Net Fikir » makalem » Kula kulluk edilmez
Kula kulluk edilmez
Etiketler :
ibadet
islam
islam ahlakı
islam düşüncesi
makalem
Sözlükte “esir, köle” anlamına gelen "kul" kelimesi özellikle Osmanlı padişahlarındaki kullanımda, "halk, tebaa, hizmetkâr, sadık" gibi anlamlara da gelmiştir. Dîvânü lugāti’t-Türk’te kul kelimesi, Osmanlı kullanışına uygun olarak “tâbi, hizmetkâr, sadık” anlamları verilmiştir. Arapça ve diğer Sami dil ailesinde kul kelimesi, "abd" (عبد) şeklinde olup, “hür veya köle olan insan” anlamlarına gelir. Bazı kelimelerin mecazi olarak kullanımı, her ne kadar yaygınlık kazansa da itikadi açıdan uygun değildir. Kul kelimesi de kanaatimce böyle bir kelimedir. "Kul olmak", sadece "Allah'a kul olmak" şeklinde kullanılabilecek bir kelime olup, çok sevilen kişiler için söylenilen "kulun kölen olayım" gibi mecaza hamledilmesi veya bazı Osmanlı padişahlarının "kullarım" şeklindeki hitap tarzları, kanaatimce haddi aşan kullanımlardır. Onca kelime arasından "kul" kelimesinin seçilip kullanılması, nefsin kolayca kibre düşebilmesinin yolunu açması bakımından sıkıntılıdır. İşte bu yazıda "kul olmak" kelimesinin kullanımından yola çıkarak, "hiçbir mahluka kul veya köle olmadan yalnız Allah'a kul olunacağını" anlatmaya çalışacağım.
Kuran-ı Kerim'de "abd" hitabı Muhammed ﷺ ve diğer peygamberler, cinler, melekler ve insanlar için kullanılmış ve tapınma manasındaki bir kulluğun yalnızca Allah için olacağı Kuran-ı Kerim'de bildirilmiştir. "Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler." (A’raf Suresi, 194) ilahi hitabı ve “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” (Hud Suresi, 26) ayeti, "kul" kelimesinin kullanımının da böyle bir vasıfa sahip olacağını akla getirir.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur ve sadece O'na kulluk eder. Ancak Allah'a boyun eğerek gerçek manada huzur bulabilir. Allah'a itaat etmek ve O'nun emirlerini yerine getirmek, insanın hayatına bir anlam katar. Allah'a kul olmak; insanı doğruya, adalete ve hidayete yönlendirir. İnsanın gerçek huzuru bulması, Allah'a kul olmaktan geçer. Allah'a karşı sevgi ve itaat, insanın kalbini tatmin eder, manevi mertebeler elde etmesini, derecesinin yükselmesini sağlar. İnsan, yaratılış amacının bilincinde olmak zorundadır. İnsanın yaratılış gayesi, Allah'a ibadet etmek, O'na şükretmek ve O'nun rızasını kazanmaya çabalamaktır. İnsanın bütün varlığı ile Rabbine itaat etmesi ve O'nun rızasını kazanması için çaba göstermesi gerekir.
