İslam Hilali (Cami alemleri/Baal Boynuzu)

Etiketler :
İslam sanatının önemli bir parçası olan cami mimarisi ve işçiliği; özellikle tezhib, hat, kubbe, minare şerefeleri ve alemleri ile kendini belli eder. Klasik cami mimarisi içinde dıştan dikkat çeken en önemli yapı; kubbe ve minaredir. Kubbelerin ve mineralerin üzerine bir işaret olarak "alem" adı verilen bakır ve kurşundan yapılma işlemeler konulur. Kubbe yapısı, diğer inanışlara ait yapılarda da sıklıkla göze çarpar. Bu nedenle özellikle Osmanlı devleti ile birlikte kubbe ve minare üzerine alem konulması yaygın hale gelmiştir. Cami alemi, üzerinde bulunduğu yapının bir İslam mabedi olduğuna bu vesile ile işaret eder. İslam dini, geleneksel manada simgesel biçimiyle hilal ile gösterilmiştir. Birçok müslüman devlet, ülke bayraklarında hilal sembolünü kullanmıştır. 
Peki neden "hilal" bu kadar anlamlı bir hale bürünmüştür? Hilal, esasında dolunay gibi ayın hallerinden bir tanesidir. Yeni bir ayın girdiğini müjdeler. "Kur’ân-ı Kerîm’de (el-İsrâ 17/12; el-Furkan 25/61; Nuh 71/16) surelerinde geçtiği üzere, ayın kendisi müstakil bir ışık kaynağı olmayıp,  güneşten gelen ışığın aydaki yansıması yeryüzünde insanlar tarafından müşahede edilir. Ayın, dünya çevresinde dönerken güneşle dünya arasında aynı doğrultuda bulunmasına ictima durumu denir. Bu kavuşma halinde, ay güneşle birlikte doğup güneşle birlikte batar ve güneş tarafından aydınlatılan yüzeyi tamamen güneşe, karanlık yüzeyi ise dünyaya dönük olduğu için ay yeryüzünden görülmez. Ancak ay, her gün bir öncekinden daha geç doğup daha geç battığı için kısa bir süre sonra bu doğrultudan ayrılarak güneşten daha geç batmaya başlar. Böylece güneşle ay arasındaki açı, ayın yüzeyine yansıyan ışığın yeryüzünden görünmesi (rü’yet) için yeterli büyüklüğe ulaşınca ay güneş battıktan sonra batı ufkunda hilâl biçiminde görülmeye başlar. Hilâlin görüldüğü gece önceki aya değil yeni başlayan aya aittir." (TDV İslam Ansiklopedisi, Hilal Md.)

Kur’ân-ı Kerîm’de ayın gökyüzündeki düzenli hareketinin insanlar vakit ölçüleri olduğu (el-Bakara 2/189), belirtilirken; zamanında ay hareketlerine göre on iki ay şeklinde düzenlendiği (et-Tevbe 9/36) aktarılır. İslâm dininde namaz vakitleri, oruca başlama (imsak) ve oruç bitişi (iftar) gibi bazı ibadetler güneşin çeşitli hareketlerine göre değişse de ramazan orucu, hac, zekât, fıtır sadakası, kurban ve bayram namazları gibi çeşitli ibadetler ile yemin, kefaret, ila, iddet gibi çeşitli şer‘i muamelelerin vakit ve sürelerinin tesbitinde ay hareketleri esas alınır. Peygamber efendimizin (ﷺ), Hilâli görünce oruca başlayın; onu tekrar görünce bayram yapın. Eğer hava kapalı ise içinde bulunduğunuz ayı otuz güne tamamlayın” (Buhârî, “Ṣavm”, 11; Müslim, “Ṣıyâm”, 17-20) hadis-i şerifi, kameri hareketlere bir misal teşkil eder. 
