Yaşlılarımız ve fosilleşmiş gençlik

Etiketler :
Yaşlı kelimesi, TDK sözlüğüne göre; "yaşı ilerlemiş, kocamış, ihtiyar, uzun yılları geride bırakmış" olarak tanımlanmıştır. Arapça karşılığı olan ihtiyar ise, yine aynı sözlükte; "Yaşlı, kocamış olan, pir kimse, cansız, sönük, eski" anlamlarına gelir. Burada etimoloji ile uğraşmak için bunları zikretmedim. Son günlerde gündeme gelen, "yaşlıların sokağa çıkma yasağı ve gençlerin kendi çapında, yaşlılar üzerinde oluşturduğu olumsuz algılar ve eğlence biçimleri" nedeniyle böyle bir yazıyı kaleme aldım.
Malum ola ki tüm dünyayı sarsan virüs vakaları nedeniyle, devletler bazı tedbirleri uygulamaya koydu. Yaşlı vatandaşlara uygulanan sokağa çıkma yasağı da böyle bir ortamda gündeme geldi. Bağışıklık sistemi, daha zayıf ve kronik rahatsızlıkları gençlere göre nispeten daha fazla olan yaşlı kimseleri, bu salgından korumak (!) için bu şekilde bir önleme başvuruldu. Bu yasak uygulaması, bazı ülkelerde genç ve yaşlı ayrımı yapılmadan tüm vatandaşlara doğrudan uygulandı. Hangisinin daha doğru olduğu tartışmalı bir konu olduğu için buraya değinmek istemiyorum. Benim üzerinde durmak istediğim mevzu; gençlerin bu süreçte yaşlılara olan tutumu ve toplumda onlara karşı oluşturulan olumsuz algılar üzerine olacaktır.
Virüs salgını nedeniyle yaşlı vatandaşlar için sokağa çıkma yasağı ilan edilmesini fırsat bilen, kendi genç ama ruhu çürümüş fosil mertebesindeki bazı kişiler, yaşlılara hiç olmayacak saygısızlıklar yaptılar. Dışarıda yaşlı vatandaşları gören bazı kendini bilmezler, kültürümüzün köklü çınarları olan ihtiyarlarımıza, maalesef zorla maske takmaya çalıştılar. Kimi densizler, ihtiyarların başlarından kolonya döktüler. Kimileri, sokakta gördükleri yaşlıları alaya alıp evlerine hapsetmeye, sokakta yürümelerini engellemeye kalkıştılar. Markette, pazarda alışveriş yapan yaşlılara "sende virüs var" , "sen hastalıklısın" diye hakaretler ettiler. Maalesef bütün bunların hepsi, müslümanların çoğunlukta olduğunu her defa dile getirdiğimiz, Türkiye'de gerçekleşti. Oysa İslam dini, tüm inanan insanlara, büyüklere ve yaşlılara hürmet edilmesi gerektiğini hem sözlü hem de fiili olarak peygamber efendimizin tatbiki ile göstermiştir. Esasında böyle bir olayın dini bir yönünün de olmaması gerekir. Bu tutum ve davranışlar aslında çok büyük kabahat ve nezaketsizlik, insan benliğine saygısızlık, özgür yaşam biçimine müdahale ve kişi hürriyetini yok sayma kaidelerine göre suç sayılabilecek hareketlerdir. Zaten bu yüzden bu davranışı gösterenler, yakalanıp çeşitli cezalara çarptırılmıştır. İşin ceza boyutunda değilim. Bu tip davranışlar, yaratılmış bir insan ve özelde bir müslüman ülkede yaşayan bir müslüman olan kişi bazında düşünüldüğünde, bu kişilerin hareketlerinde, bu iğrenç ve kabul edilemez mizah anlayışı, niçin ve nasıl yer alabilir? Bu davranışları insanlar neden sergileme isteği duyar? Bu sorular etrafında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.


Pek çok ayette yaşlılara nasıl davranılması gerektiği hususunda, ilahi ikazları görebiliriz. Yaşlılığı yaratan ve insanı güçlü iken güçsüz kılan Allahü Teala hazretleridir.  "Sizleri yaratan O'dur. Yaşlılık dönemine ulaştıracak, ömrünün son demlerindeki düşkünlük haline, bildiği şeyleri bilemeyecek hale geleceği günlere ulaştıran da O'dur" (Nahl, 70)

Yaşlılara özen ve şefkat göstermenin gereğini, Allah anne ve babayı misal vererek, ayette şöyle izah eder: "Rabbin kesin olarak şunu emretmiştir: Sadece O'na kulluk edeceksiniz. Bir de anne babanıza iyilikte bulunacaksınız. Şayet onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanacak olurlarsa onlara "öf" bile deme! Onları azarlama; ikisine de güzel sözler söyle. Merhametle tevazu kanatlarını onların üzerine ger ve şöyle dua et: "Rabbim! Ben küçükken onlara bana nasıl şefkatle davrandıysalar şimdi Sen de onlara öylece rahmetinle muamele eyle." (İsra, 23-24)
Hadis-i şeriflerde yaşlılara hürmet edilmesi ile ilgili pek çok rivayet vardır.
Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder. (Tirmizi, Birr 75)
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Şu hususlar; Allah'ı ta'zim etmenin ("noksan sıfatlardan münezzehtir" demek suretiyle yüceltmenin) birer şubesidir: Bir müslüman yaşlıya ikramda bulunmak, İçindekiyle amel hususunda ölçüyü aşmayan ve ondan uzaklaşmayan Kur'an hamiline ikramda bulunmak ve Adil olan iktidar sahibine ikram etmek." (Ebu Davud, Edeb 23)
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yine ibretlik bir kıssayı, kendisini dinleyen sahabelere şöyle anlatır: "Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında: "Bizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi: "Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hala uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü: " Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!" Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi. İkinci şahıs şöyle dedi: "Ey Allahım! Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kam almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim, kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada: "Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim. Ey Allahım, eğer bunları senin ma-yı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar." Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı. Üçüncü şahıs dedi ki: "Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi [bir farak pirinçten ibaret olan] ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kar ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve: "Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de: "Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam: "Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar: "Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü. "Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler." (Buhari, Enbiya 50, Büyu 98, İcare 12, Hars 13, Edeb 5, Müslim, Zikr 100, Ebu Davud, Büyu 29)

Büyük alim ve zahid insanlar da yaşlılara hürmet etmeyi hep nasihat etmişlerdir. İnsanlara merhameti ve şefkati olmayana, Allah da merhamet nazarıyla bakmaz. Bu konuda İmam-ı A’zam Ebu Hanife, talebesi olan büyük müctehidlerden İmam-ı Ebu Yusuf’a, "İlim sahiplerine hürmet et! Yaşlılara şefkat göster, gençlere sevgi göster!" buyurmuştur.
İnsanın yaşlanmasını teşbihte hata olmazsa şöyle birşeye benzetebiliriz: Geri dönüşü olmayan bir tren istasyonda hazır beklemektedir. Bu tren yolculuğu için bilet almış ve trene yerleşmiş kişiler olduğunu düşünelim. Bu trenin yolcularının ekserisi yaşlılardan oluştuğu gibi yetişkinler, çocuklar ve hatta bebekler için de bazı koltuklar ayrılmış olabilir. Lakin genel olarak yaşlılardan arta kalanlar, istasyonda kalırlar ve yaşlıların hareket etmesiyle yerine gelecek olan trene binebilmek için sıralarını beklerler. Bu devamlı bir döngü içinde sürmektedir. Yaş olarak daha eski olanlar; yolculuk için lazım olacağını düşündükleri bavullarını, kendilerine lazım olacak eşya ve azıklarıyla doldurup yanlarına almışlardır. İhtiyarlar tren koltuklarına oturmuşlardır. Ama bazen bu ihtiyarlar, yalnız yolculuğa gitmek istemezler. Orada, istasyonda bekleyenlerden veya uğurlamaya gelenler arasından, kendilerine göre nispeten daha şansız olan hiçbir hazırlığı, bavulu ve eşyası olmayan, trenin kalkacağını hiç düşünmeyen yetişkin, genç ve çocuklardan da bazılarını yanlarına alırlar. İhtiyarlar, aldıkları bu kişilerle beraber yolculuk için harekete geçerler. Herkes yolculuk için tren saatini bekler. Bu trenler sürekli gidecek ve gidenin yerine tekrar tekrar yenileri gelecektir. Trenler her defasında bilet saati gelen yeni yolcularını alıp, bir daha geriye dönülmeyecek olan seferlerine çıkmaya devam edeceklerdir. Yaşlılar gibi herkesin de bileti, gideceği treni ve saati hazırdır aslında. Yaşlılar ise trene erkenden oturmuş, hareket saatlerinin gelmesini sabırsızlıkla beklemektedir. İhtiyar, yolculuğu niyetine almıştır. İhtiyar, gideceğini bilmektedir. Yolculuğu için hazırlanmış/hazır olduğunu düşündüğü için yanında bir bavulu da vardır. Koltuğunda otururken bavuluna almadığı/alamadığı, geç kalırım korkusuyla hiç almayı düşünmediği, bazı ihtiyaçları ise tamamen göz ardı ettiği pek çok pişmanlıkları ile artık trene binmiştir. Tren yolcularının bazılarının bavulları tam olarak hazır gibidir en azından onlar öyle düşünmektedir. Bazı yolcuların ise hazırlığı çok eksik veya hiç yoktur. İşte böyle bir yolculuk. Bu yolculuk niyeti, herkesten önce ihtiyarların içine doğmuştur. Daha doğrusu, herkesin niyetinde esasında kesin olarak varlığını bildiği bu yolculuk fikrinin olması gerektiğidir. Er ya da geç herkesin bineceği bir treni ve yolculuğu olacaktır. Kimi yolculuğa hazır, kimi acele birkaç eşya ile kimisi de bomboş hiçbir hazırlık olmadan aniden bu yolculuğa çıkacaktır. Önemli olan, yolculuk boyunca bizi ferah ettirecek, sağ selamet hedefe ulaştıracak dolu ve iyi hazırlanmış bir bavulla trene binebilmek ve yolculuğa gönülden niyetlenmiş olarak bir an önce sevdiklerimize kavuşabilmektir.
