki çeşitli kütüphanelerde (opkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed, nr. 3463), Süleymaniye (Yenicami, nr. 803; Cârullah Efendi, nr. 1507), Nuruosmaniye (nr. 2972),) ve Leiden ile Oxford’daki koleksiyonlarda bulunmaktadır. Abdülmelik eş-Şîrâzî, antik matematik mirasının İslam dünyasında yaşatılmasına ve Avrupa’ya aktarılmasına önemli katkılar sunmuştur.

Bir gezi rotası: Seyitgazi-Bolvadin-Çay (Frig Yolu)

Yaz sıcağından bir Ağustos gününde, Eskişehir'den Afyon'a doğru yolculuk yaparken, kuru kuruya anayolu takip ederek bir seyahatin sıkıcı olacağı düşüncesinden hareketle iyi bir gezi rotası planladık. Bunun için klasik yolu fazla uzatmadan hemen hemen aynı km'lik mesafeler içinde yeni bir güzergah içinde gezerek gitmeyi tercih ettik. Bu nedenle güzergahta daha önceden görmediğimiz yol üstünde ulaşılabilecek Frigya yapılarını ziyaret etmek amacıyla yeni bir yol planlamasını oluşturduk. Sabah güneş ışıkları kendini gösterirken saat 08:00 gibi biraz yorucu olacak yolculuğumuza başladık.

Frigya; Balkan topraklarından Anadolu"ya göç ederek Sakarya ile Menderes Nehirleri arasına yerleşmiş, MÖ 12. - MÖ 7. yüzyıllar arasında çoğunlukla Orta Anadolu'nun batısında hüküm sürdüğü bilinen eski medeniyettir. Frigya Vadisi de esasında çeşitli engebelere sahip büyük düzlük ovalardan oluşmuştur. Günümüzde Eskişehir - Afyon arasında kalan bölgede, Ankara, Kütahya, Isparta, Burdur, Konya gibi illeri de içine alan geniş bir coğrafyada yer almaktadır. Frigya'nın başkenti; Ankara yakınlarındaki ismini ilk kralları Gordios"tan alan Gordion şehridir. Frigler, Anadolu'da kendilerinden önce hüküm süren Hitit uygarlığı topraklarında yayılarak zamanla büyük gelişme göstermişlerdir. Frig yapıları, Hititlerin yanı sıra geçmiş Anadolu uygarlıklarından Urartu, Asur ve Eski Ege halklarının tecrübelerinden izler taşır. Frigyalıların kayalara oyarak yaptığı anıt mezarları, kale ve sur yapıları, ibadet mekanları, su sarnıçları, yürüyüş yolları gibi çok çeşitli yapıları, bu geniş bölgede çeşitli illerin sınırları arasında dağılım gösterir. Biz de yolumuzun üstündeki Frigya medeniyetine ait yapıların bazılarını gezmek hem de yol üstünde kalan diğer tarihi yapılara uğramak için bu şekilde bir gezi güzergahı planladık. Eskişehir-Çay arası Mahmudiye, Çifteler, Emirdağ,Çay güzergahından geçen normal ana yol ile yaklaşık 160 km'dir. Aşağıya eklediğimiz haritadan görülebileceği üzere, gittiğimiz güzergahın toplam uzunluğu; 190 km'dir. Eskişehir-Konya veya Afyon-Eskişehir gibi güzergahta yolculuk yapanlar bu farklı rotayı değerlendirebilir. Gezi rotamızda yer alan ana mekanlar şunlardır.

1) Seyyid Battal Gazi Külliyesi

2) Yazılıkaya Midas Anıtı

3) Han Yer Altı Şehri

4) Hüsrevpaşa Cami

5) Kemerkaya Yedikapı Yerleşim Yeri

6) Kırkgöz Köprüsü 

7) Çay Taşhan


| | Devamı... 0 yorum

Bir gezi rotası: (Yalvaç-Beyşehir-Konya)

Yine günü birlik bir gezi planlaması ile tatilimizi değerlendirme imkanı bulduk. Özel araç ile yaklaşık 200 km'lik bir rota içinde Hitit, Roma, Osmanlı dönemlerine ait çeşitli tarihi yapıları görmek için Yalvaç-Beyşehir-Konya istikametinde yola çıkıyoruz. Rotamızda genel güzergah olarak şu mekanlar vardır: 
1) Yalvaç Psidia antik kenti, 
2) Şarkikaraağaç Kızıldağ Milli Parkı 
3) Kıreli-Tolca Ahşap/Taş Camileri 
4) Eflatunpınar Hitit Su Anıtı 
5) Beyşehir Eşrefoğlu Cami 
6) Fasıllar Hitit Anıtı 
7) Klistra Antik Kenti
| | | Devamı... 0 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!