Hilalin görülmesine (ru'yet-i hilal) atıf yapan bu hadisi şerif mevzusu, zaman zaman müslüman ülkelerde ihtilaf konusu haline gelebildiğinden farklı vakitlerde oruca başlama ve bayram yapma anlaşmazlıklarına dahi sebep olmaktadır. Hilalin böylesine önemli durumu, İslam ülkelerinde bu nedenle hassas bir kavram olarak öne çıkmaktadır. Belki de sırf bu sebeple "hilal", zamanla bir İslam simgesi olmuştur. Özellikle Osmanlı devletinin geniş coğrafi sınırları sebebiyle "hilal" güç hakimiyetin bir sembolü olarak mevcut durumu ifade etmek için kullanılmıştır. Nasıl ki "Haç" sembolü akla Hristiyanlık kavramını getiriyorsa "hilal" sembolü de geçmişten günümüze İslam dinini simgeler hale gelmiştir. İslam sanatının oluşmaya başladığı İslam devletleriyle birlikte, cami, türbe, medrese gibi çeşitli dini mekanlarının kubbelerinde, bayrak ve alemlerinde bir işaret olarak hilal sembolü kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye, Azerbayca, Pakistan, Cezayir, Tunus, Malezya,  Libya, Özbekistan,  Türkmenistan, Kıbrıs, Maldivler, Moritanya... gibi müslüman ülke bayraklarında "Hilal" sembolü yer almaktadır. 
"Hilal" sembolü, İslam dini açısından ayın hareketini ifade etmesi yönüyle, hafif yana yatık bir şekildedir. Yukarı doğru boynuz şeklindeki bir hilal anlayışı; İslam dini ile alakalı olmayan ay tapınmalarını pagan ritüellerini ilgilendiren bir anlayışı simgeler. Akad-Babil, Aztek ve Kelt mitolojisinde yer alan boynuz şeklindeki simge, Babil'deki üçlü tanrılardan biri olan Sin'in sembolü olarak kullanılmak için bu ay motifi tasarlanmıştır. Arabistan yarımadasında Babil'in ay tanrısı, "Hubal"  olarak idimlendirilmiştir. Buradaki boynuz şeklindeki hilal sembolü başlı başına bir tanrı olmayıp, Hubal-Baal'ın simgelerinden biridir. Bu nedenle yatık olmayan yukarıya dönük bu hilal görünümlü şekle Baal Boynuzu adı verilir ki bu simgesel olarak büyük putu hatırlatır. Baal; Arami ve Kenan dillerini de kapsayan  Sami dillerinde "efendi" ve "sahip" anlamlarına gelen bir saygı anlamındaki bir tanrı/put ismidir. Baal'ın büyük bir saygı/efendi ünvanı olmasından dolayı pek çok putperest medeniyette "Baal" ismi; fırtına, bereket, yağmur, gök gürültüsü, ay, güneş gibi çeşitli batıl tanrılara halkın hitap ederken kullandığı bir isim haline gelmiştir.
Baal yerine Haddad veya Hübel ismi de kaynaklarda geçmektedir. Baal, boynuzlu bir boğa şeklinde, elinde topuz veya tokmak tutan keçi sakallı bir motifle tasvir edilir. Kuran-ı Kerim'de Baal putu şöyle geçmektedir: "Şüphesiz İlyas da gönderilen peygamberlerdendir. (İlyas) milletine: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah'ı bırakıp da Baal'e mi taparsınız? demişti.Bunun üzerine İlyas'ı yalanladılar. Onun için Allah'ın ihlâslı kulları müstesna; onların hepsi (cehenneme) götürüleceklerdir." (Saffat Suresi,123-127) Ayetten de anlaşılacağı üzere Baal bir putun özel adı olup, genellikle boynuzlu bir boğa şeklinde heykele dönüştürülmüş veya tasvir edilmiştir.