Allah'ın kulları olarak insanlar, Allah'a itaatsizlik etmeden ve O'nun emirlerine eksiksiz uyarak yaşamaya gayret göstermelidir. İman, ibadet, takva ve güzel ahlak, insanın Allah'a kul olma sorumluluğunun temel unsurlarıdır. Allah'a kul olmak, insanın hayatında doğru yolu tercih etmesi, hidayete kavuşması, dünyada salih amel için hareket etmesi ve yaşamını Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla düzenlemesi anlamına gelir. İnsan, ancak Allah'a kul olur. O'nun emirlerine ve yasaklarına itaat
eder. Yaratılmış hiçbir mahluk ibadete layık değildir. İbadet ve kulluk ancak Allah'a yapılır. Nitekim Allah'ın kendilerine zenginlik, mal-mülk
ve hakimiyet verdiği Karun, Haman Firavun ve Nemrut gibi geçmişte ilahlık taslayan, mal ve servetleriyle böbürlenen sahte yeryüzü tanrıları, Allah yerine başka ilah arayışına giren buzağıyı tanrı edinen Samiri gibi daha pekçokları Allah'ın gazabı karşısında yok olup gitmişlerdir. "Karun'u, Firavun'u, Haman'ı da yok ettik. Andolsun ki, Musa, kendilerine apaçık belgeler getirmisti de onlar Yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı." (el-Ankebut, 39) Andolsun ki güç ve kuvvet ancak Allah'ındır. İnsan, ancak Allah'a kul olursa gerçek anlamda özgürleşir ve huzura erer. İnsan yaratıcıya karşı kulluğunu kabul ettiği zaman, boyun eğip
itaat ettiği zaman, dünyada hiçbir şeyden çekinmez, kimsenin önünde eğilmez. Bu durum da kişiye manevi bir huzur ve anlam katar. İnsan başka
hiçbir varlığa kul olamaz, başka bir varlığın önünde eğilemez. Böylece Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak hareket eden bir insan, ancak
Allah'a kul olabilir. İnsanlar ister gönüllü olarak isterse de gönülsüz olarak davransın sonunda, "Göklerdeki ve yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir."(Meryem Suresi, 93)
İnsan, Allah'a kul olur. Allah’ın emirlerini tebliğ eden peygamberlerine de itaat edip saygı gösterir. Peygambere saygı da aşırıya giderek ölçüyü kaçırmaz. Hıristiyanların Hz. İsa'yı (a.s) ilahlaştırdığı gibi peygambere tapacak kadar kendini kaybetmez. İbadet edilecek tek varlığın sadece Allah olduğunu bilir. Peygamberler, İslam inancına göre insan olup ilahlaştırılmazlar. Peygamberlere, Allah'ın vahiylerini doğru bir şekilde eksiksiz tebliğ ettikleri için büyük saygı duyulur, ancak onlara ibadet edilmez ve onlar ilahlaştırılmaz. Bir kişiyi aşırı sevmek, onu aşırı övmek, aşırı yüceltmek, imani noktada sınırı aşma çizgisine insanı getirebilir. Nitekim Hıristiyan dünyasının Hz. İsa (a.s) karşısındaki durumu bu şekilde olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın (a.s) ancak bir beşer olduğu net olarak ifade edilmiştir. "Ey Ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin. Meryem’in oğlu Mesih Îsâ sadece Allah’ın resulü, Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir. Allah tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin, 'Tanrı üçtür!' demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin. Allah ancak tek bir İlahtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter. Mesih de, Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisa, 171-172) ayeti ile vurgulanırken Hıristiyanlar batıl bir şekilde Hz. İsa'ya (a s) ilah konumu vermişlerdir. Hıristiyanların Hz. İsa'ya (a.s) karşı aşırı ölçüsüz tavırları, aşırı ta'zim ve övgüleri sebebiyle bir beşer olan Hz. İsa'nın (a.s) ilahlaştırılmasına, ikona ve putlaştırılmasına yol açmıştır. Peygamberimiz ﷺ bu durumu bildiğinden “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni batıl ve aşırı surette methettikleri şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü.’ deyin!” (Buhari, Enbiya, 48; Müsned, 1/23; 4/25) buyurmuş "Allah’ım, benim kabrimi kendisine ibadet edildiği bir put kılma. Allah’ın öfkesi, nebilerin kabirlerini mescid edinenlerin üzerlerine artmıştır." (Muvatta, Kasru's-Salât 1/172, Kenzu’l-Ummal, 2/210) şeklinde dua etmiştir. Sahabeler, Peygamberimiz Muhammed ﷺ den bir şey duydukları zaman: “Bu senin kendi sözün mü yoksa Allah'tan gelen vahiy midir?” diye, sorarlar ve ona göre davranırlardı. Vahiy ise mutlak itaat ederler, değilse kendi görüşlerini de Resûlullah’ın ﷺ huzurunda beyan ederlerdi. Nitekim Resûlullah’ın ﷺ Beni Kurayza, Beni Nadir ve Bedir savaşlarında müslümanların nerede mevzilenmesi gerektiği hususunda ashabıyla istişare ettiği ve “Hubâb b. Münzir’in (r.a) teklifini kabul ettiği; Hendek savaşında da Selman-ı Farisi'nin (r.a) teklifi ile şehrin etrafına Hendek kazıldığı nakledilir.