Yolculuk fikri ile anlatmaya çalıştığım olay, esasında hepimizi bekleyen kesin sondur. Ölüm düşüncesi hayatın bir gerçeğidir. Ayette hiçbir varlık bu durumdan istisna edilmeden şöyle ifade edilir: "Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz."(Ankebut suresi-57) İhtiyarlık ve hastalıklar da ölümün bir habercisi ve işaretidir. Hepimizi bekleyen bir sona doğru giderken, belki de bizden önce gitmeye hazırlanan yaşlılarımıza, saygı göstermemiz gerekmez mi? Sayılı günlerimizin kaldığı fikrinden hareketle, yaşlılarımıza kalan ömürlerinde, bir-iki güzel hatıra vermek, onları en azından küçük şeylerle mutlu edebilmek, biz insanlara neden çok fazla gelir?
İnsan yaşlandıkça aciz ve güçsüz bir hale dönüşür. İnsan, dünyaya geldiğinde, aciz ve güçsüzdü. İnsanın ne yürümesi ne de kendi başına beslenme ve ihtiyaçlarını giderecek bir kudreti vardı. İnsan büyüdü, güçlendi, akıllandı ve zaman geçtikçe dünyada geçirdiği ilk yıllarını unuttu. Hüküm ve zorbalık göstermeye başladı. Kendinden zayıf olanı ezmeye çalıştı. Güçlü insan vücudunun heybetine kaptırdı kendini. İnsan; nefsinin esiri oldukça kendisini unuttu, Rabbini unuttu. Çevresinde aciz ve güçsüz kim varsa, ne varsa eşya, hayvan, bitki ve insan ayrımı yapmadan ezdi, kırdı ve zulmetti.  Çünkü insan, içten içe dünyaya hükümranlık kuruyor, herkes kendi çapında bu hükmetme payesinden nasibini alıp, nefsinin gücü ve heybetine kapılarak kendini ilahlaştırıyordu. Mutlak güç sahibi olan Allah'ın varlığını bildiğini söylerken bile insan fiileri ile ona tekrar tekrar isyan ediyordu. Genç veya yaşlı, her halin yaratıcısı Allah'tır. Neden insan, Rabbin yarattığı bu hal ile alay etme gereği duyar? Neden insan, daha aciz bir varlıkla eğlenirken kendi mutlu olur? Bir gün bu acizlik halinin, kendi başına gelebilecek bir durum olduğunu, insan neden düşünmez?
Yaşlanan insanlar için ölüm korkusu, zaten ciddi ciddi hissedilir. Onların bu sıkıntılı halleri ve zaafları yaşama olan bağlılıklarını arttırır. Bir hadis-i şerifte, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ademoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir. Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs" (Buhari, Rikak 5, Müslim, Zekat 115, Tirmizi, Zühd 28, İbnu Mace, Zühd 27). buyurarak ihtiyarlıkta, insanın dünyaya olan bağlılığının ne kadar artacağını bizlere gösterir. Hal böyleyken, yaşlıların evlerinde bir başlarına terk edilmesi, huzur evlerine hapsedilmesi, bir başlarına tecrid edilmesi gibi işlemler, ihtiyarlarımızı psikolojik olarak daha da yıpratır. Saçını, sakalını müslümanlık çizgisinde ağartmış, bedenini az ya da çok İslam uğrunda siper etmiş, bu yolda eza ve cefalara göğüs germiş, ağzı dualı ve zikirli yaşlılarımızı koruyup kollamak, onlara şefkat göstermek her müslümanın üzerine bir borçtur. Onları evlerinde, odalarında bir başlarına yalnız bırakmadan, merhamet içinde hiç sıkılmayan bir dinleyici gibi arkadaşlık yapmak, onlara hürmetle davranmak, hallerini ve hatırlarını sormak, onlarla bir çocukla oyun oynar gibi ilgilenmek, kalan ömürlerinde onlara neşe vermek, bazı acayip davranışları, hata ve kusurları görmezden gelmek bizlere aslında birer vazifedir.