Eski Mısır'da Hz. İdris'i (a.s) hatırlamak ve anmak için  "Ra" dedikleri güneş ve "thoth" dedikleri bilgelik tanrılarına tapınmaya başladılar. Mısırlılar ay ve güneş kültüne tapınırken zamanla buzağı ve öküzleri ilaha tapınmada bir tür aracı kabul etmeye başladılar. Mısırlılar buzağıya büyük anlam yüklediler ve öküzün yaptığı işlere bakıp kehanetlerde bulundular. Sonrasında bu öküzlerin altından heykellerini yaptılar ve öküzün boynuzları arasına da büyük tanrıları Ra'yı anımsatacak bir güneş dairesi koydular. Bu şekildeki putların adı "apis" olarak bilinir. Apis Öküzleri, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görülürdü. Ancak insanlar adına tanrıya aracılık yapan apis putları ve hayvanları, diğer put ve hayvanlardan farklıydı. Apis Öküzü, mabetlerde itina ile rahipler tarafından bakılır ve beslenirdi. Apis ölünce Mısırlılar tarafından büyük bir matem ve cenaze törenleriyle uğurlanırdı. Ölen öküzler mumyalanır, kendisine bir firavunun ölümü gibi ihtişamlı cenaze törenleri yapılırdı. Apis Öküzü sonradan Mısır tanrılarından Osiris ile özdeşleştirilmiş olsa da, öküze tapılması, Mısır'ın çok erken dönemlerinde de görülmüştür. Zamanla bu öküz şeklindeki boynuzlu put motifi ve öküze tapma ritüelleri, diğer milletlere de aynen sirayet etmiş, benzer şekilde çeşitli topluluklarda yayılma göstermiştir. 

Kuran-ı Kerim'de "Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.” (Neml Suresi, 24) ifadesiyle güneşe tapınan halkların olduğu belirtildikten sonra bu toplulukların Şeytanın yolunda olduğu aktarılmıştır. Ayette kastedilen kafirler, güneş doğarken ve batarken güneşe tapınırlar ve secde ederler. Bu vakitlerde şeytan da boynuzlarıyla güneşin hizasına kadar yükselir, söz konusu kafirlerin kendisine secde ettiklerini avenelerine hayal ettirerek zevklenir. İşte bu nedenle Hadis-i Şeriflerde de "şeytan boynuzu" namaz ve güneşle ilişkilendirilerek geçer. Resulullah ﷺ "Sabah namazının vakti ise fecrin doğmasından başlar, güneş doğuncaya kadar devam eder. Güneş doğdumu namazdan vazgeç. Çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasından doğar." (Müslim, Mesacid, 173, (612), Ebu Davud, Salat 2, (396), Nesai, Mevakit 15, (1, 260)) ve "...Güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar ve bu doğma anı kafirlerin ibadet vakitleridir. O esnada, güneş bir mızrak boyunu buluncaya ve (sarı, zayıf) ışıkları kayboluncaya kadar namazı bırak. Bundan sonra namaz -güneş gün ortasında mızrağın tepesine gelinceye kadar- yine (meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Güneşin tepe noktasına gelme saati, cehennem kapılarının açıldığı ve cehennemin coşturulduğu bir saattir, namazı (eşyaların gölgesi) doğu tarafa sarkıncaya kadar terkedin. Bundan sonra namaz -güneş batıncaya kadar- meleklerin beraberlik, ve şehadetine mazhardır. Güneş, batarken de bu beraberlik ve şehadet kalmaz, çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasında kaybolur. O sırada yapılacak ibadet kafirlerin ibadetidir." (Ebu Davud, Salat 299, (1277), Nesai, Mevakit 35, (1, 279, 280), Müslim, Müsafirin 294, (832)) buyurmuştur. Ayrıca Resulullah ﷺ "İmanın Yemen'de olduğunu ve fitnenin de şeytanın boynuzunun doğduğu yerde" olduğunu söylemiştir. (Buhari, Bed'ü'l-Halk 15, Menakıb 1, Megazi 74) 
Cahiliye dönemi Arabistan yarımadası halkları da, Kabe içinde kırmızı bir taştan yapılmış Hubel'in bir Ay tanrısı olduğuna inanıyordu. "Hubel", Asur-Babil'in tanrılarından Sin ile ilişkilendirilir. Araplardaki fal oklarıyla fal bakma geleneği, Babillilerin fal bakma yöntemlerinden biridir. Cahiliye devri Araplardaki Hubel ay tapınması; Babil'deki hilal, yıldız ve güneş şeklindeki üçlü tapınmadan doğmuştur. Hubelin simgesi olan boynuz şekilli hilalin, Babil ve Sümer'deki adları Sin ve İnanna (İştar)'dır. Baal ismi, eski Babil'in baş tanrısı Marduk'un da diğer adıdır. Baal adı, efendi anlamını taşıyan bir isimdir. İçinde isyan etme anlamı bulunan Marduk, asıl olarak Şeytan'ı simgeler. Bu nedenle esasında şeytana tapanlarda özelde satanizmde, hilalin yukarı dönük şekli olan "Baal Boynuzu" simgesi kullanılır.