Yahudilerin Hz. Üzeyr'e (a.s), Hıristiyanların Hz. İsa'ya (a.s) yaptığı gibi peygamberlere karşı aşırı ta'zim, Allah tarafından kesin olarak yasaklanmıştır. Yahudi ve Hıristiyanların eşyaya gösterdikleri öneme benzer şekilde, Rasülullah'tan ﷺ hatıra maksadıyla muhafaza edilerek günümüze
intikal eden, "sakal-ı şerif", "hırka-ı şerif", "kadem-i şerif" gibi eşyaların ticari menfaat ve sermayeye alet edilmesi, ibadet kastıyla aşırı ta'zim yapılması dinin muhtevasına uygun davranışlar değildir. Ortaya çıkan bu görüntüler, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi insanı objeleştirmeye ve putlaştırmaya doğru götürür ve cahil kimseler elinde din böylece farklı anlamlara dönüşür. Bu nedenle günümüzde bazı cemaatlerin bu tür hatıra değeri olan eşyaları kolye, yüzük, takı, süs eşyası... şeklinde tasarlayarak objeleştirmesi, birebir ölçülerde kopya edip sermaye aracı haline getirmesi ve bundan menfaat elde etme yolları araması hiçbir şekilde dinin özüne hitap etmez. Resüllullah'tan ﷺ bize intikal ettiği sabit olarak bilinen maddi hatıralar saygıya değerdir fakat dinde asıl olan Rasüllullah'ın ﷺ tebliğ ettiği hükümlerdir. Bu nedenle her şeye dindeki yerini tam olarak vermeli, ifrattan ve tefritten kesin olarak kaçınmalıyız. Bu sebeple dünyevî ve uhrevî saadetimiz için Resülullah'ın ﷺ tebliğ ettiği şeriate uymak ve bundan sonra da hurafelerden, batıl işlerden uzaklaşarak dinde aşırıya gitmeden tehlikeli yollara dalmadan hareket etmek bizlere emredilmiştir.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur, devlet büyüklerine sultanlarına, komutanlarına, padişaha, lidere kul olmaz. Azamet ve yücelik, Allah’a hastır, hiçbir kulda bu sıfatlar aranmaz. Liderlerini firavunlaştırıp onlara insanlar tapamaz. Ta'zim ve övgülerde aşırıya gidip, liderin önünde onun adına kurban kesemez. Liderin huzurunda el pençe divan durup, boyun bükerek secde ve rükû etmez. Lider ölümsüz değildir, "la yüs'el" değildir, hatadan ari değildir. Herkes kendi amelinden sorumlu olup, kimse başkasının günahını yüklenmez. Liderin sorumluluğu, iktidar ve halkı yönetim nedeniyle daha fazla olup, Allah katında hesabı daha ağırdır. Saygı ve sevgi adı altında yaşayan ya da ölmüş lidere tapma derecesinde bağlılık, ilahlaştırma ve putlaştırma dinen şirktir. Lidere tapınma psikolojisi, korkulan ve saygı duyulan bir otorite figürüne aşırı derecede bağımlı olma ve hayranlık duyma durumunu ifade eder. Kişiler, lidere isteyerek ya da güçten korktukları için istemeden boyun eğerler. Bu durumdaki bireyler, genelde liderlerini kusursuz ve ölümsüz bir varlık gibi görme eğiliminde olurlar. Liderlerinin her dediğine eleştiri ve sorgulama olmadan körü körüne inanabilirler. Liderin halkların nezdinde böyle bir konuma gelmesi, liderin de kendi kulluğunu unutmasına sebep olur. Lider, önünde saygı duyulan insanların çokluğu, onların övgüleri, alkışları ve hizmetleri ile kibir ve azamet bataklığına dalarak kendini mahvedebilir. Kendi hizmetini kendi gören, kendisine "Efendimiz" denilmesine bile razı olmayan, kendisini "bir ağacın altında gölgelenen, sonra da orayı terk edip giden bir yolcu gibiyim" (Tirmizî, Zühd, 44/2377; İbn-i Mâce, Zühd, 3) şeklinde niteleyen, "kendi elbisesini yamayıp giyen, ayakkabılarını tamir eden, ev işlerinde hanımlarına yardım eden" (Buhârî, Edeb 