Yaşlılar, bizlere dünya hayatının geçiciliğinin anlatan işaretlerdir. Elimizdeki gençlik ve güç nimetlerinin bir gün yok olup gideceğinin en büyük göstergesidir. Yaşlıları yok sayan bir zihniyet, onları dalga ve eğlence malzemesi kılan bir düşünce yapısı, asla komiklik olamaz. Bu şekilde bir mizah anlayışı, ancak acizliğin ve cahilliğin göstergesi olur. Kendini bilmeyen, yaşlısını ve gencini sevmeyen, çocuklara şefkat ve merhamet sahibi olmayan bir zihniyet, Allah katında kendini nasıl savunabilir? Kendinden aciz olanı ezme düşüncesi, bir eğlence malzemesi oluyorsa orada insan nefsi, kendi hükümranlığını ilan etmiş ve insan ruhunu teslim almıştır. Böyle bir cehalet anlayışının ilacı, ancak samimi bir tevbeden geçer.
Yaşlılar, insanlığın tarihe olan tanıklığıdır. Onlar, bizim ayaklı hatıra defterleri ve tecrübe kalemlerimizdir. Onlar, kendilerine verilen ömür içinde defalarca hata yapmış ve bu hatalarının sonuçlarını bizzat görmüşlerdir. Hayatlarında pek çok güzellik ve anı biriktirmişlerdir. Yaşamlarının her alanında, bir ibretlik hikaye, nice ders alınacak öğütler yatmaktadır. Bize düşen, onları sıkılmadan dinlemek, hayatlarından notlar almak, güzel olanı kendi hayatımıza katıp, dünyada var olan iyiliği büyütmektir. Bizlerin ihtiyarlardan mutlaka alacağı dersler vardır. Tarih; günah ve sevaplarıyla şekil, mekan ve kişileri değiştirerek sürekli tekerrür eder. Yaşlılarımızın geçmişte işlediği hatalardan imtina etmek, onların başlarına gelen sıkıntılı durumları, tecrübe edilmiş sonuçlara göre yeniden değerlendirmek, elde ettiğimiz neticelere göre de kendi hayatımızı muhafaza ve tanzim etmeye çalışmak bizler için bulunmaz bir nimettir. Tecrübe sahibi olmak için illaki aynı hataları bizlerin de işlemesi gerekmez. Çevremizde var olan ulu çınarların hayatlarını gözlemlemek, onların tavsiyelerine kulak vermek, bizler için hiçbir yerde bulamayacağımız büyük bir hazine olacaktır.
Yaşlılarımıza hürmet ve saygıyı elden bırakmamak, onlara  daima şefkat ve merhamet göstermek ve ömrümüz varsa bir gün bizlere de aynı sonun geleceğini düşünerek hareket etmek, boynumuzun borcudur.  Unutmayalım ki, dünya etme-bulma dünyasıdır. Ne yapmışsak, ne işlemişsek onun karşılığını elbette göreceğiz. "Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz."(Enbiya suresi-47)
Son söz olarak alemlere rahmet Peygamber efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir duası ile yazımızı bitirelim.
Allah'ım! Aczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Keza, kabir azabından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım." (Buhari, Da'avat 38, 40, 42, Cihad 25, Müslim, Zikr 52, Tirmizi, Da'avat 71 Ebu Davud, Salat 367, Huruf 1, Nesai, İstiaze 6)
Allahım bizden fenalığı ve musibetleri gider. Ey insanların Rabbi! Bizlere Şifa ver! Allahım, ancak Sen şifa verensin. Senin verdiğinden başka şifa veren yoktur! Öyle şifa ver ki, hiçbir hastalık artık geride kalmamış olsun. (İbn Mace Sünen, 3530)
Allah, hepimizi güzelce yaşlanabilen, aklı zayi olmayan, bedenin acizliğe düşmediği ve kimselere muhtaç olmadığı bir yaşlılığı nasip etsin. Ayaklarımızı İslam üzere sabit kılsın. Ve bizim canımızı o yaşlılık anında, dili zikirde devam eden, ibadet ve taat içindeki bir müslüman olarak alsın. (Amin)

26/03/2020
Kadir Pancar
 

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!