Örnek olarak verdiğimiz put görsellerinde, bu boynuz biçimli pagan figürleri yer almaktadır. Alttaki kil tablet resminde Sümerin batıl tanrısı İştar, yine boynuz biçimli bir figürler tasvir edilmiş halde görülmektedir. "İştar" siyasi güçle ilişkilendirilen antik Mezopotamya putudur. Sümerlerde kendisine "İnanna" adıyla ibadet edilirken daha sonraki dönemlerde Akad, Babil ve Asurlular tarafından İştar olarak tanımlanmış ve "Cennetin Kraliçesi" olarak da anılmıştır. Buna benzer başka heykel ve put tasvirlerinde genellikle bir boynuz simgesi öne çıkmaktadır. 

 
 
Kuran-ı Kerim'de boynuza tapmaya benzer bir kıssa aktarılır. Hz. Musa (a.s) zamanında yaşanan bir olayı detaylı bir şekilde bizlere aktaran kıssada, İsrâîloğulları, Hz. Musa (a.s) ile birlikte Kızıldeniz’den geçtikten sonra, sığırbaşı şeklinde putlara tapan bir kabîleye rastlamışlardır. İsrailoğulları kavmi, Hz. Musa (a.s) dan böyle bir heykel yapmasını ve ona tapmak istediklerini söyleyince Hz. Musa (a.s) kendilerine nasîhat etmiş ve bunun büyük bir şirk olduğunu bildirmişti. Onlar da pişman olup tevbe etmişlerdi. Ancak Hz. Musa (a.s) Hârûn (a.s) -’ı kendi yerine vekîl bırakıp Tûr Dağı’na gittikten sonra, onlara karşı îmansızlığını gizleyen Sâmirî isimli sanat ehli bir inançsız, Hz. Musa (a.s)’nın yokluğunu fırsat bilerek halktan altın toplayarak içine rüzgâr girdiğinde canlıymış gibi böğüren altından bir buzağı yaptı ve halktan bu buzağıya tapmalarını istedi. Hz. Harun (a.s) ne kadar engellemeye çalıştıysa da halk buzağıya tapınmaya başladılar. Bu durum ayetlerde şöyle geçer:
“Hakîkaten Hârûn, onlara daha önce:–Ey kavmim! Siz bunun yüzünden sâdece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allâh’tır. Şu hâlde bana uyunuz ve emrime itâat ediniz!» demişti.” (Tâhâ, 90) 
 “Onlar:«–Biz, Mûsâ aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan aslâ vazgeçmeyeceğiz!» dediler.” (Tâhâ, 91) 
“(O sırada Tûr’da bulunan Hazret-i Mûsâ’ya) Allâh buyurdu:«–Sen’den sonra Biz, kavmini (Hârûn ile kalan İsrâîloğulları’nı) imtihân ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.»” (Tâhâ, 85) 
“(Tûr’a giden) Mûsâ’nın arkasından kavmi, zînet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykeli (yaparak onu tanrı) edindiler. Görmediler mi ki, o, kendileriyle ne konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? (Acziyetine rağmen) onu (tanrı olarak) benimsediler ve zâlimler oldular.” (el-A’râf, 148) 
“Mûsâ, kızgın ve üzgün bir hâlde kavmine dönünce:«–Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?» dedi. Tevrât levhalarını yere attı ve kardeşi (Hârûn’un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi Harun):«–Anam oğlu! Bu kavim, beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zâlim kavimle beraber tutma!» dedi.” (el-A’râf, 150) 
“(Mûsâ):«–Ey Hârûn! Sana ne engel oldu da, bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit benim yolumu tâkip etmedin? Emrime âsî mi oldun?» dedi.(Hârûn):«–Ey annemin oğlu! Saçımı sakalımı çekme! Ben Sen’in: “İsrâîloğulları’nın arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!” demenden korktum.» dedi.” (Tâhâ, 92-94) 
“(Mûsâ da:) «–Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetine kabûl et! Zîrâ Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!» dedi.” (el-A’râf, 151) 
“(Sonra) Mûsâ, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü:«–Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu hâlde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan va’dinizden döndünüz!» dedi.” (Tâhâ, 86) 