40), "ömrü boyunca iki gün üst üste arpa ekmeği ile doymadan âhirete intikâl eden" (Buhârî, Eymân, 22; İbn-i Mâce, Et’ıme, 48), Mekke'yi fethettiğinde "Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen bir yetimim! (İbn-i Mâce, Et’ime, 30) ; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, II, 64) diyen "kuru hasır şilte üzerinde uyuyan" (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 162), "kendisi için ayağa kalkılmasını istemeyen, fakirlerin yanına oturup, kölelerin davetlerine giden, "bir meclise girdiğinde kendisi için özel bir yer tahsis ettirmeyip boş bulduğu yere oturan" (Ebû Dâvud, Edeb 152), "bütün ibadetleri ve hayatı Allah için olan” (Buhârî, Nikâh 1), Allah Rasulü'nün ﷺ yaşantısı; günümüz dünyasının sultan, lider ve diğer muktedirlerinden ne kadar uzak olduğu görülür. Tarih boyunca nice sultanlar gelip geçmiş, nice saltanatlar sona ermiştir. Yıkılmaz denilen, yenilmez denilen nice güç ve otoriteler artık yok olmuştur. Zamanında sözünün üstüne söz söylenmeyen binlerce otoritenin mezarları bile kaybolmuştur. İhtişamlı imparatorluklar çökmüş, krallıklar yıkılmış ve hâkimiyetleri sona ermiştir. Bir zamanlar güçlü olan saltanatlar, devletler ve liderler tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştür. Şu fani dünyada hiçbir otorite kalıcı değildir. Baki olan sadece Allah'tır.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur; şeyhine, mürşidine, hacısına ve hocasına kulluk etmez. Onları günahsız, kusursuz olarak göremez. İslâm'ın temeli tevhiddir. Hidayet vermek, insanları küfürden imana döndürmek ancak Allah’a mahsustur. Şeyh veya mürşid, herhangi bir kişiye hidayet veremez, sadece doğruyu ve güzeli ona izah eder. Mürşidler ve hocalar, insanlara Kuran-ı Kerim'in ahkamının öğretilmesine ve tatbik edilmesine vesile olurlar. Hekimler hastalıklar karşısında birtakım çareler bulup, hastanın iyileşmesine ve şifa bulmasına vesile olduğu gibi, mürşid de doğruyu bulmaya ve hidayete bir vesiledir. Kişinin hakkı hakikati bulması, kalbinin nurlanması ancak Allah'a aittir. Hidayet, Allah’tandır. Kuran-ı Kerim'de "Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir." (Kasas Suresi, 56) buyrulmuş, hidayete ve dalalete çağıran insanların ise ancak hadis-i şerifte sözü edildiği gibi "Kim hidayete çağrıda bulunursa, kendisine tabi olanların sevapları kadar ona sevap verilecek ve tabi olanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmeyecektir. Kim de dalalete davet ederse, kendisine tabi olanların günahları kadar günah ona verilecek ve tabi olanların günahlarından da hiçbir şey eksilmeyecektir.” (İbn Mâce, Sünnet 14) yaptıkları davetten nasipleri olduğu vurgulanmıştır. İşte bu nedenle hiç kimsenin başka bir kişiye Allah adına hidayete eriştirmesi mümkün değildir. Ancak Allah'ın lütfu ve inayetiyle hidayete
kavuşmak mümkündür. Gerçek mürşid, insanları hakikate davet eder, kendisi de asla kulluğunu ihmal etmez, kendini ilah konumunda görmez. Mürşid, dinin emir ve yasaklarına son derece dikkat eder ve kendini günahlardan korumaya çalışır. Dine aykırı olarak yaptığı bariz haram fiil ve eylemler, etrafında toplanan tabileri ve müridleri tarafından eleştirilir, sorgulanır. Müridler tarafından şeyhin itikadi yanlışları, sapkın davranışları, dine aykırı sözleri asla tevil edilmeye kalkılmaz.