“Dediler ki:«–(Yâ Mûsâ!) Biz sana olan va’dimizden, kendi kudret ve irâdemizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısırlıların) zînet eşyâsından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.»(Sâmirî’nin telkîni ile zînetleri eritmek ve buzağı yapmak için ateşe attılar.) Bu adam, onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli îcâd etti. Bunun üzerine:«–İşte bu, sizin de, Mûsâ’nın da tanrısıdır, fakat onu unuttu.» dediler.” (Tâhâ, 87-88) 
Hazret-i Mûsâ, onlardan bu çirkin işlerinden dolayı tevbe etmelerini istedi. Tevbe şartının da, çok pişman olmak ve ölüm olduğunu bildirdi. Onlar da:“–Sabrederiz!” dediler ve hükmü beklediler. “Mûsâ kavmine dedi ki:«–Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaratanınıza tevbe edin ve nefslerinizi öldürün! Öyle yapmanız, Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allâh tevbenizi kabûl etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabûl eden ancak O’dur.” (el-Bakara, 54) 
Öldürecek olanlar, öldürüleceklerin başında ellerinde birer kılıç olduğu hâlde beklemeye başladılar. Her puta tapanın ardında, emir gelince onun boynunu vurmak üzere bir kişi vazîfelendirilmişti. Hattâ bunların içinde birbirlerine akrabâ olanlar dahî vardı: “Pişmân olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce:«–Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bağışlamazsa, mutlakâ ziyâna uğrayanlardan olacağız!» dediler.” (el-A’râf, 149) 
Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Hârûn, şefkatlerinden dolayı ağlayarak duâ ettiler. Âyet indi ve tevbeleri kabûl oldu: “Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de îmân edenlere gelince, şüphesiz ki o (tevbe ve îmândan) sonra, Rabbin, elbette bağışlayan ve merhamet edendir.” (el-A’râf, 153) 
Ve Allâh Teâlâ, şöyle buyurdu:“O davranışlarınızdan sonra (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.” (el-Bakara, 52) 
Bundan sonra Mûsâ -aleyhisselâm- Sâmirî’ye döndü: “«–Ya senin zorun neydi, ey Sâmirî?!» dedi.O da:«–Ben, onların görmediklerini gördüm. Zîrâ, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevherâtın içine) attım. Bunu böyle, nefsim bana hoş gösterdi.» dedi.” (Tâhâ, 95-96)
“Mûsâ:«–Çekil git! Artık sen, hayâtın boyunca: “Bana dokunmayın!” diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir cezâ günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemîn ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!» dedi.” (Tâhâ, 97) 
“Buzağıyı tanrı edinenler var ya, işte onlara mutlakâ Rabblerinden bir gazap ve dünyâ hayâtında bir alçaklık erişecektir. Biz iftirâcıları böyle cezâlandırırız.” (el-A’râf, 152) 
***
Kıssada geçen buzağının daha önceki kavimlerde de görülen bir puta tapınma şekli olduğu gayet açıkça izah edilmiştir. Bugün hala Hinduizm'de inek hayvanı kutsal kabul edilmektedir. İnanç açısından bakıldığında, buzağı/inek veya boğanın farklı bir anlamı olduğu açıktır. İslam dışında kalan çeşitli toplumların, inek cinsi hayvana ve özelde boynuza kendi inançlarına göre bir takım anlamlar yükledikleri görülmektedir. 
Buraya kadar aktardığımız çeşitli put/pagan geleneği bilgisi ve Kuran-ı Kerim'deki buzağı kıssasından hareketle şimdi can alıcı bir soru sormak istiyorum. "Geçmişte birçok İslam devletinin sanat ve mimarisinde gördüğümüz hafif yana yatık bir şekilde kullanılan "İslam Hilali" yerine, günümüzde ibadet mekanlarımızda neden bir pagan simgesi olan "Baal Boynuzu" motifi kullanılıyor? Bu boynuzu andıran şekiller, sinsice camilerimizin minarelerini ve alemlerini nasıl işgal edebildi? Cami motifleri, tezhip ve süslemeleri, seccadeler nasıl başka din veya inanışların esiri haline düştü? Konuyu daha iyi anlamak için aşağıda fotoğraflarını verdiğim çeşitli camilerin alemlerindeki hilal simgesindeki değişime dikkat etmenizi istirham ediyorum.


Yukarıda ek fotoğraflarda verdiğimiz geçmişteki bazı cami alemlerinde, bariz şekilde yana yatık biçimiyle İslam Hilali görülmektedir. Aşağıda yer alan günümüz cami fotoğraflarında ise "Boynuzu" andıran bir işaret, cami alemlerinde tercih edilmiştir. Önceki cami alemlerindeki görseller eşliğinde fotoğrafları titizlikle incelerseniz ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız. Etrafınızdaki cami minarelerine bu vesileyle dikkatle bakmanızı tavsiye ediyorum. Eğer değiştirilmemiş, kıyıda köşede kalmış bir cami minaresi varsa minaresindeki alemin yana yatık bir hilal şekilli olduğunu daha net görebileceksiniz. En azından var olan eski hilallerin net bir şekilde eşit açıyla göğe doğru uzatılmış "Baal boynuzu" şeklinde tam bir boynuz gibi olmadığını, aksine yana yatık bir hilal tasviri, lale motifi, düz ok veya içerisine yıldız konularak bayrak tasvirine benzediğini sizler de görebilirsiniz. Bazı eski alemlerde hilal içerisinde Hat olarak "Allah" yazısını veya hilal ile yıldız birlikteliğini gözlemlemek mümkün iken, neredeyse tam bir boynuz gibi "O" harfinin üstten kesilmiş biçimdeki kıvrımlı boynuz formu eski camilerde yoktur.
Meramımı anlatabildiğimi düşünüyorum. Sadece etraftaki gözlemlerime dayanarak zamanla değişen bu detayı paylaşma gereği duydum. Bütün bunlara komplo teorisi diyenler olacağı gibi, bu boynuz şeklinin geçmişte Anadolu'da kullanılan uygarlıklardan kalma eski sembollerimizden olduğunu söyleyenler de olacaktır. Geçmişte yaşamış çeşitli medeniyetlerde puta tapma ve pagan sembolleri sıklıkla bu topraklarda kullanılmıştır. Bu nedenle yaşadığımız bu coğrafyada var olan, geçmişte veya günümüzde kullanılan her türlü simge ve semboller, İslam dini açısından bölgemize ait olduğu gerekçesiyle meşru olarak kabul edilemez. Ayrıca bazı Osmanlı alem motiflerinde kullanılan simgelerde, hilal yerine lale şeklinde göğe bakan bir motifin bir kullanımının da bugünkü boynuz şekliyle alakası yoktur. Aşağıdaki resimlerde taşa işlenmiş bir Osmanlı mimarisinde, lale figürlü cami alemi işlemesi örneği vardır. Bu motifin bugünkü yukarı dönük boynuzlu alem motifinden farkını net olarak görebilirsiniz.