Kul olarak Allah katında üstün olanın kim olduğu bilinmez. Bu nedenle şeyhe aşırı ta'zim ve övgü, onu günahsız ve hatasız görme, her emrini sorgusuz kabul etme, akıl sahibi insanlar için uygun bir davranış değildir. İnsan, irade sahibi bir varlıktır. Doğruyu ve eğriyi seçmek kişinin özgür iradesine bağlıdır. "Herkesin kazandığı ya kendi lehine ya da aleyhinedir." (Bakara, 286) Dini liderlerin, şeyhlerin ve hocaların, kendilerini günahsız görmesi, her şeyi idare eden yöneten birer "kutup" kabul etmesi, İslam inancı ile bağdaşmaz. Din alimlerinin bu davranışları, dinin suistimal edilmesine zemin hazırlar. Bu tür hareketler, din adına ticareti meşru hale getirir. Allah'ın emir ve yasaklarını bırakarak din adamlarının sözlerini muteber saymak, onlara körü körüne bağlanmak Yahudi ve Hıristiyanların durumuna benzetilebilir. Yahudi ve Hıristiyanlar; Allah'ın hükümlerini hakikati bırakmışlar, kendilerine haham ve papazları rab edinip onların haram ve helal dediklerine uymuşlardır. Böylece Yahudi ve Hıristiyanlar Allah adına hüküm veren, din kisvesine bürünmüş din adamlarının peşinde koşarak helake sürüklenmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'de bu durum: "Allah’ı bırakıp da din âlimlerini, rahiplerini, özellikle Meryem oğlu Mesîh’i Rab edindiler. Oysa onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O yüceler yücesidir, onların yakıştırdıkları eş ve ortaklardan bütünüyle uzaktır." (Tevbe Suresi, 31) hitabı ile buyrulur. Dinde otoriteleşmenin bir sonucu olarak, din alimlerinin halk tarafından saygıda ve hizmette aşırıya gidilerek toplumda bir peygamber gibi görülmesi, eleştiriye ve sorguya kapalı ihtişamlı hayat tarzları asla dinin özü ile bağdaşmaz. İslam'da bir ruhban sınıfı, din adamları sınıfı, ayrıcalıklı bir zümre yoktur. Din; herkesin kurallara uyması için vardır. Halk tabakası, din adamları sınıfı karşısında ezilen bir sınıf konumuna gelemez. Yunus Emre; “Peygamber yerine geçen hocalar, bu halkın başına zahmetli oldu. Tutulmaz oldu peygamber hadisi, halayık cümle Hak'tan utlu oldu.” dizeleriyle dönemindeki halkın sıkıntılarını ve zorluklarını anlatmıştır. Fahruddin Razi yukarıda zikredilen Tevbe Suresi 31. ayetin tefsirinde; "Dinden uzak bazı düzenbaz şeyhlerin, kendilerine tabi olanlara ve taraftarlarına, kendisine secde etmelerini emrettiğini ve onlara: 'Sizler benim kullarımsınız' dediğini gördüm. İşte böylece o, taraftarlarına, hulûl ve ittihad fikrini telkin ettiğini, bahusus kendisine tabi olan bazı ahmaklarla baş başa kaldığında çoğu zaman uluhiyyet iddiasında bile bulunduğunu tespit ettim." (Fahreddin Razi, Mefatihu’l-gayb, Tevbe Suresi, 31) diyerek şeyh ve din adamlarına aşırı tazimde bulunmanın neticesinin kötülüğünü izah etmiştir. Şeyh ve din adamlarına övgüde aşırıya giden insanların çoğu, sonunda Allah’a isyan ettiler; Allah'ın ayetlerini bırakıp din adamlarının sözlerine, arzularına ve emirlerine itaat ettiler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri, mürşidlerinin emriyle helâl kıldılar. Allah’ın helal kıldığı şeyleri de yine onların emriyle haram kıldılar. Hem kendilerini hem de toplumu böylece dinden uzaklaştırarak ifsad ettiler. Sözde din adamlarının hezeyanlarına tabi olanlar, Allah’ın kendilerine bağışladığı en büyük nimet olan akıllarını başkalarının emirlerine kiraya vermişler ve böylece özgür iradelerini kaybederek, hürriyetlerini sözde şeyhlerine peşkeş çekip gönüllü köle olmuşlardır.
İnanılacak ve ibadet edilecek hükümlerin tamamı, Allah tarafından Kur’an’da bildirilmiş ve bu meseleler; Allah Rasulü ﷺ tarafından açıklığa kavuşturulmuş, sahabelerle birlikte bir yaşantı halini almıştır. Hüküm koyucu Allah'tır. Allah hükümlerini Kur'an-ı Kerim ile aktarmıştır. Kur'an-ı Kerim ve hükümlerin tatbik edilip halka gösterilmesini sağlayan Allah Rasulü ﷺ sünnetinin dışında itikadi anlamda hiç kimsenin dine bir şeyler ekleme veya dinde olanı kaldırma yetkisi yoktur. Cemaat ve tarikatlarda şeyh ve mürşid için kullanılan, "kutup", "gavs", "zamanın sahibi", "kainat imamı" gibi ifadeler, hangi anlama hamledilirse edilsin sakıncalı kavramlardır. Kâinatın sahibi de yöneticisi de bizzat Allah'tır. O'nun izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz. Alemlerin Allah tarafından yaratılması, içindeki varlıkların sevk ve idare edilmesi, hayatlarını sürdürmeleri, tamamen Allah’ın yaratması, dilemesi ve hükmetmesi ile olur. Allah, bütün bu işlerinde ortaklıktan münezzehtir.