Roma İmparatorluğunun Hıristiyan olmadan önce Pagan sembollerini ve ritüellerini Hıristiyan dünyasına katması ve sonunda Hıristiyanlığı resmi din ilan etmesi gibi İslam dünyası da her yönden paganizm saldırısı altındadır. Özellikle Roma kalıntısı milletler, eski ihtişamlı günlerinin özlemiyle İslam dünyasına karşı büyük bir hınç beslemektedir. Putperest Haçlı zihniyeti yok olmamıştır ve bugün her alanda Büyük Roma özlemiyle hareket etmektedir. Bunlara karşı uyanık olmak, Müslüman olarak hepimizin vazifesidir. Unutmayalım ki semboller, simgeler birer anlamdır, belli inanç ve ideolojilere ait birer işarettir ve bu alametler insanın bilinçaltına işler. Farkında bile olmadan yavaş yavaş o sembolün esiri haline gelinir. Seccadelerdeki figürlerden, cami süslemelerine kadar pek çok yerde, zihnimiz bir sembolizm işgali altındadır. Dikkatli ve uyanık olmakta fayda vardır. Yanlış anlaşılmalara fırsat verecek her türlü detaydan uzaklaşmak, başka din ve inançların sembollerini dini mekanlarımızdan, inancımızdan ve ibadetlerimizden uzak tutmak asli vazifemizdir. Nasıl boynumuza "haç" takıp gezdiğimizde zahirde Hristiyan gibi görünüyorsak, veya başımıza küçük takke benzeri "kippa" giydiğimizde Yahudiler gibi oluyorsak, Hinduların meditasyon ve yogaları ile Çin-Tibet güzellemesi kıyafet ve kuşaklarla da İslam inancımızı yansıtmamış oluruz. Bu konuyu daha fazla uzatmadan peygamber efendimizin (ﷺ) Bir hadis-i şerifi ile bitireyim. Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (Ebû Dâvud, Libâs, 4)  
Allah, imanımızı daima sağlam ve temiz bir akaidde sabit kılsın. Her türlü şeytani oyun ve tuzaktan bizleri ve neslimizi de muhafaza etsin. (Amin)
Kadir PANCAR
20/02/2020

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!

  • Ahmed b. Abdiltah el-Mervezi (Habeş el Hasib)18.04.2013 - 0 Yorum Ahmed b. Abdiltâh el-Mervezî (ö. 250/864?) Astronomi ve matematik bilgini. Türkistan'ın Merv şehrinde doğdu. Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Ömrünün büyük kısmını Bağdat'ta geçirmiş, Abbasî halifeleri Me'mûn ve Mu'-tasım-Billâh dönemlerini…
  • Cuma gününün fazileti10.10.2008 - 0 Yorum"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın.…
  • Tefsir Tarihi-1 Konu Özeti17.01.2014 - 0 Yorumİlahiyat lisans Tamamlama 2. Sınıf Ders Özetleri  ilitam kitaplarından yararlanarak özetleme yapılmıştır. Özetleme işleminde Ankara İlitam'ın uzaktan eğitim yayınları esas alınmıştır. öğrencilerimize faydalı olması amacıyla burada…
  • Matematik günlük hayatta ne ise yarar?19.11.2008 - 0 YorumNeden Matematik?Matematik cok evreli bir bilimdir. Yayılma alanının ve derinliğinin sınırı yoktur. Bilim ve teknolojide olduğu kadar günlük yaşamda da vazgeçilmezdir. Çağlardan çağlara taşınan ulusal sınır tanımayan görkemli, sağlam, güvenilir ve…
  • Kirsteen Rogers, Temel Matematik Sözlüğü 19.04.2011 - 0 YorumTemel Düzey İçin Şekilli Matematik Sözlüğü, matematiği anlamak isteyen ilköğretim çocuklarının ve ailelerinin ihtiyaT duyduğu tüm bilgileri doğrudan ve basit bir şekilde açıklamaktadır. Bu kitap, matematiksel özgüven ve başarı için çocukların sağlam…
  • İlahiyat Mantık Konu Özeti09.01.2014 - 0 Yorumİlahiyat lisans Tamamlama 1. Sınıf 1.Dönem Ders Özetleri aşağıda yer alan derslerden ilitam kitaplarından yararlanarak özetleme yapılmıştır. Özetleme işleminde Ankara İlitam'ın uzaktan eğitim yayınları esas alınmıştır. öğrencilerimize faydalı olması…
  • Kologaritma20.09.2024 - 0 YorumKologaritma, gerçek sayılar kümesinde (R) tanımlı olan bir x sayısının çarpmaya göre tersinin logaritmasıdır. A sayısının kologaritması cologA ile gösterirlir. Buna göre bir sayının kologaritması şu şekilde tanımlanır.: cologx= -…
  • Denklem Çözme Kavrama Testi15.10.2014 - 0 YorumDenklem çözme kavramını daha iyi anlamak için çeşitli kitaplardan derlenerek hazırlanmış testimizi istifadenize sunuyoruz. Birinci dereceden denklem çözme, kavramını kazandırmak için oluşturulmuş test her öğrenci seviyesine hitap edecek…