Din adamlarının, öncelikle kendilerinin Allah'a kulluklarını en iyi şekilde yerine getirmeleri, ibadetlerini eksiksiz olarak yapmaları, ilmiyle amil olup ihlaslı bir şekilde davranmaları gerekir. Alimler, insanlara din hizmetlerinde rehberlik edip onlara dinin hükümlerini öğretirken, kibirden uzak mütevazı olmaları esastır. İslam'a göre hiçbir insan, takva yönü hariç diğerlerinden üstün değildir. Kuran-ı Kerim'de "Allah nezdinde en değerli olanınız, takvaca en ileride olanınızdır, O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır." (Hucûrât Suresi, 13) ve hadis-i şerifte "Allah indinde en şerefliniz takvâca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Beyaz derili olanın siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, siyah derili olanın da beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned) buyrulmuştur. Dolayısıyla, alimin temel görevi öncelikle Allah'a kulluğunu en iyi şekilde yerine getirmek ve bu şekilde çevresine yaşantısıyla örnek olmaktır. Alimler, kibir ve üstünlük taslamadan, kendilerinde olan ilmi öğretmeli ve bunun karşılığında halktan asla maddi bir menfaat beklememelidir. Alimler, bütün işlerinde İslam ahlakına uygun hareket etmeli, müridlerine, talebelerine sevgide, saygıda adil olmalıdır. Hocaya ayrıcalık ve dokunulmazlık tanımlamak, ilahlık benzetmesi yapmak, günahsız ve masum görmek, onları taparcasına sevmek doğru davranışlar değildir; çünkü yaratılmışların üzerinde yalnızca Allah'ın tasarruf hakkı vardır. Alimler ve talebeler arasındaki ilişki karşılıklı saygı, sevgi ve öğrenme üzerine kurulmalı, ölçüyü ve haddi aşmamalıdır.
Kabirlere saygıda aşırıya gitmek, türbe ve mezarlardan medet ummak da bir nevi kulluktur. "Kabirlerin süs ve şatafatlarla yükseltilerek ta'zim edilmesi ve mescid haline getirilmesi, mezarlara karşı secde edilmesi, ölüler için adakta bulunulması, velilere yakın olmak için onların türbelerine para, mum, yağ ve benzeri şeyler konulması icma ile batıldır." (Reddu'l-Muhtar, İbn Abidin, 2/349) Kabirlerde cahiliye dönemi insanları gibi ölü adına kurban kesmek yasaklanmıştır. (Ebu Davud 2/71) Allah Rasulü ﷺ, putperestlikten ümmetini uzak tutmak için şirke gidebilecek her türlü yolu yasaklamıştır. Putperestlik, mermer, kireç, taş, demir gibi belli materyallerden yapılmış bir obje (put,heykel..vs) önünde durup, ibadet ve ta'zimde bulunmak anlamına gelse de puta tapınma hali, günümüzde çok farklı şekillerde de ortaya çıkar. Türbelerden, kabirlerden medet ummak, onlara Allah adına yalvarmak, çaput bağlamak hurafedir ve bu tür batıl davranışların özünde şirk unsurları olduğundan yasaklanmıştır. Hadis-i şerifte “Dikkat edin, sizden öncekiler peygamberlerinin ve içlerindeki salih kimselerin kabirlerini mescid haline getirmişlerdi. Dikkat edin, kabirleri mescid edinmeyin, ben sizi bundan nehyediyorum.” (Sahih-i Muslim, 532) şeklinde rivayet edilmiştir. Ölüler ziyaret edilir, onların ölümünden ibret alınır. Onlar için dua ederek Allah'tan af ve mağfiret dilenir. Kuran-ı Kerim'de “Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin" derler.” (Haşr Suresi, 10) buyrulmuştur.
Anne ve babaya itaat ve iyilik farz kılınmışken, onlara kulluk emredilmez. (Rabbin şöyle emretti: Sadece Allah’a ibadet edeceksiniz. Anne ve babanıza iyi davranacaksınız. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara 'Of!..' bile deme! Onları azarlama! Onlara saygıyla hitap et! Onlara merhamet ederek tevâzu kanadlarını aç da 'Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl şefkatle büyüttülerse, sen de onlara öyle merhamet et.' de!" (İsrâ Suresi, 23-24) Anne ve babaya itaat ve iyilik konularında bazen ölçüyü aşarak, Allah'ın sınırlarına dokunulur. Anne-babanın istekleri adam öldürmek, hırsızlık yapmak, içki içmek...gibi Allah'ın emrine aykırı haram bir fiil olursa, anne ve baba kendi yararlarına olmayacak bir şeyi evlatlarından isterlerse veya evlatlarına zarar verecek bir arzuda bulunurlarsa, o zaman anne ve babanın bu istekleri yapılmaz. Evladın kişiliğinin ve benliğinin yok edildiği, kendisine kul ve köle edildiği bir anne-baba itaat modeli de yoktur. Anne ve babalar, evlatlarını "anne-baba hakkıyla" tehdit ederek, onlara beddualar ederek, evlatların arasında adil davranmayarak, onların nafaka ve giderlerini karşılamayarak, onlara hiçbir dini eğitim vermeyerek davrandıklarında, evlatlarını her durumda aşağılayarak hakaret ettiklerinde Allah'ın hükümlerini çiğnemiş olurlar. Kişiler böyle durumlarda onlara asi olmadan sessiz kalmalı, Anne ve babalarının iyiliği ve hidayeti için Allah'a dua ederek neticeyi Allah'a havale etmelidir. Bunun ötesinde haklı olsalar bile isyana sebep olacak şekilde anne babaya karşı hareket edilmemelidir. Evlatlar kendi iradelerini kaybedercesine köle gibi ebeveynlerin meşru olmayan her isteğine tabi olmazlar. Her işte olduğu gibi burada da bir ölçü ve bir sınır vardır. Allah'ın koyduğu emir ve yasaklara dokunulduğunda anne-babaya itaat olmaz. Kişilik yok sayılıp köleleştirildiğinde, şeref ve onur hakir görüldüğünde anne ve babaya mutlak itaat olmaz.
Sonuç olarak, insanlarda doğal bir kulluk melekesi vardır. Otoriteye ve güce boyun eğmek, lider, komutan, hoca, öğretmen anne-baba gibi sevdiklerine veya hayranlık duydukları kişilere karşı aşırı saygı ve ta'zimde bulunmak, kişiliğini yitirircesine onlara hizmette bulunmak, kulluk mertebesinde davranışlar sergilemek, dinin kabul etmeyeceği hususlardır. Allah, kainatın yaratıcısıdır. Alemler, ancak O'na kulluk etmekle mükelleftir. Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah, kendisine şirk koşulan her şeyden münezzehtir. Cenâb-ı Hakk, kendisine kulluk etmede, emir vermede ve insanlara mükellefiyet yüklemede, secde edilme ve ibadet olunma hususunda ve yüceltmenin kendisine ait olması hususunda herhangi bir ortağı olmaktan uzaktır. Kainatı yaratan Rabbin emirleri ve yasakları kutsal olup, hiçbir güç onun emirlerini ve yasaklarını sorgulayamaz. Kulluk, bu nedenle ancak Allah'a yapılır. Ancak Allah'a boyun eğilir. Ancak onun önünde kıyama durulup, rükû ve secde edilir. Allah'a isyan etmede kendisine yardımcı arayan lanetlenmiş, kovulmuş Şeytana kulluk edilmez. Kimsenin eteklerine yapışılıp, eman dilenmez. Kimsenin huzurunda boyun büküp secdelere varılmaz. Kısacık dünya hayatı için, küçük menfaatler peşinde koşmak için kula kulluk edilmez. Üç beş kuruş için zenginlerin etrafına pervane gibi dönülmez, makam ve mevki için amirlere ve üstlere yalakalık ve dalkavukluk edilmez. Emeğin değerini bilmeyen, işçisini sömüren, sömürdükçe semizleşen patronların kölesi olunmaz. Aile efradının, çoluk çocuğun nafakası, şeyhlerin ve hocaların ihtişamlı yaşantısı için peşkeş çekilmez. Bir diploma uğruna, bir not uğruna kişiliksiz öğretmenlerin çantacısı, çaycısı ve iş takipçisi olunmaz. Liyakatsizlikle belli makamlara gelmek için amirlere boyun eğerek bilim adına yalan söylenmez. İsminin önüne unvan alabilmek için kulun önünde eğilerek doğrular ve hakikat gizlenmez. Allah'a bir can borcumuz vardır, kula minnet edilmez.
Şair Nabi'nin dediği gibi "Kibriya-u azamet Hakka yarar. Kul olanda bu sıfatlar ne arar.” (Nabi) Yücelik ve azamet ancak Allah'a aittir. Bu şuur eşliğinde yalnız Allah; zikir, secde, hamd ve şükürle tesbih edilir. Allah'ın rızasını kazanmak için sadece ve sadece O'na ibadet ve kulluk edilir. "Kulluk" büyük bir meziyettir, herkese nasip olmaz. Allah, bizleri kendine kul olanlardan kılsın (Amin)
Kadir PANCAR
29/03/2025

Bu yazıyı aşağıdaki bağlantılar yardımıyla sosyal ağlarda paylaşabilirsiniz. E-Posta ile arkadaşlarınıza yollayabilirsiniz...
|
Takip et: @kpancar |

İlginizi Çekecek Diğer Yazılarımız
Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!
10.05.2014 - 1 Yorum Bazı durumlarda trigonometrik toplam fark formülleri kullanmak yerine, iki aynı açının toplamını ifade eden yarım açı formülünü kullanmak daha kolaylık sağlayacaktır. Burada elde edilen formüllerin tamamı daha önce anlatılan (Bkz. Toplam/Fark…
18.08.2013 - 0 Yorum Matematik Merakı oluşturman ve öğrencilerin matematiğe olan ilgi seviyelerinin artmasına vesile olmak amacıyla yazılan çeşitli matematik kitaplarından oluşan kütüphanemiz öğretmenlerimize yardımcı olacaktır. Listede bulunmayan kitapları…
17.04.2014 - 0 Yorum Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.. Ülkenin en zenginleri, en güçlü kervanları, saray görevlileri birer birer geldiler... Sabahtan öğlene…
07.07.2011 - 0 Yorum Matematiksel modelleme çeşitleri: dört kısma ayrılır.1.Deneysel modelleme,2.Teorik modelleme,3.Simülasyon modelleme, 4.Boyutsal analiz modelleme 1.Gözlenebilen verilere dayalı olarak oluşturulan grafikleri matematiksel olarak ifade edilmesine…
07.07.2023 - 0 YorumTemel Matematik testi Ortaöğretim kurumlarının son sınıfında okuyan öğrencilerin TYT Matematik Net ortalaması: 8,218 nettir. Bu ortalamaya liseden mezun olmuş olan adaylar da dahil edildiğinde, tüm adayların TYT Matematik Net ortalaması: 7,366 net…
17.02.2012 - 0 Yorum Yunan matematik ve felsefecilerinden olan Pisagor; doğum yeri olan Samos(Sisam) Adası'ndan M.Ö.529'da Güney İtalya'ya, Crotono'ya göç etti. Güney İtalya bu devirde bir Yunan kolonisiydi ve buraya yerleşenlerce Magna Graecia(Büyük Yunanistan) adıyla…
25.05.2014 - 0 Yorum Halk huzurunda deli olarak bilinen, tanınan biri camiye girer,belli ki namaz kılacak.Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın… gözlerle etrafı süzer-dolanır.. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..Az sonra sırtında bağlanmış…
02.03.2025 - 0 Yorum"...İçinizden bazıları dininden dönüp küfür halinde ölürse, böylelerinin işledikleri bütün ameller dünyada da âhirette de boşa gider. Onlar cehennemlik olup ebediyen orada kalacaklardır.” (Bakara Suresi-217)"İçinizden bazıları dininden dönüp küfür…
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(260)
geometri
(124)
ÖSYM Sınavları
(50)
üçgen
(49)
trigonometri
(39)
çember
(31)
sayılar
(30)
fonksiyon
(28)
alan formülleri
(25)
türev
(23)
analitik geometri
(19)
denklem
(18)
dörtgenler
(18)
limit
(16)
belirli integral
(13)
katı cisimler
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(4)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...